Modernleşmenin kaçınılmaz sonucu: Yabancılaşma

Kemal Ataman, modernleşme süreçlerinin çıktılarını incelediği yazısından yabancılaşmanın modernliğin kaçınılmaz bir sonucu olduğunu ifade ediyor.

Kemal Ataman / Sabite

Modern ve postmodern zamanlarda yabancılaşmanın denizinde yol almak 

Modern ve postmodern çağların sebep olduğu gelgitler, toplumsal, kültürel ve teknolojik alanlarda, kısaca sosyal yapıda, derin etkiler yarattı. Bu değişimler, insan ilişkilerinden toplumsal normlara ve kültürel değerlere kadar pek çok alanda yeni bakış açıları ve paradigma değişimleri ortaya çıkardı. Bu dinamik yapı içinde, yabancılaşma kavramı, modern ve postmodern zamanların karmaşık yapısını analiz edebilmeyi kolaylaştıracak önemli bir yorumlayıcı çerçeve olarak güncelliğini korudu. Bu değerlendirme, bir yandan yabancılaşmanın evrimini ele alarak kavramın modern ve postmodern dönemleri karakterize eden büyük değişimlerle birlikte nasıl dönüştüğü konusuna yoğunlaşırken, öte yandan, toplumsal dinamiklerle yabancılaşma arasındaki etkileşimi gözlemleyerek,  bu temayı insan deneyiminin dinamik dokusuyla birleştiren bağları incelemeyi amaçlıyor.

Modern zamanlarda yabancılaşma:

18. yüzyılın sonundan 19. yüzyılın başına kadar olan süreyi kapsayan Fransız Devrimi ve Sanayi Devrimi, birçok Batılı ülkenin siyası, kültürel, sosyoekonomik ve dini yapısında önemli değişimlere yol açmıştır. Teknolojik gelişmeler ve üretim süreçlerinin makineleşmesi, toplumsal yapılarda geniş kapsamlı bir etki yaratmış ve bu dönemde yabancılaşmanın sınırlarını belirlemiştir. Üretim yöntemlerinin zanaat ve tarımdan makine ve endüstriye dönüşümü üretim araçları ve emek arasındaki ilişki açısından önemli sonuçlar doğurmuştur. Makineler geleneksel zanaatın yerini aldıkça, işçiler ile süreç sonunda üretimine katkı yaptıkları ürün, yani kendi emeklerinin sonucu arasındaki mesafe gittikçe açılmış ve bu olgu Karl Marx’ın ünlü yabancılaşma teorisinde açıkça belirtilmiştir. Marx, endüstriyel ortamlarda emeğin metalaşmasının işçiler arasında bir yabancılaşma hissi yarattığını, zira işçilerin artık uçsuz bucaksız üretim makineleri arasında sadece işleyen çarklardan biri haline geldiğini belirtmiştir.[1] Sanayi Devrimi yabancılaşma için adeta bir katalizör görevi görmüştür, çünkü bireyler ve üretim araçları arasındaki ilişki yeniden tanımlanmış ve modern zamanlarda yabancılaşmanın doğası üzerine yapılacak olan müteakip tartışmaların da temeli atılmıştır.

Sanayi Devrimi’nin yarattığı büyük değişim, fabrika sisteminin ortaya çıkışı ve iş ilişkileri üzerinde yarattığı derin etkileri de içine alarak teknolojik değişikliklerin de ötesine geçmiştir. Bu gelişme, modern çağda yabancılaşmanın tabiatına şekil vermede önemli bir rol oynamıştır. Merkezileştirilmiş üretim tesisleri ve çok sayıda işçinin istihdamı gibi niteliklere sahip olan fabrika sistemi geleneksel iş dinamiklerini kökünden değiştirmiştir. İşçilerin katı bir vardiya sistemine tabi tutulduğu, iş bölümüne gidilip çalışma şartları üzerindeki hakimiyetlerini kaybettikleri yeni bir hiyerarşik yapı uygulamaya konmuştur.[2] İş ilişkilerinin bu şekilde yeniden yapılandırılması, iş gücü arasında zamanla yükselen yabancılaşma hissinin zeminini hazırlamıştır.

Karl Marx’ın yabancılaşma üzerine kurduğu kuramsal altyapı, modern zamandaki sosyoekonomik dinamikleri, özellikle de Sanayi Devrimi bağlamında emeğin yabancılaşması konusunu, anlamak açısından bir mihenk taşı görevi görür. 1844 Ekonomik ve Felsefi Elyazmaları başlıklı eserinde, Marx yabancılaşma üzerine kapsamlı bir teori öne sürmüş ve Sanayi Devrimi ile kapitalist üretim modelinin bireyleri kendi emeklerinin ürününden ve akabinde kendi özlerinden nasıl uzaklaştırdığına dikkat çekmiştir. Marx’a göre, emeğin metalaşması işçiler ile emeklerinin ürünleri arasındaki bağlantının kopmasına sebebiyet vermiştir.

Marx’ın yabancılaşma teorisi, insanın varoluşunun çeşitli boyutlarını kapitalist bir bağlam içerisinde ele alan çok katmanlı bir teoridir.

  1. Emeğin Metalaşması: Marx kapitalist sistemde emeğin metalaştırıldığını savunur. İşçiler sadece üretim sürecinin birer unsurları olarak görülmekte ve emeklerini bir meta olarak satmaktadır. Bu metalaşma, işçiler ile emeklerinin ürünleri arasında esaslı bir yabancılaşmayla sonuçlanmaktadır. Fabrika sistemi altında, üretilen malların sahibi kapitalistler olduğu ve malların satışını da onlar gerçekleştirdiği için işçiler ürettikleri mallara karşı yabancılaşmaktadır. İşçinin emeği artık ona ait değildir; kapitalist sınıf tarafından yönetilen bir metaya dönüşmüştür.
     
  2. Üretim Sürecinden Uzaklaşma: Endüstriyel ortamda makineleşme ve iş bölümü işçiler tarafından tecrübe edilen yabancılaşmayı daha da şiddetlendirmiştir. Bant üretimindeki işin sürekli tekrarlanan ve uzmanlaşmış yapısı üretim sürecinin bütününden kopuşlara yol açmaktadır. Belirli ve çoğunlukla monoton bir sorumluluğun esiri olan işçiler yaptıkları işe olan bütüncül bakış açılarını kaybetmişlerdir. Marx, bu yabancılaşmanın işyeri sınırlarını aşarak işçinin bütün hayatını etkilediğini ileri sürer.
     
  3. İnsanın Kendi Doğasına Yabancılaşması: Marx emeğin sadece hayatta kalmanın veya maaş almanın bir yolu olmadığını, aynı zamanda insanın yaratıcılığını ve doğasını ifade etmenin temel bir şekli olduğunu belirtir. Bu açıdan, emeğin yabancılaşması kişinin insanlığından uzaklaşması anlamına gelmektedir. İşçiler üretim sisteminin yalnızca birer unsuru konumuna indirgendikçe, emekleri ve insan olarak kimlikleri arasındaki asli bağ yok olmaktadır.[3]


Modern çağda endüstrileşmenin yükselişi sadece üretim sürecini dönüştürmemiş, aynı zamanda kayda değer demografik değişimleri, özellikle kırsaldan kente göçü tetiklemiştir. Bu kentleşme olgusunun sosyal dokuyu ciddi anlamda etkilemiş, bilhassa bireylerin geleneksel köklerine yabancılaşmasına neden olmuştur. Sanayi ve fabrikalardaki istihdam fırsatları dolayısıyla kent merkezlerine göç eden insanlar, kırsal hayatın tanıdık yüzünden uzaklaşarak hatırı sayılır bir yer değiştirme sürecinden geçmişlerdir.[4] Kentsel çevrenin sağladığı anonimlik, tarımsal toplulukların birbirine bağlı yapısının yerini almıştır. Bu coğrafi yer değiştirme uzun süredir olagelen kültürel uygulamalardan, topluluk ilişkilerinden ve aile bağlarından uzaklaşma ile sonuçlanmış ve kentsel nüfus arasında bir yabancılaşma yaratmıştır.

Bu noktada Emile Durkheim’in konuya sağladığı katkılar göz ardı edilemez. Sosyoloji biliminin kurucuları arasında sayılan Durkheim, sosyal normların bozulmasını ve buna müteakip süratle değişen toplumlarda ortaya çıkan yabancılaşma hissini açıklamak amacıyla “anomi” kavramını ileri sürmüştür. Modern çağda kentleşmenin hız kazanması ve geleneksel yapıların bozulmasıyla, toplumsal dönüşümlerin yankılarını anlamak açısından Durkheim’in fikirleri önem arz eder. Durkheim, anomiyi bireysel istekler ile toplumsal normlar arasında bir ayrışım olduğunda meydana gelen bir kuralsızlık durumu ve sosyal uyum eksikliği olarak tanımlar. Kentleşme sürecinde görüldüğü üzere, toplumsal değişimin hızlı temposu, çoğunlukla geleneksel normları zayıflatır ve bireyleri adeta bir belirsizlik ve ahlaki muğlaklık denizine sürükler. [5]  Bu anomik durum bireylerdeki yabancılaşma duygusunu arttırırken bireyler de önemli değişimler geçiren toplum içerisinde bir aidiyet hissetmek ve belirli bir amaca sahip olmak için çabalamaktadır.

Açıkça görüleceği üzere yabancılaşma probleminin ayrıca psikolojik bir boyutu mevcuttur. Kentleşme ve sanayileşme toplumsal yapıları yeniden şekillendirdikçe, modern birey geleneksel toplum bağlarından uzaklaşarak hayatını değiştiren bir süreçten geçer.[6] Bu olgu, birey ile gelişen toplumsal dinamikler arasındaki karmaşık etkileşimi inceleyen akademisyenler tarafından keşfedilen bir kavram olan yabancılaşmanın psikolojik boyutunun ortaya çıkmasına neden olmuştur. Kentleşme ve sanayileşmenin hızı toplumsal dokuyu yeniden biçimlendirme konusunda inanılmaz bir ivme kazanınca, modern bireyler kendilerini basit bir coğrafi yer değiştirme konusundan çok daha öteye giden bir dönüşüm dalgasına kapılmış halde bulmuşlardır. Toplumsal yapılar, değerler ve normlardaki önemli değişimler, geleneksel toplum bağlarından uzaklaşmayla doğrudan bağlantılı olan yabancılaşmanın psikolojik boyutunu gün yüzüne çıkarmıştır.

Geleneksel toplum bağlarından uzaklaşmanın çok farklı yönlerinden söz edilebilir. Modern hayatın alamet-i farikası olan coğrafi hareketlilik, bireyleri içinde büyümüş olduğu topluluklardan uzaklaştırmakta ve yıllardır süregelen sosyal ağları bozmaktadır.[7] Buna ek olarak, bireyselliğin yükselişi ve geleneksel aile yapılarının bozulması bireylerde soyutlanma hissinin ortaya çıkmasına neden olur, zira önceden bireye aidiyet hissi veren destek sistemleri zayıflamıştır. Psikolojik anlamda, bu uzaklaşma güçlü bir yabancılaşma hissi meydana getirir ve bireyler bir yandan yalnızlık, iletişimsizlik gibi hisler ile boğuşurken, bir yandan da hızla değişen dünyada sağlam bir kimlik duygusu oluşturmak için çabalar. Modern çağdaki yabancılaşmanın psikolojik boyutu toplumsal değişim ile bireyin iç dünyası arasındaki çetrefilli etkileşimi yansıtır ve yabancılaşma deneyimi sırasında aktif rol oynayan karmaşık faktörleri daha detaylı anlama imkânı sunar.

Postmodern zamanlarda yabancılaşma:

Postmodern zamanların ortaya çıkışıyla beraber küreselleşmenin önünü açtığı eşi benzeri görülmemiş karşılıklı bağlılık ve iletişim teknolojilerinde hızlı gelişmelerin damgasını vurduğu yeni bir çağ başlamıştır. Bu değişen durum, kültürel çeşitlilik ve kimlik meseleleri başta olmak üzere yabancılaşmanın yeni boyutlarını gün yüzüne çıkarmıştır.

Küreselleşme, artan kültürel alışveriş, göç ve anlık bilgi akışı vesilesiyle, çeşitliliğin övüldüğü ve yarıştırıldığı bir kültürel ortam yaratmıştır. Çeşitli kültürel unsurların birbiriyle çarpışması ya da birbirine yakınlaşmasının bireysel kimlik inşası üzerindeki etkileri ve çok kültürlülüğün karmaşıklığı içerisinde yolunu bulmaya çalışan bireylerin yabancılaşma hissine olan katkıları yadsınamaz.[8] İnternet ve sosyal medya olmak üzere iletişim teknolojilerindeki ilerlemeler, postmodern dünyanın birbirine bağlılığını kuvvetlendirmede çok önemli bir rol oynar. Bireyler çeşitli kültürel anlatıların ve etkilerin bombardımanına uğramakta ve başkaları hakkındaki algılarıyla benlik algılarını buna göre şekillendirmektedir. Bireyler, bunca kültürel tercih bolluğu arasında yer değiştirme ve yabancılaşma duygusuyla cebelleşirken, bu küreselleşmiş kültürel ortam içerisinde devamlı süregelen kimlik uzlaşmaları yeni zorluklara yol açmaktadır.

Postmodern çağ toplumsal dinamiklerin şekillenmesinde etkili bir faktör haline gelen kimlik politikalarının ortaya çıkışına tanıklık etmiştir. Belirli bir sosyal grubun tecrübeleri ve bakış açılarına odaklanan bir sistem olan kimlik politikalarının, karmaşık kimlik meseleleri ile mücadele eden bireyler üzerinde etkisi büyüktür. Kimlik politikalarının yaygınlaşması, bireylerin toplumsal beklentiler, güç yapıları ve bir bireyin kimliğinin herhangi bir özelliği, niteliği veya yönüne atıfta bulunan ve onları toplum içinde kategorize etmek veya tanımlamak için kullanılan çeşitli kimlik belirleyicilerinin (marker) [9] kesişimleri hakkında kendi algılarını yönlendirdikleri karmaşık bir alanı ortaya çıkarmaktadır. Bu belirleyiciler ırk, etnik köken, cinsiyet, din, sosyoekonomik statü, milliyet, dil ve benzeri faktörleri içerebilir, ki bunlar, bireylerin kendilerini nasıl algıladıklarına ve başkalarının onları nasıl algıladıklarına ve çeşitli sosyal bağlamlarda onlarla nasıl etkileşime girdiklerine katkıda bulunan ayırt edici özellikler veya etiketler olarak işlev görür. Bu itibarla, kimlikle ilgili bu karmaşık etkileşim, bireylerin, kimlikleriyle ilgili beklentiler ve normlarla boğuşması nedeniyle yabancılaşma duygularına yol açmış ve bireyin kendisiyle toplumun bireyden beklentileri arasında bir gerilim yaratmıştır.

Başta Lyotard’ın postmodern teorisi ve Baudrillard’ın simülasyon kuramı tarafından vurgulanan postmodern düşünce, geleneksel doğru ve bilgi anlayışına, gerçek ve temsil karşıtlığına meydan okur. Baudrillard, postmodern çağda, gerçek ve temsil arasındaki sınırların gitgide bulanıklaştığını ve bir üst gerçeklik düşüncesine doğru yol aldığını savunur.[10] Postmodern düşünürler olarak adlandırılan bu gruba göre; bireyler, medya, imgeler ve simülasyonlarla dolup taşan bir dünya aracılığıyla sunulmuş gerçeklikler ile karşılaşmaktadır. Baudrillard’ın simülasyon kuramı şunu varsayar; simülasyonların gerçekliğin kendisinden daha gerçek olduğu bir hiper-gerçeklik durumu bir yabancılaşma hissiyatı yaratırken, bireyler aynı zamanda dolaylı temsillerin hakim olduğu bir dünyada neyin özgün olduğunu anlamaya çalışırlar. Hiper-gerçek tarafından tanımlanmış postmodern durum, çağdaş zamanda yabancılaşmanın karmaşıklığını daha da vurgular.

Sanal dünyada sosyal ilişkilerin karmaşıklığı kısmen daha yeni bir oluşumdur fakat üzerinde dikkatle düşünülmesi gerekir. İnternetin ortaya çıkışı bireylerin sosyal ilişkilerini yönetme ve biçimlendirme şeklini kökten değiştirmiş, postmodern yaşantıya yeni bir zorluk daha eklemiştir. Sosyal medya platformları ve sanal topluluklar gibi sanal ortamlar sosyal etkileşimin dinamiklerini yeniden tanımlamış ve sanal yabancılaşmanın ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir.[11] Sanal dünya bağlantı kurma açısından birçok fırsat sunar. Bununla birlikte, online ilişkilerin karmaşıklığı da yabancılaşmaya yol açabilir. Fiziksel varlığın ve yüz yüze görüşmelerin eksikliğinin online iletişim aracılığıyla doldurulmaya çalışılması özgün bağlantılar kurmak konusunda yeni güçlüklere neden olup, sanal ilişkilerin özgünlüğü ve derinliği hakkında akıllarda soru işaretleri oluşturabilir.

Buna binaen, internet bir yandan eşi görülmemiş bir sanal bağlantısallık sağlarken bir yandan da bireyleri gerçek dünyadan uzaklaştırmak potansiyeline sahip olduğundan bariz bir tehlike teşkil eder. Ayrıca internet, bireyleri yakın çevrelerindeki somut gerçekliklerden uzaklaştırma potansiyelini de içinde barındırır. Dijital dünyanın çekim gücü online deneyimlerin sürükleyici niteliğiyle bir araya geldiğinde, bireyleri somut dünyadan koparan bir çeşit yabancılaşma yaratır.[12] Sosyal medya etkileşiminden sanal gerçeklik deneyimlerine insanı içine çeken yapıya sahip online etkinlikler, somut ve çevrim dışı dünya ile dengeli bir bağlantı yürütmek konusunda birtakım güçlükler doğurmaktadır. Bireyler sanal ortamda daha fazla zaman harcadıkça, yakın fiziki çevreden yabancılaşma ile sonuçlanan bir bağlantı kopukluğu ihtimali ortaya çıkar. Diğer bir deyişle, postmodern çağda, bireyler sıklıkla sanal kimlikleri – online ortamlarda kurgulanmış – ile özgün, gerçek dünya benlikleri arasında gelişen gerilimi yönetmeye çalışırlar. Bu çelişki, bireylerin dijital ve fiziksel varlıklarının kesişimi ile uğraştıkları yabancılaşmanın benzersiz bir boyutunu ortaya çıkarır.[13] 

Sonuç:

Modern ve postmodern zamanlarda yabancılaşmanın incelemesi, toplumsal çalkantılar, teknolojik gelişmeler ve gelişen insan etkileşimleri tarafından şekillenen detaylı bir anlatı ortaya koymuştur. Modern çağdaki Sanayi Devrimi emeğin geçirdiği dönüşüm ve toplumsal bozulmalarla öne çıkmış ve Karl Marx’ın analizinde görüldüğü gibi yabancılaşmanın temelini atmıştır. Postmodern çağı oluşturan küreselleşme, kimlik politikaları ve internet ile birlikte yabancılaşmanın, kimlik oluşumunun karmaşık yapısıyla sıkı sıkıya bağlantılı yeni boyutları ortaya çıkmıştır.

Postmodernliğin alamet-i farikası olan internet yabancılaşma açısından adeta iki ucu keskin bir kılıçtır. Bir yandan, eşi benzeri görülmemiş karşılıklı bağlılık sunarken; diğer yandan, somut gerçekliklerden olası bir kopuş gibi zorlukları bünyesinde barındırır. Sanal kimlikler ile gerçek dünya benlikleri arasındaki çatışmalar, dijital ve fiziki alanlar arasındaki bulanık sınırlar içinde özgünlük arayışı içinde olan bireylerin karşılaştığı yabancılaşmanın çağdaş karmaşıklığına vurgu yapmaktadır.

Sonuç olarak, yabancılaşma anlatısı toplumsal dönüşümlerin çizdiği resmin ayrılmaz bir parçasıdır. Sanayi Devrimi’nin makineleştiren etkilerinden kimlik politikaları ve internetin yarattığı zorluklara kadar geniş bir kapsama sahip dinamikleri tanımak ve anlamak, çağımızdaki yabancılaşmanın karmaşık ve sürekli değişen yapısını ele almamız açısından elzemdir.  
 


Kaynakça

[1] Marx, Karl. "Economic and Philosophical Manuscripts of 1844." In Collected Works, Volume 3. Moscow: Progress Publishers, 1975; Thompson, E.P. The Making of the English Working Class. New York: Vintage Books, 1966.

[2] Braverman, Harry. Labor and Monopoly Capital: The Degradation of Work in the Twentieth Century. New York: Monthly Review Press, 1974; Perelman, Michael. The Invention of Capitalism: Classical Political Economy and the Secret History of Primitive Accumulation. Durham: Duke University Press, 2000.

[3] Marx, "Economic and Philosophical Manuscripts of 1844"; Bottomore, Tom. Karl Marx. London: Routledge, 1991; Fromm, Erich. Marx's Concept of Man. New York: Frederick Ungar Publishing Co., 1961.  

[4] Wirth, Louis. "Urbanism as a Way of Life." American Journal of Sociology, Vol. 44, No. 1 (1938), pp. 1-24; Simmel, Georg. "The Metropolis and Mental Life." In The Sociology of Georg Simmel. New York: The Free Press, 1950; Mumford, Lewis. The City in History: Its Origins, Its Transformations, and Its Prospects. San Diego: Harcourt Brace Jovanovich, 1961.

[5] Durkheim, Emile. Suicide: A Study in Sociology. New York: Free Press, 1951; Merton, Robert K. "Social Structure and Anomie." American Sociological Review, Vol. 3, No. 5 (1938), pp. 672-682; Alexander, Jeffrey C. Durkheimian Sociology: Cultural Studies. Cambridge: Cambridge University Press, 1988.

[6] Giddens, Anthony. Modernity and Self-Identity: Self and Society in the Late Modern Age. Stanford: Stanford University Press, 1991; Bauman, Zygmunt. Liquid Modernity. Cambridge: Polity Press, 2000; Putnam, Robert D. Bowling Alone: The Collapse and Revival of American Community. New York: Simon & Schuster, 2000.

[7] Giddens, Anthony. The Consequences of Modernity. Standford: Stanford University Press, 1990. 

[8] Appadurai, Arjun. Modernity at Large: Cultural Dimensions of Globalization. Minneapolis: University of Minnesota Press, 1996; Castells, Manuel. The Rise of the Network Society. Oxford: Blackwell, 1996; Featherstone, Mike. Global Culture: Nationalism, Globalization, and Modernity. London: Sage Publications, 1990.

[9] Hochschild, Arlie Russell. The Managed Heart: Commercialization of Human Feeling. Berkeley: University of California Press, 1983; Crenshaw, Kimberlé. "Demarginalizing the Intersection of Race and Sex: A Black Feminist Critique of Antidiscrimination Doctrine, Feminist Theory and Antiracist Politics." University of Chicago Legal Forum, Vol. 1989, No. 1 (1989), pp. 139-167.  

[10] Baudrillard, Jean. Simulacra and Simulation. Ann Arbor: University of Michigan Press, 1994; Kellner, Douglas. Jean Baudrillard: From Marxism to Postmodernism and Beyond. Cambridge: Polity Press, 1989; Poster, Mark. Jean Baudrillard: Selected Writings. Stanford: Stanford University Press, 1988.

[11] Turkle, Sherry. Alone Together: Why We Expect More from Technology and Less from Each Other. New York: Basic Books, 2011; Baym, Nancy K. Personal Connections in the Digital Age. Cambridge: Polity Press, 2010.

[12] Carr, Nicholas. The Shallows: What the Internet Is Doing to Our Brains. New York: W. W. Norton & Company, 2010; Sunstein, Cass R. #Republic: Divided Democracy in the Age of Social Media. Princeton: Princeton University Press, 2017; Hine, Christine. Ethnography for the Internet: Embedded, Embodied and Everyday. London: Bloomsbury, 2015.

[13] Turkle, Sherry. Life on the Screen: Identity in the Age of the Internet. New York: Simon & Schuster, 1997.

Bu metin “Navigating Alienation in Modern and Postmodern Eras” başlıklı İngilizce yazının Türkçe çevirisidir. 

Yorum Analiz Haberleri

2024 senesinde coğrafyamızdaki siyasi olaylar
Birleşmiş Milletler neden yeni Suriye'de rol almamalı?
Suriye Devrimi'ne Kur’an penceresinden bakış
İran kendi ipini çekiyor…
Ekran karşısında beyni çürüyen bir nesil...