Erzurum’da Özgür-Der Üniversite Gençliği’nin bu haftaki misafiri Diyarbakır Özgür-Der’den Nurettin Yargıcı oldu. “Modernizm ve Tüketim Kültürü Karşısında İslami Şahsiyetin İnşası” başlıklı konuyu işleyen Yargıcı, daha sonra konu hakkında yöneltilen soruları cevapladı.
Sunumunda, modernizmi anlamak için öncelikle yüce Allah’ın ayeti olan “insanı” tanımanın gerekliliğinden bahseden Yargıcı, devamla insanın yaratılışına dikkat çekerek, üzerine yaratıldığı fıtratı gereği insanda dünya metaına karşı bir arzu bulunduğunu, İnsanın dünyalık hazza dönük arzusunun fıtri olduğunu belirtip Al-i İmran Suresi’nin 14. ayetini örnek verdi:
“Kadınlar, oğullar, yük yük altın ve gümüş, salma atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin şiddetle arzuladığı şeyler insana süslü gösterildi. Bunlar dünya hayatının geçimliğidir. Oysa asıl varılacak güzel yer ancak Allah’ın katındadır.”
Yargıcı, ayette geçen, arzulanan şeylerin insana süslü, cazibeli gösterilmesinin ve bunların dünya hayatı için yaratılmış olmasının, geçimlik için yaratılmış güzellikleri değersizleştirmek için değil; bu arzulanan geçimliklerle ilişkinin fıtri doğasına uygun anlaşılmasını gerektirdiğini vurguladı:
“Bu yönüyle bakıldığında İslam, insanın hayattan haz almasını yasaklamak bir tarafa, gerçek hazzı nasıl elde edeceğinin formülünü de verir.”
Yargıcı, Kur’an-ı Kerim’in Müslümanlara nihayetinde mutlu olabilecekleri, tat alabilecekleri bir hayatın formüllerini sunduğunu ve bu mutluluğu da sadece dünya hayatıyla sınırlandırmayıp sonsuz bir hayata da taşımanın yollarını gösterdiğini belirtti:
“Bu açıdan bakıldığında ideal bir yaşam diyarı olarak Cennet tasvirlerinde vaat edilen nimetlerin hemen hepsi insanın dünyada arzuladığı şeylerdir. Şayet İslam insanın zevk duygusunu yok sayacak olsa en zevkli, arzulanan hayatı bir ödül olarak vaat etmezdi.”
“İşte onlar için içlerinden ırmaklar akan Adn cennetleri vardır. Orada tahtlar üzerine kurularak altın bileziklerle süslenecekler, ince ve kalın ipekten yeşil giysiler giyeceklerdir. O ne güzel karşılıktır! Cennet de ne güzel bir yaslanacak yerdir!” (Kehf:31)
İslam’ın vaat ettiği sonsuz mutluluk ve zevki elde edecek olanların da doğal olarak, üzerine yaratılmış oldukları fıtrata uygun bir yaşam tarzını ortaya koyanların olacağını söyleyen Yargıcı, bunun da doğal olarak bir dava şuuruyla, sabır ve gayretle elde edilebileceği ve esasen bu dava şuurunun, sabrın, cehd ve gayretin bizatihi kendisinin bile başlı başına bir haz alanı olduğunu belirtip Fatır Suresi’nin 33-35. ayetlerini okudu:
“Sonra biz, o kitabı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere (Muhammed’in ümmetine) miras olarak verdik. Onlardan kendine zulmedenler vardır. Onlardan ortada olanlar vardır. Yine onlardan Allah’ın izniyle hayırlı işlerde öne geçenler vardır. İşte bu büyük lütuftur. Onlar, Adn cennetlerine girerler. Orada altın bilezikler ve incilerle süslenirler. Oradaki elbiseleri de ipektir. Şöyle derler: Hamd, bizden hüznü gideren Allah’a mahsustur. Şüphesiz Rabbimiz çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir. O, lütfuyla bizi kalınacak yurda yerleştirendir. Bize orada bir yorgunluk dokunmaz. Bize orada usanç da gelmez.”
“İslam’ın ortaya koyduğu Hayat tarzı modernizmden kat kat daha çok zevke dönüktür. Çünkü modernizm insanlara sınırlı ve sahte hazlar tattırır.” ciyen Yargıcı, modern dünyada İnsanın hazzın ve tutkuların kölesi olduğunu, tüm yaşam gayesini arzu ve isteklerin tatmini üzere şekillendirmeye çalıştığını ama esasında hayattan nasıl haz alınabileceğine dair yeterli araç ve yöntemleri de bir türlü elde edemediğini vurguladı.
Yargıcı, İslami bir yaşam tarzının, bilinçli bir şuurla sürdürüldüğünde modernizmin fersah fersah ötesinde ince ve sürekli bir mutluluğun kaynağı olduğunu belirttikten sonra, modernizmdeki hazzın anlık tatminlerle sınırlı kaldığını ama İslami zevkin temelinde “mutluluk” duygusunun da oluştuğuna değindi:
“Modernist yaşam tarzı insanlara haz verse de mutluluk sağlamayan bir tatmindir bu. Modernizmin hazcılığı bedene zarar vermek, toplumu ifsad etmek, aklı uyuşturmak, haksızlık ve adaletsizliğe sebebiyet vermek, insaf ve paylaşımı imha edip bencilliği, korkaklığı, saldırganlığı gerekli görmek bakımından esasen haz-zevk kılıfında kabul edilmiş acı ve ıstıraptır.
Oysa bir insanın bedeni ne kadar sıhhatli ise, aklı korunmuş, topluda sevip sevileceği kabul gördüğü ortamlar çoğalmış ise, ekonomik kaygılardan kurtulmuş, toplumsal adaletin ve barışın sağlanabildiği bir ortamda yaşıyorsa daha mutlu olur ve hayattan zevk alır.
Modernizm haz, mutluluk adı altında fıtri olanı ifsad eden ölçüsüz, sorumsuz bir hayatı öne sürerek insana, eşyaya, hayata zulmetmektedir. İslam dünya nimetlerinin temiz ve helal olanını, en zevklisine varana değin yasaklamaz ama bu sıhhati koruyup, insanı ölçüsüzleştirecek tehditlere karşı sınırlar ortaya koyar.
İslami yaşam tarzı modernist anlayışa göre çok daha geniş bir haz alma ve mutlu olma çerçevesine sahip olduğu halde Müslümanların hayattan zevk alamamasının ve modernist hazcılığa göz dikmesinin ise esasen Müslüman kimliğin insan algısındaki sapmayla ilgili olduğu söylenebilir.
Müslümanlar olarak İslam’ı, İslami hayatı yanlış okuyup fıtri olmayan bir zevk anlayışını öncelediğimiz için modernizmin ölçüsüz hazcılığına karşı tutunamıyoruz.
Dünya hayatını çilehane olarak algılayıp Allah’ın yarattığı nimetleri, zevkleri kendisiyle savaşılması gereken birer arıza olarak gören anlayışın dinleşmesi sonucu, kısıtlanan fıtrat bir müddet sonra patlayarak modernizmin ölçüsüz hazcılığına gıpta ile bakabilen karakteri üretmektedir.
Bu meyanda Müslümanlar olarak fıtri olan zevk dünyamızı kitabi olmayan yasakların baskısıyla imhaya girişmek yerine sanattan edebiyata, resim, müzik, spor, gezi, bilim-teknoloji vb. alanlara yansıtamadık. İslami ölçü ve rengin hakim olduğu ve günümüz dünyasının araçlarıyla mücehhez ürünlerin ve alanların üreticisi olamadığımız için bu fıtri boşluğun kaosu bizleri modernizmin sapkın araçlarıyla hemhal olmaya itmektedir.”
Yargıcı, çileyi kutsayıp, dünya hayatını küçümseyip Allah’ın bahşettiği zevk unsurlarını yok sayan anlayışın kaynağında Resulullah’ın (s.a.v) yaşadığı, ambargo, savaş, hicret, sabır, kanaat dolu hayatın yanlış okunmasının yattığını belirtti:
“Resulullah hiçbir zaman çileli bir hayatı ideal bir hayat olarak sunmadı. Bilakis içinde bulunduğu koşullar ona savaşmak, hicret etmek, kıtlığa-ambargoya sabredip direnmek dışında bir seçenek bırakmadığı için öyle yaşadı. Ve Medine hayatına geçtikten sonra Müslümanlar için müreffeh bir hayatın İslami örnekliğini sağlamaya da gayret gösterdi.”
Yine Kur’an-ı Kerim’den Süleyman (a.s) örneğini vererek zenginliğin, güç sahibi olmanın Allah tarafından kınanmadığını vurgulayan Yargıcı, Müslüman gençlere bu yüzyılda modernizmin bireyci, bencil, ölçüsüz ve sapkın hazcılığına düşmeden mutlu olabilmenin, hayattan zevk alabilmenin tıpkı Endülüs’te olduğu gibi zevk ve hazzımızı tatmin edebileceğimiz medeniyet üstünlüğünü elde etmeye çalışmakla mümkün olacağını belirtti ve bunun için de spordan sanata, bilimden teknolojiye, estetikten güzel sanatlara, hukuktan felsefeye değin her alanda dava şuuruyla çalışmanın ve bu şuuru taşımaktan büyük haz duyup bu uğurda çalışmanın zevkini hissedeceğimiz Mümin kimliğini fark edeceğimiz seviyeye ulaşmanın zaruretinden bahsetti.
Mümin kimliğindeki şuurun bizatihi en üstün güç ve imkanı yaratacak potansiyeli barındırdığı için gevşeyip, ümitsizliğe düşüp bireyselleşmeden kararlılıkla mücadele etmenin adı olduğunu Al-i İmran Suresi’nin 139. ayetini okuyarak belirtti:
“Gevşemeyin, hüzünlenmeyin. Eğer (gerçekten) iman etmiş kimseler iseniz üstün olan sizlersiniz.”