Amerika'daki düşünce kuruluşlarının en büyük uğraşlarından biri, az gelişmiş ve istikrarsız gördükleri, dolayısıyla muhtemel tehdit oluşturan ülkeler hakkında geleceğe yönelik senaryolar üretmek.
Bugüne kadar bu tür çalışmalar arasında gerçekten anlamlı olan bir tekine bile rastlamadım. Genellikle Batı kamuoyu için üretilmiş, incelenen ülkeyi üstünkörü ve salt siyasi aktör davranışlarından giderek öngörmeye çalışan patetik metinler olduğunu söyleyebilirim. Öte yandan bu metinlerin manipülatif etkilerinin epeyce çok olabileceğini, bu senaryolar aracılığıyla söz konusu 'ikinci sınıf' ülkelerdeki bazı odakların belirli siyasetlere yönlendirilebileceğini veya o ülkede bir kamuoyu hareketlenmesi yapabileceğini tahmin etmek zor değil.
Türkiye hakkında da yıllardır bu tür senaryolar üretilir ve merkez medya tarafından 'bilimsel çalışma' kisvesi altında servis edilirdi. Bugün Türkiye kamuoyunda etki yaratma gücü kalmamış olsa da, benzer senaryoların Amerikan 'düşünce' kuruluşları için cazibesini devam ettirdiğini anlıyoruz. New York Üniversitesi'ne bağlı Küresel İlişkiler Merkezi (CGA) de bu türden bir metni geçen haftalarda meraklılarına sunmuş. Bilindiği üzere bu senaryo çalışmalarında hemen her zaman üç senaryo alternatifi bulunur. Bunlardan ikisi gerçekçi olma kaygısı taşımadan bazı uç noktaları 'olası' sonuçlar olarak betimler. Üçüncüsü ise, diğer iki senaryonun varlığında 'gerçekçi ve objektif' görünüm kazanır ve metni hazırlayanların manipülasyon siyasetine imkân tanır.
Nitekim CGA'nın ilk iki senaryosu, İslami ve askerî diktatörlüğe giden yolları öngörmesiyle, günümüz Türkiye'si açısından epeyce gülünç özellikler taşıyor. Çünkü bu tür gelişmelerin toplumsal zemini yok. Eğer mesele sadece siyasi aktörlerin muhtemel ideolojik ve irrasyonel kararları olabilseydi, belki bu senaryolar da bir miktar anlam kazanabilirdi. Ne var ki Türkiye'de bugün asıl belirleyici dinamik siyasetten değil, toplumdan kaynaklanıyor ve toplumsal talepleri anlayıp taşıyabilen siyasi aktörü büyütüyor. Topluma bakıldığında ise ne İslamcılığın ne de askerî vesayetin artık işlevsel birer alternatif olmadığını görmek zor değil.
Böylece geliyoruz 'siyasi çoğulculuk' gibi çekici bir ad verilmiş olan üçüncü, yani 'gerçekçi' alternatife. Burada AKP hükümetine yönelik öngörüler şöyle: AKP seçmenlerin beklentilerini karşılamada başarısız olacak, anayasal sınırları aşmaya kalkacak, başkanlık sistemini zorlayacak, medya üzerindeki baskılarını artıracak ve İslami bir dış politikaya kayacak. CHP ise aynı süreçte çekici bir sosyal demokrat program geliştirirken, BDP de olgunlaşacak... Böylece Kürtlerle merkez sol birleşerek iktidar alternatifi olacak ve 2015 seçimlerinde oyların eşit dağılmasıyla AKP'de ortaya çıkacak kriz bu partiyi bölecek...
Öngörüleri ele almadan şunu soralım: Acaba bu nasıl bir 'siyasi çoğulculuk' ki AKP'nin sürekli yanlış, CHP ile BDP'nin ise tamamen doğru davranmasını gerektiriyor? Söz konusu senaryo aslında tersten bize şunu söylüyor: Bugün itibariyle AKP 'maalesef' doğruları, diğer iki parti ise 'maalesef' yanlışları temsil etmekte. Bu durumda hepsinin gelecekte 'doğru' davranması, yani AKP reformlara devam ederken, CHP ve BDP'nin de reformlara destek vermesi, hatta bu alanda çıtayı yükseltmesi daha iyi olmaz mıydı? Yoksa 'siyasi çoğulculuk' için ille de AKP'nin yanlış mı yapması lazım?
Derin bir analize ihtiyaç yok... CGA'nın 'gerçekçi' senaryosu, laik rahatsızlığın 'düşünce' görünümlü bir manipülasyon çabası olarak somutlaşmasından ibaret. Öte yandan bu 'düşünce ürünü' senaryonun açıkça akıl eksikliği ima eden varsayımlara dayandığını görmekte yarar var. Çünkü AKP'nin içsel dinamiğini ve toplumla ilişkisini biraz bilenlerin bile, bu partiden beklenen yanlışların hiçbirinin yapılmayacağını öngörmesi gerekir. AKP demokratikleşmede yerleşik sınırları aşmakta zorlanan ama otoriterleşme tuzağına düşmemek için azami titiz davranan bir parti. Bunun da basit bir nedeni var: Eğer bu tuzağa düşerlerse bizzat İslami kesimden alacakları oyun düşeceğini biliyorlar. CHP ile BDP'nin ise öyle ideolojik ayak bağları mevcut ki, bu partilerin senaryonun beklediği performansı üretmesi bir hayal. Ayrıca bu partilerin toplumsal tabanı da otoriter zihniyetten kurtulabilmiş değil ve bunun değişmesi için herhalde en az on yıl, yani yeni bir nesil lazım.
'Geri' ülke ve toplumlar için senaryo üretmek hoş... Eminim tartışmalar da çok verimli ve 'doyurucu' geçmiştir. Ama toplumu anlamadan, kafanızdaki ideolojik klişeye uygun düşen siyasi aktör analizleriyle gidilebilecek fazla yol yok...
ZAMAN