Kaderin garip bir cilvesi olsa gerek. İnsan, yaşanan hayatta bazen fikir olarak tam karşısında durduğu dünya görüşünün yanında bulur kendisini.
Bu yaman çelişkiyi daha çok İslâmî câmianın moderniteyi en iyi anlayan, ona derûnuna nüfuz etmiş ve hiçbir komplekse kapılmaksızın yüksek sesle ontolojik ve epistemolojik temelde eleştiren, çıkmazlarını büyük bir yetkinlikle ortaya koyan fikir adamlarının hayat tarzlarında görüyoruz.
Öte taraftan moderniteyi iyi tahlil edemeyen, modern olanla İslâmî olan arasındaki ontolojik ve epistemolojik aykırılığını yeteri kadar farkında olmayan gelenek çizgisindeki kimi kanaat önderleri ise, modern olana biraz şaşı ve biraz da imreniyle bakmakla beraber yaşam tarzı ve İslâmî okumalarında modern paradigmadan uzağa düşmekteler.
Ortada acaba bir çelişki mi var?
Oysa düz mantık modernitenin künhüne vâkıf ve onu eleştiren Müslümanların modern olanın dışında bir hayat vasatı tutturmaları gerektiğini söylüyor bize, değil mi?
Modern paradigmanın fazla farkında olmayan dindarlar bir dereceye kadar eksik bilgiden dolayı modernle paralel düşseler bile mazur sayılabilirler. Lâkin diğerlerinin pek de mazeretleri olmasa gerek, ilk bakışta öyle geliyor insana.
Bence bu çelişkili durumun sebebi şudur:
Moderniteye hakiki eleştiriler getiren düşünürlerin önemli bölümü moderniteye vâkıf oldukları kadar aidiyet iddiasında bulundukları İslâm’a, onun varlık ve bilgi nazariyesine hâkim değiller. Moderniteye dair eleştirilerini bir dereceye kadar içten yapılmış bir eleştiri sayılabiliriz.
Çünkü bunlar modern eğitim çarklarından geçmiş, düşünce kodları modern verilerle şekillenmiştir. Çünkü kalpleri İslâm’la beraber çarparken zihin kodları önemli ölçüde modern kavramlarla faaliyet göstermektedir. Belki farkında değillerdir ama, akılları ve yürekleri arasında zaman zaman sıkışıp kalmaktadırlar. Çünkü bu kavramların dünyası, bir tasavvur merkezi gibi anlamı da kendi etrafında toplamakta ve kendine göre bir zihin kurmaktadır.
Kimi tepkilerinde yürekleri kimi tepkilerinde de kalpleri galebe çalmaktadır. Batı’yla yüzleştiklerinde yüreklerinin sesine, Doğu’yla yüzleştiklerinde ise akıllarının sesine kulak vermekteler. Batı emperyalizmine karşı eleştirel ve kimi yerde de aktivist, İslâmî ve Müslüman toplum okumalarında da moderne paralel düşebilmekteler.
Aidiyet duydukları medeniyete dair bir şeyler söyleseler de, psiko-entelektüel faaliyetin merkezi olan beyinlerine, yani modernitenin etkisi altında olan düşünüş tarzlarına yenik düştükleri az değildir.
Öte taraftan kültürel müktesabatı gereği düşünürken klasik usûlden âzade hareket edemeyen, dinî okumalarını yine sahip olduğu eğitim formatının kaçınılmaz bir sonucu olarak ilmî gelenek çizgisinde yapan birçok kanaat önderi de yaşam tarzlarında, giyim kuşamlarında moderne aykırı düşerler. Moderniteye gizli bir sempati beslemeleri bunu değiştirmez.
Bu Müslümanların modernite eleştirilerine bakın, genelde cılızdır. Bazen de kurgu. Zira vakit ayırıp da moderniteyi çalışmamış ve felsefik zeminde onunla yüzleşmemişlerdir.
Bir de az sayıda kanaat önderi vardır ki, hem moderniteye hem de İslâm bilgi birikimine vâkıftırlar. İki dünya görüşünü de gâyet derin tahlil edebilmekteler. Sayıları az da olsa, kanaatimce, söylenmesi gerekeni daha çok onlar söyleyecektir. Çünkü neye niçin karşı çıktıklarını, olması gerekenin ne olduğunu bilmekteler.
Onlar ifrat ve tefrite kaçmadan, modern olguları teorik ve reel zeminde hakkını vererek okuyan ama okumalarını kendi bilgi nazariyesinin zemininde yapabilen hakiki öncülerdir.
YENİ AKİT