Covid 19 vurüsü nedeniyle 65 yaş üstü insanlara evden çıkma yasağının getirilmesiyle yaşlıların ve ihtiyarların hayatımız içindeki yeri bir kere daha tartışılır hale gelmiştir.
Allah evrenle ilgili belirli ölçüler tayin etmiştir. İnsanoğlunu da tıpkı tabiat kanunları gibi bir düzen içerisinde yaratmış, hayatını zorunlu evrelere ayırmış ve her evreye özgü bir takım sorumluluklar yüklemiştir. Yaşlılık dönemi, insanoğlunun geçireceği bu evrelerden biridir. Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır:
"Sizi önce topraktan, sonra nutfe (sperm)den, sonra kan pıhtısından yaratan sonra sizi bir çocuk olarak dünyaya getiren, sonra olgunluk çağına ve nihayet ihtiyarlar olmanız için yaşatıp büyüten O'dur. Kiminiz de daha önce öldürülür. Bunları taktir ettiği belli bir vakte ulaşasınız diye yapıyor. Umulur ki aklınızı kullanırsınız." (40/67)
Sözlükte yaşlı insan, takvimsel yaşı ilerlemiş, ihtiyarlamış kimse anlamına gelmekle birlikte aynı zamanda deneyimli, tecrübeli kişi anlamında da kullanılmaktadır. Peki yaşadığımız toplumda ve diğer modern toplumlarda yaşlılık neyi çağrıştırmaktadır; yaşlı insanlara verilen değer nedir?
Ne yazık ki içinde yaşadığımız modern toplumda nüfusun bir kesimini oluşturan (ki her genç insan birer yaşlı adayıdır) yaşlı insanlara dair düşüncelerin çoğu pek olumlu değildir. Yaşlılık çoğu insan için bir bitiş, bir çöküş dönemi olarak algılanmıştır. Yaşlılık insanın ölüme en yakın olduğu ve bu yüzden de sürekli ölüm tedirginliği taşındığı, çeşitli sendromların yaşandığı, çoğu kez de başkalarına muhtaç olunan, üretemeyip sadece tüketilen bir dönem olarak değerlendirilmiştir. Oysa biz biliyoruz ki ölüm bir bitiş değil, Allah’a varış için açılan bir kapıdır.
Nahl Suresinde Rabbimiz, yaşlılık dönemini “Erzelül umr”, yani “ömrün en aşağı ucuna geri dönüş” (16/70) olarak bildirse de burada ki asıl anlam insanın ömrünün her döneminin farklı olduğu ve istese de artık gençlik döneminde ki güç ve kuvvetine geri dönmesinin mümkün olmadığına vurgudur.
Çağlara ve toplumlara göre yaşlılık tanımı değişmektedir. İlk insan topluluklarından bu yana vahyin biçimlendirdiği toplumlarda yaşlılar, geleceği kuran insanlar bağlamında takdire değer ve saygı duyulması gereken muhataplar olarak algılanmışlardır. Ayrıca İslami ve insani değerleri taşıyan ve yaşatmaya çalışan yaşlılar, tecrübe ve birikimleriyle hayata daha olgun ve dengeli bakabilecek insanlar olarak değerlendirilmişlerdir. İslam toplumunda gençlerin dinamizmi ve heyecanları, yaşlıların tecrübesi ve olgunluklarıyla dengelenerek hayat çeşitlendirilmiştir.
Peygamberimiz Aclunî’nin aktarımına göre “dünya ahretin bir tarlasıdır” buyurmaktadır. Aslında yaşlılık dönemi de bu anlamda gençlik döneminin hasat verme vaktidir. İnsan yaşam tarlasına ne ekerse yaşlılık döneminde de onu biçecektir.
Peygamberimiz (s) 63 yaşında vefat etti. Çok daha uzun ömürlü yaşayan peygamberler ve salihler olmuştu. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer gibi sahabeler, hayatlarının son dönemlerinde güzel icraatlarda bulunmuşlar ve olgun örneklikler sergilemişlerdi.
Bu bağlamda ihtiyar kelimesi seçkin, seçilmiş, tecrübeli gibi anlamlara da gelmektedir. Bu nedenledir ki Hz. Ömer’in tartışmalı konularda yaşlı ve tecrübeli kadınlarında görüşlerine başvurduğu rivayet edilir.
Fakat eski dönemlerde batı toplumlarda yaşlılar engellilerle eşdeğer sayılmış, toplum tarafından istenmeyen, acınmaya muhtaç kişiler olarak algılanmış, böylece yaşlıların birikim ve deneyimleri neredeyse göz ardı edilmiştir.
Eski Roma toplumunda ailenin reisi olan erkek mal ve mülkün tek sahibi olarak kabul edilmiştir. Baba yaşadıkça erkek çocuk hiçbir söz hakkına sahip olamazken, ancak babasının ölümünden sonra Roma vatandaşı sayılabilmiştir. Bu tür baskıcı ve zoraki bir itaatin var olduğu aile ortamında ise yaşlı insana saygı sadece göstermelik bir davranıştan öteye geçememiştir. Baskıcı itaatin getirdiği göstermelik saygının aşıldığı bazı ilkel toplumlarda ise zor şartlar nedeniyle yaşlı insanın aile içinde tüketen ve bakımı oldukça zorlaşan bir birey olarak görülmesi, onun ölüme itilmesine neden olmuştur. Sibirya'da yaşayan bazı kabilelerde bir yük haline gelen yaşlı insanın aile meclisi tarafından ölümüne karar verilmesi ilginçtir. Aile meclisi yaşlı kişinin nerede, nasıl ve ne şekilde öldürüleceğinin kararını alır, eğer aile yaşlıyı öldürmek istemezse onu kendi başına uzak ve ıssız bir yere bırakarak ölüme terk ederdi.
Oysa vahye muhatap olan bütün toplumlarda yaşlılara saygı ve sahiplenme bilinciyle yakınlaşmak, ibadi ve insani bir sorumluluk olarak algılanmıştır. Buna en güzel örneklerden birisi Hz. Ömer ile Hz. Ebubekir arasında geçtiği rivayet edilen şu hadisedir. “Medine’nin dış mahallelerinden birinde âmâ bir ihtiyar kadın vardı. Her gün ona uğrayıp yardım etmek isterdim. Fakat ne zaman gitsem, benden evvel birinin uğrayıp her işini yaptığını görürdüm. Merak ettim, her gün bu sevabı işleyen kimdir diye. Bir gün çok erkenden yanına uğradım ihtiyarın. Ne göreyim! Bu hayrı işleyen Ebubekir’in ta kendisiydi.” (Suyuti, Tarihi Hulesa, s. 80.)
Genellikle tarım toplumlarında da yaşlılar, büyük aile yapısı içinde hep otorite olarak görülmüşlerdir. Büyük aile modelini içinde barındıran Osmanlı toplumunda çocuklar erken yaşta evlendikleri için baba ocağında kalırlardı. Evin reisi daima baba idi. Baba veya büyükbabanın yanında, anne veya büyükannenin de öncelikli rolü söz konusuydu. Baba ölünce yerine evin en büyük oğlu geçerdi. Fıkıh kitaplarındaki aile mükellefiyetiyle ilgili düzenlemeler de bu örfe göre yapılırdı. Bedensel zaaflar yaşlı insanın otoritesini kaybetmesine engel teşkil etmez, ailede tecrübeli kişi olarak görülmeye devam eder ve otoritesini daima korurdu.
Ancak sanayileşmeyle başlayan şehirleşme hayatında gerek sosyal, gerek ekonomik ve gerek psikolojik anlamda bir çok problemler meydana gelmiş ve bu problemlerle beraber ucuzlayan insan hayatı da büyük oranda değişikliğe uğramıştır.
Köyden kente göçün neticesinde başlayan hayat kavgası aile demografisini etkilemiştir. Büyük ailenin tersine şehirlerde derme çatma evlerde oluşturulmaya çalışılan yeni tip ailelerde (daha sonraları bunlara çekirdek aile denilecektir) çocuk gibi yaşlı insan da yük olarak görülmeye, çoğu kez tüketici bir obje olarak algılanmaya başlanmıştır. Tabii ki mesai yoğunluğu ve ekonomik nedenlerle çocuk sayısının giderek azaldığı bir ortamda yaşlı insanın varlığı da tartışma konusu olmuştur.
Ticaret ve sanayileşme sürecinin büyüttüğü kentleşme olgusu, sadece sosyal yapıyı biçimlendirmemiş aynı zamanda insan hayatını ve özelde yaşlı insanın yaşamını da büyük oranda etkilemiştir. Yaşlılar köy ortamından ve akraba çevresinden kopmuş, şehir hayatının akışı içinde yalnızlaşmışlardır.
21. yüzyıla geldiğimizde yaşlı insanın problemi sadece endüstri ülkelerinin sorunu olmaktan çıkmıştır. Çünkü kapitalist değerler ve tüketim kültürü küreselleşme adı altında tüm dünyamızı ve sosyal yaşantımızı kuşatmakta ve etkilemektedir. Bu nedenle yaşlıların sorunu dünya halklarını da içine alan evrensel bir sorun haline gelmiştir.
Endüstrileşme küçük aile ile büyük aileyi birbirine karşıt iki kutup haline getirmiş ve giderek bireyselleşen bir toplumda artık herkes kendine ait bir dünya kurmanın çabası içine girmiştir. Aile içinde dayanışma azalırken bu azalma neticesinde de kendinden başka her bireyin yük olarak algılandığı bir yaşam tarzında çocuk için kreşler, yaşlı için çeşitli bakımevlerinin varlığı elzem bir hal almış, insanlar arasında iletişim ve dayanışma kaybolmaya başlamıştır. Bireyselliği önceleyen "Aydınlanma" süreci ve liberalizm, kalabalıklar içinde yalnız bireyler üretmiştir.
Endüstri toplumunda birey, kapitalizmin biçimlendirdiği bir tüketim nesnesiydi. Her bireyin kendi başına ayakta kalması, aynı zamanda kendi yalnızlığını da üretmesi demekti. Modernizmin daha da dünyevileştirdiği hayatımızda, insanlar paraları veya fizyolojik özellikleriyle değer kazanmaktadırlar. İnsanlar yaşlandıkça bedensel güzelliklerini yitirirken genellikle çevrelerini de yitirmeye başlamaktadırlar.
Oysa vahyin hitap ettiği yaşlı insan, ölünceye kadar okumaya, tefekküre ve ibadete davet edilen; Hz. Muhammed'in örnekliği ile kıyametin kopacağı bilinse bile elindeki fideyi dikmeye yöneltilen; kas gücünden olmasa da en azından istişari olarak beyin gücünden istifade edilen; İsra Suresi 23ve 24. Ayet gereği yaşlandıkça "öf" denmekten kollanan; saygı duyulan ve güzel söz ile hitap edilen bir varlıktır.