Rabbimiz evreni yaratmış, gecenin ardından gündüzü, mevsimleri, günleri, ayları oluşturarak hayatı belirli ölçü ve denge üzerine oturtmuştur. İnsanoğlu da fıtri kanunlar gereği birtakım evreler geçirerek yaşamını devam ettirmektedir. Emaneti üstlenen insanoğlunun bebeklik, çocukluk, gençlik gibi bu zorunlu evrelerinden birisi de yaşlılık evresidir.
Rabbimiz Mümin Sûresi’nin 67. ayetinde insanı topraktan, sonra nutfeden, sonra da kan pıhtısındanyaratarak onu bir çocuk olarak dünyaya getirdiğini vurgular. Daha sonra insanın olgunluk/rüşd çağı ve ardından da yaşlılık çağına ulaşacağını belirtir. Ölümün kendi elinde olduğunu hatırlatan Rabbimiz insanın ömrünün uzunluğu veya kısalığının önemli olmadığını, gençlikte de, ihtiyarlıkta da aklımızı, irademizi iyi kullanarak, salih amellerle Rabbimizin huzuruna çıkmamızın asıl olduğunu hatırlatır.
Çağlara ve toplumlara göre yaşlılık tanımı değişse de genel olarak yaşlı, takvim yaşı ilerlemiş, ihtiyarlamış kişi olarak değerlendirilir. Aynı zamanda yaşlı insan deney ve tecrübeli kişi anlamına da gelmektedir.
Eski Roma toplumunda erkek ailenin reisi ve bütün malın sahibi olarak görülürdü. Bu nedenle de baba ölene kadar Roma vatandaşı bile kabul edilmeyen erkek çocuk, babaya itaat etmek zorundaydı. Ancak bu itaat gönüllü bir itaat olmaktan ziyade zorunlu ve baskıcı bir itaati içeriyordu. Yine eski çağlarda yaşlılar sakatlarla eşdeğer tutulmuş ve toplum tarafından aciz, eksik olarak algılanarak tecrübeleri göz ardı edilmiştir.Sibirya’da ise, yaşlı insan ailede yük olarak görülmüş ve aile meclisi tarafından zamanı geldiğinde ölümüne neden olacak uzak ve açık bölgelere terk edilmiştir.
Sanayileşme ile başlayan şehirleşmede de insanlar birçok problemle karşılaşmış ve bu problemler sonucunda da insanların yaşamları büyük oranda değişime uğramıştır. Öncelikle köyden kente göç eden ailelerin geçim kaygısı aile demografisini etkilemiş, geniş aileden çekirdek aileye geçişler başlamış, yaşlılar huzur evlerine terk edilmiştir.
Buna bağlı olarak da modern çağda yaşlılık hali birçok insan için deneyim ve tecrübelerinden faydalanılacak boyutu veya şefkat gösterilmeleri gereken boyutu göz ardı edilmiş, ölüm korkusunun yaşandığı dönem, bir bitiş, çöküş ve hayattan kopuş olarak algılanmıştır. Hatta birçokları tarafından kişinin ihtiyarlık dönemi, sadece tüketici ve yük haline gelinen bir evre olarak değerlendirilmiştir.
Oysa Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'de anne ve babaya dolayısıyla aileye emeği geçen yaşlılara hürmet etmenin gerekliliğini belirtmektedir:
"Rabbin O'ndan başkasına kulluk etmemenizi ve anne babaya iyilikle davranmayı emretti. Şayet onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlılığa uğrarsa, onlara: 'Öf' bile deme ve onları azarlama, onlara güzel söz söyle" (17/23)
Yukarıdaki ayetten de anlaşıldığı üzere vahiy ile muhatap olmuş tüm toplumlarda yaşlı insana hürmet ve saygı ile yaklaşılmış; ayrıca onların yaşam tecrübeleri önemsenmiş ve gençlerin heyecanları karşısına birikim sahibi yaşlı insanların olgunluğu getirilerek denge kurulmaya çalışılmıştır. Ve vahyin hitap ettiği yaşlı insan hayatının sonuna kadar okuyan, tefekkür eden ve ibadi sorumluluklarını gücü oranında yerine getiren kişi olarak görülmüştür.
Bu nedenle de yaşlanmanın ne zaman başlayacağı, yaşlanınca ne yapacağımız, üzerimizdeki etkileri neler olacak gibi karmakarışık sorular üretmek yerine, insanın yaşlandığında nasıl daha verimli bir hayat süreceğinin cevaplarını aramamız hayata daha sağlıklı bakmamızı sağlayacaktır. Çünkü insanoğlu dünyaya bir imtihan amacıyla gönderilmiştir. Önemli olan da bu hayatta yaşlı ya da genç olunması değil, Rabbimiz için nasıl bir kul olunacağı gerçeğidir.
Vahyin taşıyıcısı olan Hz. Muhammed (s) 63 yaşında vefat etmiş ve ömrünün sonuna kadar insanlara tebliğ mücadelesini sürdürmüştür. Yine Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer gibi öncü sahabeler, hayatlarının son dönemlerine kadar güzel icraatlarda bulunmuşlar ve olgun örneklikler sergilemişlerdi. Ayrıca İslam tarihinde çok daha uzun ömürlü yaşayan peygamberler ve salihler de olmuştur. “Çöl Arslanı" ve direniş önderiÖmer Muhtar oldukça ilerlemiş yaşına rağmen, gücü yettiği kadarıyla sevecen bir tavırla çocuklara okuma yazma öğretmekte, İslam'la ve hayatla ilgili temel bilgiler vermekteydi. Mimar Sinan ustalık dönemi eseri olarak kabul edilen Selimiye Camii'ni yaptığında 80 yaşındaydı.
Burada aklımıza şöyle bir soru gelebilir. Peki yaşlı insan kendini yenileme imkanı bulamamışsa o zaman saygınlığını yitirecek midir? Şunu unutmamamız gerekir ki Kur'an bize, anne babada bilgi boyutuyla ve fizyolojik açıdan eksiklik ve zaaf olsa dahi ebeveyn olmaları gereği onlara saygı gösterilmesi doğrultusunda ikazlarda bulunmaktadır. Vahyin yaşlılarla ilgili buyruğu, insan ve toplum fıtratını en iyi bilen Rabbimizin, fıtratımıza uygun olanı tavsiyesi olarak değerlendirilmelidir. Bu nedenle de yaşlılarla ilişkiler bakımevi ve huzurevi açmak şeklinde kurumlaşmanın soğuk ve seküler yüzünden ziyade; sünnetullah gereği tutarlı ve ibadi bir sorumlulukla yerine getirilmelidir.
Yaşlılarına vahyi ölçüler ve ahlak dairesinde hürmet edemeyen ailelerin ve toplumların geleceği ne kadar hürmete değer olabilir?