Modern şirk: Allah’tan koparılmış bir hayat

​​​​​​​İnsan mahluksuz bile hayatını sürdüremiyorsa, Haliksız nasıl sürdürecektir? İşte bu yüzden ‘seküler şirk’ insanın kendi kendisine yettiğini zannetmesidir.

Yaşar Değirmenci’nin Yeni Akit gazetesinde “Seküler şirk” başlığı ile yayınlanan yazısı:

Şirkin bir türü de Allah’tan bağımsız bir hayat olduğunu tasavvur etmektir. Bütün bir varlık âleminde Allah’tan bağımsız bir hayat alanı yoktur. Allah Teala hayata müdahildir. Allah’ın hayata müdahil olmadığını düşünmek şirktir. Dinimizi yaşayalım/yaşamayalım; ebedî hayat yolculuğunun uğrak mahalli olan dünya hayatımızda itikadi meselelere çok dikkat etmemiz gerekir. Allah’tan bağımsız bir alan olduğu zehabına kapılanın önünde iki tercih vardır: Allah’ın müdahil olmadığını düşündüğü o alanda; ya Allah’tan başkalarına ‘tanrılık’ yakıştıracak veya kendisi tanrılık taslayacaktır

Günümüzde şirkin bu türü, seküler düşüncenin yaygın olduğu çevrelerde, laikliği, yani hayatın dinin dışına çekilmesini olmazsa olmaz görenlerde revaç bulmaktadır. İnsanlar devlet gibi bir kurumun öngördüğünün dışında bir hayat tarzı benimsemeyeceklerine göre laikliğin/sekülerizmin söz sahibi olduğu ortamlarda dinin söz sahibi olması zordur. İnsanın dindar olmasının doğal olduğu yerde, bu tabiliğe ters olan anlayışa tâbi olunmaz, kabullenilmez. Müslüman nesillere zorla benimsetilmeye çalışılan laiklik; bir yozlaştırma, dini kimliği, hayatın dışına çekme ve kimliksiz/kişiliksiz Batı’nın uşaklığının yerli kölesi yapmadır. Allah’tan (kutsaldan) arındırılan hayat alanının hızla kokuşması ve o alanda yaşayan herkesi ve her şeyi çürütmesidir. Allah’tan koparılmış bir hayat, ruhunu yitirmiş bir ceset gibi kokuşurAllah’ın insanoğluna emanet ettiği şu misafirhanedeki hayatı Allah’tan koparmaya, O’ndan kaçırmaya, O’ndan çalmaya çalışmak! Allah, dinini bir kısmının alınması, gerisinin bırakılması için göndermemiştir. İslâm, bir insanın evine ve mescidine daraltılabilecek bir din değildir. Seküler şirk; uğrunda can verilmesi gereken fazilet yerine kanunla himaye edilebilir ahlaksızlığı yerleştirmiştir. Ana gaye; İslâm’a çağa uygun bir şekil verme arzusudur. Bizimle uzaktan yakından hiçbir ilgisi olmayan laikliği/sekülerizmi, İslâm’sız hayatı yerleştirme çalışmalarıdır. Yumurtasız omlet yapma mantıksızlığı! 

Hırsızlık kötüdür. Fakat dayalı döşeli evinizi kendisine açtığınız, her türlü ihtiyacını eksiksiz karşıladığınız misafirinizin eşyanızı çalmaya, evinizi gasp etmeye kalkışması daha kötüdür. İnsan da ‘dünya’ adlı şu misafirhanede Allah’ın misafiridir. O öyle bir hane sahibidir ki, sadece hane O’na ait değil, misafirin kendisi de, hayatı da O’na aittir. Hal böyleyken Allah’ın müdahil olmadığı bir hayat alanı hayal etmek; ilâhi emanete sayısız ihanet manasınadır. Şu ayetin mealini (22; 38) “Allah, hiçbir nankör haini sevmez” de düşünerek okuyalım. Nankör olup olunmadığını, zihin işgalinin tesirini, putlaştırılan kavramlara esaretini, vatan (cesedi) kurtulurken/kurtarılırken ruhunun katledilip edilmediğini bütün bunlardan kurtulmak için de çarenin, “Kitap ve Sünnet” olduğunu… 

Mümin hayatın her alanında Allah’la beraberdir. Yaşadığı hayatın nesnesi değil, öznesi olmayı ancak bu sayede becerebilir. Allah’a layıkıyla ‘kul’ olmayanlar her türlü sahip oldukları emanet olarak verilenlere, arzu ve isteklerine kulluk yapar. Dillerine pelesenk ettikleri ‘özgür’lüğün yolu Allah’a kulluktan geçer. 

Dini hayatı; yaşanmayan vicdanlara hapseden yapı, acıkan insanın yemek yemeden doyduğu, susayan insanın suyu düşünmesiyle susuzluğunun giderildiğini zanneden hastalıklı yapıdır. Müslüman aklı; hayatın her alanında Rabbiyle yaşar, düşünür, konuşur. Nasıl mı?

Acının zirvesinde “Allah!” der. Dâvâsı uğrunda can vermek için düşmanın üzerine yürüdüğünde “Allah! Allah!” der. Can havliyle gücünü toplarken “Ya Allah!” der. Heyecanlandığında “Allahüekber!” der. Bir işe girişirken “Bismillah” der. Karar verdiğinde “Biiznillah!” der. Hayran olduğunda “Maşallah!” üzüldüğünde “La havle vela guvvete illa billah” der. Arzuladığında “İnşallah” özür dilediğinde “Estağfirullah” der. Her halde “Elhamdülillah”, yemin ederken “vallahi Billahi” der. 

İslâm’ın inşa ettiği hayatın yapı taşları olan bu dil; hayat tarzımızın/tasavvurumuzun merkezinde/temelinde Allah’ın yer aldığının en çarpıcı göstergesidir. Bu dil aynı zamanda, şirkten uzak durmak için gösterilen hassasiyetin ifadesidir.  

İnsan bir aileye, sosyal bir çevreye ihtiyaç duyar. İhtiyaçlarını karşılamak için; yere, göğe, ekmeğe, suya muhtaçtır. İnsan daha yaratılmışlardan bile bağımsız yapamıyor/yaşayamıyorsa Yaratan’dan bağımsız nasıl yapacaktır? İnsan mahluksuz bile hayatını sürdüremiyorsa, Haliksız nasıl sürdürecektir? İşte bu yüzden ‘seküler şirk’ insanın kendi kendisine yettiğini zannetmesidir. 

Şirkin tövbesi şirkten vazgeçmektir. Şirkten vazgeçen tevhide yönelir. İmanımızı zedelememek için bu hususlara azami dikkat edelim. İnandığımız gibi yaşayalım. Aksi takdirde yaşadığımız gibi inanmaya başlarız.

İslam Düşüncesi Haberleri

“Böylelikle biz Yusuf’u Mısır’da yerleşik kıldık. O'na sözlerin yorumundan olan bir bilgiyi öğrettik…”
"Bir yolcu kafilesi geldi ve Yusuf'u bulup kuyudan çıkardı"
"Bundan sonra bana düşen güzel bir sabırdır.."
Dediler ki: "Ey babamız! Gerçek şu ki; biz gittik, yarışıyorduk... O esnada Yusuf’u kurt yemiş..."
"Andolsun, sen onlara kendileri, farkında değilken bu yaptıklarını haber vereceksin"