İsmail Kılıçarslan / Yeni Şafak
Tanrıyı şehirden kovarsan sonucuna katlanırsın
Youtubedaki 140 Journos kanalının bence harika işi “Adnan”ı izledikten, Adnan Oktar’ın bütün pisliklerine vakıf olduktan sonra ister istemez döküldü dudaklarımdan bu cümle: “Tanrıyı şehirden kovarsan sonuçlarına katlanırsın.”
Biraz geriden alayım.
Bu hafta sonu izlediğim tek belgesel Adnan değildi. Kendini UFO dininin peygamberi ilan eden Rael ile ilgili bir belgesel de izledim. Bununla da yetinmedim. Bence işi bütün detaylarıyla anlatmak dururken magazine eden epeyce yüzeysel “Tarikat Lideri Nasıl Olunur?” belgesel serisine de göz attım.
Zaten bildiğim meselelerdi ama peş peşe bu kadar “modern kült” izledikten sonra bu husustaki inancım bir kez daha pekişti. Bu üçkâğıtçılara gönül indiren ve sonra pişman olan biri, Batı düşüncesine dönüp “Elimizden inancımızı aldınız ama inanma ihtiyacımız yerinde durduğu için Jim Jones’undan Rael’ine, Osho’sundan Adnan’ına, İskender’inden Fetoş’una kadar bir yığın ne idiğü belirsiz soysuz herif gelip bize ‘İnanmak istediğini biliyorum, o halde bana inan’ dedi ve biz de onlara inandık” dese, edecek tek bir kelimesi, verecek tek bir cevabı yok Batı’nın.
Biraz daha geriden alayım.
2013 yılında taş gibi yazmışım: “Haydar Baş, Adnan Oktar, Edip Yüksel, Zekeriya Beyaz ve daha nicesi. Suç bizde. Vaktiyle kovalamadığımız için evimizin önüne pisliyorlar.”
Bugün de böyle mi düşünüyorum? Evet, kesinlikle. Bu işleri temizlemek kesinlikle Türkiye’deki dini hareketlere ve dindarlara düşerdi. Sorun onların sorunu değildi ama temizlik onların vazifesiydi. Ama daha başka söyleyeceklerim de var bu meselede.
İşin açığını konuşmasak olmayacak. Tanzimat öncesi başlayan ve adına Türk modernleşmesi dediğimiz kendine mahsus modernleşme biçimi bizi her bakımdan ama en çok da bilinç bakımından yaralı bıraktı. Bu tabii, uzun bir mesele. Biz şimdilik yazımıza bakan kısma odaklanalım.
Türk modernleşmesi bizi Tanrıyla, tanrısallıkla ve inançla kandırmaya çabalayan madrabazları şehirden kovmak yerine bizatihi Tanrı’yı şehirden kovmayı seçince olacak zannetti ama olmadı. Şehrin ürettiği dindarlık yerin altına, taşraya, köye doğru gerileyince türlü tuhaflıklar zuhur etti. Safahatı uzun tabii ama “bugün Türkiye’de başımıza bela olan İrancılık akımı bile Tanrıyı şehirden kovan Türk modernleşmesinin bir semptomu” desek sezadır.
İlgili belgeselleri peş peşe izleyince tamamen ikna olduğum şekliyle ifade etmem gerekirse 1960 ve bilhassa 1970’lerde bütün dünyada neşvünema bulan modern kültler aslında bizim memlekete de aynı hızla ve fakat başka formlarda gelmiş. Hem mesiyanik kültler seküler kesimlerin arasında yayılmış hızla, hem de o büyük “şehir dindarlığı boşluğu” aslında dümdüz “modern kült” olan bazı yapıları dindarlık kisvesiyle Türkiye’de tutundurmuş.
Adnan’ı da, İskender’i de, Haydar’ı da, Fetoş’u da tam böyle bence.
Basitçe ifade etmek gerekirse “kendinden büyük bir şeyin parçası olmak” manasında da ele alabileceğimiz “inanmak bahsi” o ya da bu oranda insanın inanma ihtiyacını tatmin etmek anlamına da gelir. Kişisel gelişim dininin milyonlarca inananı da böyledir, meditasyon yaparak arınacağını düşünen de böyledir, halka kurup zikre kalkan da böyledir.
Yine basitçe ifade etmek gerekirse “her inancı zehirli” olarak sınıflandırıp sadece “benim izin verdiklerime inanabilirsin” diyen Batı düşüncesi ve ona eklemli tüm saçma modernleşmeler bu hususta duvara toslamıştır.
Oysa bugün “şehrin kendi ürettiği dindarlık”tan söz edebiliyor olsaydık, dindarlık bizatihi Türk modernleşmesi eliyle budanmasaydı bu saydığımız isimler “ben mehdiyim” diyerek sokağa çıkamaz, daha başlangıçta “hadi lan oradan” denilerek engellenirlerdi. Oluşmuş ve/veya oluşturulmuş bütün boşluklardan sızan bu madrabazlar, kızlara sistematik şekilde tecavüz edeninden memlekete darbe yapanına, müritlerine tencere sattıranından “loading” yöntemiyle vahiy alan danasına kadar başımıza belâ oldular.
“Ben mehdiyim” diye dolaşan Kara Vaiz’e “hadi lan oradan” diyerek Mevlid-i Şerif’i yazan Süleyman Çelebilerimiz olaydı, her türden dini yozlaşmayı ve din ticaretini yerden yere vuran Mehmet Akiflerimiz olaydı bu işler böyle seyretmezdi, seyretmeyebilirdi.
140 Journos’un Adnan Belgeseli’nin bambaşka bir harikalığı daha var. Şebnem Korur Fincancı’nın “İşkence Atlası” kitabının basımını “rüşvet” olarak alıp Adnan Oktar’ın 99 yılındaki tutuklanmasına 2005 yılında sahte işkence raporu vermesini de ifşa ediyor, “tabii ben Galatasaray gibi çevrelerde yetiştiğim için din hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Adnan Oktar bu boşluğumu kullandı” itirafını yapan dürüst insanların varlığını da ortaya koyuyor. Oluşan o boşluk öyle ya da böyle doluyor. Grup seks yapmayı yani turnike sistemini mehdiye hizmet zanneden adam ağacın değil, tüm bilincimizi yaralayan Türk modernleşmesinin ürünü. Tıpkı “Türk ordusu Kürtlere karşı kimyasal silah kullanıyor” yalanını dolaşıma sokan Fincancı gibi. Bununla ister yüzleşelim ister “on yılda on milyon genç” yaratmaya devam edelim, sonuç bu.
Cümleyi tekrarlayalım: “Tanrıyı şehirden kovarsan sonucuna katlanırsın.”
Unutmadan. Dünyadaki ve Türkiye’deki modern kültlerin İsrail bağlantıları öyle can sıkıcı boyutta ki bunu mutlaka gündem etmemiz gerekiyor.