Suriye’de yaşanan katliamların sebebini izah etmede her gün yeni tezler ve analizler sahaya sürülüyor. Binlerce defa tekrarlanan “sözün bittiği yer” repliği yaşanan trajediden ne kadar ağır etkilenildiğini anlatmaya matufsa da Suriye meselesini analiz adı altında sahaya sürülen analizlerin gölgesinde kalmaya mahkûm oluyor.
Suriye halkına karşı son 15 aydır Baas-Esed cuntası eliyle uygulanan vahşete birilerini ortak etmek veya Esed-Baas despotizminin cinayetlerini gölgede bırakmak mümkün mü? Evet, maalesef mümkün oluyor. Her bir meseleyi küresel hegemonyanın planlarıyla, emperyalizmin yüz yıllık hesaplarıyla, petrol başta olmak üzere enerji kaynaklarını kontrol altına alma stratejisiyle ve bunlara bağlı olarak silah sanayinin kâr hırsıyla izaha girişmeden akıl ve kalpleri mutmain olmayan aydın-entelektüellerimiz sayesinde bu iş mümkün oluyor.
Despotizm kendi sistemi içinde zulüm üretemiyor, mağdurları da kendi hesapları adına zulme başkaldıramıyor sanki. Hemen her şey küresel sisteme bağlı ve bağımlı ama hiçbir şey özgün ve kendi adına bir icraat yapamıyormuş havasını tespit etme yarışı gözümüze sokuluyor. Lakin bu çok büyük stratejik planları deşifre etme gayretkeşliğinin kendisi kimin, nasıl işine yarıyor henüz anlaşılmış değil.
Bu kadar büyük stratejik planların üzerine yoğunlaşan analizlerin derdimizi deva mı, başımıza bela mı açtığı üzerinde esaslı bir biçimde durmak gerek. Umut yolları açmak, muhtemel tuzakların aşılması için yöntemler geliştirmek ve pratik-uygulanabilir örneklikler oluşturmak için değil de adeta bütün bunların önünü almaktan başkaca bir işe yaramayan analiz tutkusu maalesef pek revaçta. Sahte ümitler üreten kusursuz İslami muhalefet hikâyeleri anlatmayalım elbette. Fakat direnen halkların söylem ve eylemlerini değil de Batı’da üretilen bilgi ve endişeleri merkeze alarak kötümser ve edilgen bir gelecek tabloları çizilerek ağlaşmanın da âlemi yok.
Büyük Suç Kimde?
Suriye’de tırmanan şiddetin ve giderek artan ölüm ve yıkımların sorumlusu kimler? Suriye halkını oyuna getiren, rejime karşı kışkırtan ve daha çok kan akıtılmasının önünü açan (f)aktörleri nasıl tanıyabiliriz? Ya da Esed-Baas rejiminin halka yönelik saldırgan siyasetini çılgınca artıran ve böylelikle küresel ölçekte itibarsızlaştırmak üzere rotasını şaşırtan profesyonel tuzak kurucular mı var?
Bu gibi soruların cevapları meseleye nereden baktığımıza bağlı olarak değişiyor. Suriye rejimi ve halkının arasında yarım asırdır süren gerilim ve mücadeleden işe başlamak bir yol. Küresel hesaplar ve rekabetler üzerinden başlarsak bu da başka bir yol olur. Aralarındaki geçişkenlik ve etkileşimi hesap dışı tutmamak şartıyla Suriye’de giderek büyüyen felaket için bir şeyler söyleyelim.
Humus, İdlib, Der’a, Lazkiye gibi şehirler tanklarla kuşatılmış, Hula ve Duma’da çocuklar ve kadınlar boğazlanarak öldürülmüş ve ülkenin her bir tarafı hava destekli tanklar eşliğinde yakılıp yıkılıyor. Peki, 15 aydır bu şartlar altında bizzat devlet eliyle ezilen Suriye halkının silahlı direnişi genişletme ve büyütme imkânlarını zorlamak dışında başka bir seçeneği var mıdır?
Kan dökmeyi, işkence yapmayı, tecavüz etmeyi ve kadın-çocuk ayrımı yapmaksızın muhalefet edenleri boğazlamayı teamül haline getiren rejime karşı silahlı direniş makul ve meşru olduğu kadar mecburi istikamet değil midir? Silahlı çatışma, iç savaş veya mezhep kavgası riskini artıran direnen halk mı yoksa Nusayri azınlığa dayanarak zulümde ısrar eden 50 yıllık muhaberat rejimi midir?
Mezhep savaşını çokça tekrarlandığı üzere esasen Batı, AB veya ABD filan kışkırtmıyor. Baas cuntasının katliam ve yıkımlarını Nusayrilikle, Nusayri azınlığa dayanan Baas cuntasını da İran ve Şiilikle eşitleyenler kimse mezhep savaşını onlar kışkırtıyordur.
İran devletinin stratejik çıkarları katil ve tağuti Baas cuntasıyla safları sıklaştırmaktan geçiyorsa ve Esed-Baas zulmüne başkaldıran Suriye halkını İran “terörist, tekfirci Vahhabi, Batı’nın ajanı” olarak etiketliyorsa haklı olarak hiç kimse “Mezhep çatışması kışkırtılıyor; aman sakin olalım!” gibi şeytani vesveselere kulak asmaz.
Silah Tüccarları mı Karıştırıyor Suriye’yi?
Katliamlar birbirini takip ederken Esed’in hep yaptığı gibi suçu yabancı komplolar üzerine atmasına aşinayız. Rejimin işlediği bütün suçlar için içeriden İslamcı-el Kaideci, dışarıdan ABD-İsrail veya Suudi Arabistan-Türkiye gibi kötülük odaklarının işaretlemesine de alışığız.
Şimdilerde ise silah tüccarları tarafından meselenin nasıl büyütüldüğüne dikkatlerimiz çekilmek isteniyor. Mesela Yeni Şafak yazarı Akif Emre’nin “iç savaş söylemi ile silah satışındaki doğru orantı” üzerinde durması dikkat çekici. İç savaş görüntüsü/söyleminin ağırlık kazanmasını silah tüccarlarının kâr etme hırslarına ve bu yolda sergiledikleri merhametsiz maharete bağlıyor Akif Emre.
Bu süreçte Körfez’deki petrol zengini “ülkeciklerin” Batılılar tarafından öngörülmüş hesaplar doğrultusunda üstelik de muhaberat rejimine rağmen Suriye’yi kanlı bir yola zorladıklarını iddia etmenin nesnel temelleri yok. Silah tüccarları işleri gereği sansasyonel haberlerle işlerini büyütebilir, kriz bölgelerindeki pazarlarını büyütebilir tabii ki. Fakat despotik iktidarları halkının kanını dökmeye veya zulme başkaldıran halkları aylar boyunca ölümüne mücadeleye zorlayabilir mi?
İç savaş görüntüsü/söylemi iddia edildiği gibi Batı’nın değil Baas-Esed rejiminin ve bir cinayet şebekesinin ısrarla arkasında duran Rusya ve İran’ın eseridir. Suriye halkının kan içici Esed saltanatına karşı silahlanmasını garipsemek, bunu Batılıların bir oyunu sayıp alarm zilleri çalmak değil eğer mümkünse desteklemek akla, hukuka ve ahlaka daha uygundur.