Yaşar Değirmenci / Yeni Akit
Putlaştırma hastalığı
Putlardan ve putlaştırmadan kurtulalım!
Günümüzde Müslümanlar ilk dönem Müslümanlarının gelen vahyin ışığındaki anlayış, idrak, hedefi gerçekleştirme gayreti, putlara ve putperestliğe koydukları “değişimci tavır ve heyecan” özelliklerini kaybettiler. Modern dünya gücü karşısında alçalıyor, bu gücün karşısında eğiliyorlar. Bu alçalış ve eğilme; Müslümanların her ülkede laik düzenlerle, laik tanımlarla uzlaşmaya sürüklüyor.
Modern zamanlarda Müslümanların çevreye uyan değil, çevreyi İslâm’a uydurma, girdiği yere “sıbgatallah. Ve men ahsenü minallahi sıbgah” (Allah’ın boyasıyla boyandık. Boyaca O’ndan daha güzel olan kim vardır? Biz yalnız O’na kulluk ederiz” deyin.) (2 Bakara 138)
Allah’ın mührünü vurma özelliğini de kaybettiler. Bu kaybediş, özünden uzaklaştılar, nefsine kul olmaya başladılar. İçine düştükleri durumun mazereti olarak ‘modern zamanlar’ uydurmasına sığındılar. Dünyevileşme hastalığı, her kesimdeki Müslümanları (hangi konumda olursa olsun) etkiledi. Bu modernleşme çağına uyan modern Müslüman tipi, topyekûn, yekpare olan hayat tarzımız İslâm’a uyma, ona tâbi olma yerine kendilerine uydurdular. Parçaladılar, parçaladıklarını muhafaza gayretine düştüler. Parçadan bütüne bakan veya parçadan bütünü çıkarma yanlışına düştüler. Her ülkede bugün Müslümanlar; İslâm’ı bazı parçalarıyla birlikte ifade etmeye, inanmaya, amel etmeye çalışıyor.
Modern zamanların kültürü, insan fıtratının bozulmasına sebep oldu. İnsan fıtratı; İslâm’ın doğuşuyla birlikte özgürdü, esir değildi, önceki dönemlerin cahiliye sapmalarına uymayıp hep fıtratına davet etti. Önemli olan hangi devir olursa olsun insanın İslâm’ın özüyle münasebetini (ilişkisini, irtibatını) sağlayabilmesidir. İnsan fıtratı; her şartta ilahi hakikati idrak edecek nitelikler içerir. İlahi vahiy; insan fıtratının ve hayatının bütün cepheleriyle ilgilenir, boşluk bırakmaz. İslâm’ın bizlere emanet ettiği değerler, evrensel ve ebedî değerlerdir. Her kesimden herkese aynı hak ve imtiyazlar tanıdı. İslâm; din ve dünya farklılığını, dinî ve dünyevî kurumları ilahi birlik altında birleştirdi/bütünleştirdi. İnsanlık tarihinin en derin sınıf farklılıkları İslam’ın doğuşuyla ortadan kalktı. Yaşadığımız dönemde; ulus, kavim, ülke farklılıkları, “evrensel bütünlük bilinci” bozulduğu için Müslümanlar arası birlik, beraberlik ve dayanışmayı engelliyor. İnsanlığın ruhunun kurtulması; insanlığın boynuna geçirilen prangalardan ve putlardan kurtulmasına bağlı. Bu putlar da isim değiştirerek gelmiş yaşadığımız döneme. Siyonizm prangasıyla, Batı’nın içimize soktuğu putlar! Batı’nın zihin putlarından, ayartıcı kültür ve eğlence putlarından!
Kapitalizm, laisizm, egoizm, hedonizn, kariyerizm, nihilizm gibi insanı insanlığından eden, insanın özgürlüğünü elinden alarak köleleştiren, iradesini yok eden bütün putlardan kısaca seküler zihin putlarından ancak İslâm ile kurtulabiliriz. Evrensel inançların temsilcileri olan Müslümanlar ulusal ve bölgesel sınırları aşmak zorundadır. Müslümanlar arası ilişkiler uluslar üstü bir kültür ve medeniyet kurmaya, uluslar üstü bir birliği sağlamaya yönelik olmalıdır. Nasıl mı? İşte kısa cevaplar. Düşünerek verilsin yeter!
Rabbimiz âlemlerin Rabbidir.
Bütün yeryüzü mescidimizdir.
Peygamber Efendimiz; Arap milletine rahmet olarak değil, bütün âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Allah indinde tek hak din İslâm’dır.
Biz Müslümanlar; bir ırka, bir ulusa, bir ülkeye değil, Allah’a kulluk için yaratıldık. Bütün yeryüzü bizim ülkemizdir. Bizler; bir ülkeyi, bir ırkı, bir milleti, bir şahsı (adı sanı ne olursa olsun) putlaştıramayız. İmanımızı bütün unsurlarıyla ifade edemediğimiz bir topluma, bir ülkeye mecbur ve mahkûm değiliz. Hiçbir ırk, millet ve ülke inançlarımızdan daha değerli olamaz. Bizler birbirimize iman bağı ile bağlı olan Müslümanlarız. “Müminler ancak kardeştir” ayeti hiçbir grubun/cemaatin/vakfın/derneğin gölgesinde kalamaz. Bu duyguları canlı tutan Müslümanlar; laik-liberal-modernist-demokrat dünya görüşü ve hayat anlayışını bir varoluş tarzı olarak seçenleri dost edinemezler, bağrına basamazlar. Bu çevreleri dost olarak seçenlerin Allah ile dostlukları ortadan kalkar.
Hangi makam, mevki ve konumda olursa olsun, tercihlerini açıkça İslâmi dünya görüşü ve hayat anlayışı doğrultusunda yapmayan kimseler için ‘politik pragmatizm’ adına inançlarımızı asla terk edemeyiz.
İslâm; insanlık tarihine ve âlemine, insanlığın tek olduğunu, aynı kökten geldiğini, insanlığın bir tek ilahının bulunduğunu, ırk, renk, soy ve ülke farklılıklarının ayrılık ve düşmanlık sebebi olmayacağını öğretti. İnsanlık tarihi ve âlemi hiçbir zaman İslâmi değerleri aşan ilkelere şahit olmadı, olamayacak da. Gazze’de soykırıma uğramalarına rağmen Müslümanların Yahudi rehinelere gösterdikleri muamele, Yahudi rehinelerin ayrılırken mücahitlerin boyunlarına sarılmaları, tarihe kayıt düştü, insanlığın İslâm’sız ulaşamayacağı davranışlardır. Gazze direnişinin insanlığa hatırlattığı ve harekete geçirdiği bu ameller, kendiliğinden oluşan insan fıtratında bulunan şefkat-merhamet-rahmet duygularının tecellisi. Hiçbir propagandanın, medyanın müdahalesiyle değil, fıtratından oluşan her hâl ve şartta ortaya çıkan ‘fıtrî özellikleri’nin tecellisidir. Bütün yaşananları iyi anlayabilmek için insan fıtratından bahseden “Fâtır Suresi”ne bakmak yeter. Geçmişte insanlık içinden kimi toplumlar için dilemiş. Yaşlı dünyamız, ebedi olma iddiası taşıyan nice hanedan, devlet ve imparatorluk görmüştür. Hepsinin yerinde yeller esiyor. Belki insandan önce iradeli varlıklar vardı. Allah onları sildi ve onların yerine insanı “halife” kıldı. İnsan da Allah’ın umudunu kırarsa, insanı da yeryüzünden siler süpürür, onun yerine yeni bir varlık getirir. Bu suredeki âyetler bu hakikate işaret eder.
Her Müslüman yaşadığı toplumda; takvanın, ahlak ve faziletin, hak ve adaletin, yaşayan şahitleri olmak zorundadır. Hayatın içinde bütün ilişkilerimizde, davranışlarımız, inançlarımızı doğrulamalıdır.