Demet Lüküslü / Fikir Turu
Gençlerin umutsuzluğunun bedeli
Gençlik tarihi açısından baktığımızda eğitim sisteminin içinde en uzun süre kalan yani bir başka deyişle en eğitimli olan kuşakla karşı karşıyayız.
Modern eğitim sistemi, geleneksel toplumun imtiyazlarını bir kenara bırakıp, okullarda herkesin eşitleneceğini ve başarılı olanların hangi toplumsal sınıftan gelirse gelsin toplumda önemli yerlere gelebilecekleri vaadini sunuyordu. Çocuklar ve gençlere eğitim kurumlarının içinde “yetişkin” olmaya hazırlanacakları ve bu hazırlık sürecinde zorluk çekseler de- eğer geleceklerini iyi bir şekilde inşa etmek istiyorlarsa- okulda başarılı olmaları gerektiği ve iyi bir eğitim aldıktan sonra ise önlerinde parlak bir geleceğin olacağı vaat ediliyordu.
Parlak bir gelecekten ise kasıt iyi bir kazanç sağlayan bir işe sahip olmayı ve sosyal güvenceye sahip olmayı ifade ediyordu.
Bugün ise her ne kadar eğitim sisteminin içinde en uzun süre kalmış, en eğitimli kuşakla karşı karşıya olduğumuzu söylesek de genç kuşaklar için iyi bir eğitim aldıktan sonra iyi bir kazanca sahip olacağı bir iş ve sosyal güvenceye sahip olmak hiç de inandırıcı bir vaat değil.
Günümüzde, küresel ölçekte, bugünü hakkında mutsuz ve stresli; geleceği hakkında da kaygılı bir kuşakla karşı karşıyayız. Bu durum Türkiye gibi hem yüksek bir genç nüfusa sahip olup hem de eğitim sistemine dair kronik sorunlarını çözememiş ve de yüksek genç işsizliğine sahip olan ülkeler açısından hiç kuşkusuz çok daha can yakıcı bir hal almış durumda.
Prekarya: Geleceği belirsiz olmak
İngiliz iktisatçı Guy Standing, küreselleşmenin bir sonucu olarak yeni bir sosyal sınıfın ortaya çıktığını iddia ediyor ve bu yeni sınıfı “proletarya” ya da “orta sınıf” gibi kavramlar üzerinden tanımlamanın yetersiz olduğu savını öne sürüyor. Belirsizlik, güvencesizlik ve geleceksizlik deneyimleri üzerinden anlatılması gereken bu yeni sınıfı en iyi ifade eden kelimenin ise İngilizcede güvencesiz, belirsiz anlamına gelen “precarious” ya da Fransızcasıyla “precaire” kelimelerinden yola çıkarak yeni bir sınıf olgusuna da işaret eden “prekarya” kavramı olduğunu iddia ediyor.
İş güvencesi içermeyen, yarı-zamanlı, proje-bazlı işler ve bu işlerin beraberinde gelen belirsizlik, güvencesizlik ve geleceksizlik hissi ise hiç şüphesiz sadece ekonomik yanları ile değil toplumsal ve siyasal yanlarıyla da ele alınması gereken bir konu.
Ayrıca sadece yeni bir sınıfın oluşması üzerinden değil aynı zamanda da içinde yaşadığımız küresel dünyanın getirdiği belirsizlikleri ve geleceksizlik hissini anlatmak için de sosyal bilimciler tarafından bu belirsizlik haline dikkat çeken bir kelime olarak “prekarite” bir anahtar kelime olarak kullanılıyor. Günümüz çalışma hayatının bir parçası olan prekarite, hem bireylerin gündelik hayatını hem de çalışma hayatını şekillendirir durumda.
Fransız araştırmacı Régis Pierret, prekaritenin sadece bir kavram olmayıp, bir paradigma olduğuna işaret ediyor ve günümüz toplumlarının prekarite içinde yaşama potansiyeli olanlar ile prekarite içinde yaşayanlar olarak ikiye ayrıldığını ve her ne kadar prekaritenin yaşanmasında seviye olarak farklılıklar (yüksek, orta ya da az derecede) yaşansa da günümüz toplumlarında herkesin prekariteden muzdarip olduğunu belirtiyor. Son dönemde yaşanan COVID-19 pandemisi de bu durumun nasıl herkesi (farklı boyutlarda da olsa) etkilediğini bir kez daha gösterdi hiç kuşkusuz.
Kaotik bir aşama: Gençlikten yetişkinliğe geçiş
Özellikle gençlik sosyolojisi alanında çalışmalar yapan bir sosyolog olarak- konuyu gençlik sosyolojisi ile bağlantılı olarak tartışmaya çalışacağım. İş yaşamındaki ve gündelik hayattaki değişimlere işaret eden ve yeni bir toplumsal sınıfın ortaya çıktığını düşündürten değişimler, gençlik sosyolojisi ile ilgilenenler açısından önemli bir dönemeçte olduğumuzu gösteriyor.
İçinde yaşadığımız modern toplum, çalışma ve üretim merkezli olarak kurulduğundan yetişkin-merkezli toplumlardır. Bu yetişkin-merkezli kurguda da yetişkinliğe geçiş, yetişkin olmaya iyi hazırlanmak, gençlerin geleceğin üretken yetişkinleri olarak yetişmeleri büyük önem kazanır. Çocukluk ile yetişkinlik arasında bir geçiş dönemi olarak tanımlanagelmiş olan gençlik de bu açıdan önem kazanmıştır. Oysa bugün hem iş bulmakta yaşanan güçlükler hem de bu işlerin hem maddi açıdan tatmin edici olmaması hem de uzun süreli güvenceli işler olmaması, genç kuşağın yaşamının prekariteden yani prekar (güvencesiz, belirsiz) deneyimlerden ayrı düşünülemeyeceğini gösteriyor.
Bu sebeple de gençlikten yetişkinliğe geçiş yapmak, bu geçişin sorunsuz ve lineer olarak yaşanması artık pek de mümkün görünmüyor. Gençlik sosyolojisinde yetişkinliğe geçiş üzerine araştırmalar yapan geçiş (transition) ekolünün de bize gösterdiği üzere neoliberalizmin küresel krizi ile birlikte genç kuşak için bu yetişkinliğe geçiş, lineer olamadığı gibi kaotik de bir hal almış durumda. Tam da bu nedenle genç kuşak için prekarite ve gençler ele alınması gereken iki ayrı olgu olarak değil, prekarite gençlerin hayatının tam merkezinde olan bir deneyim olarak ele alınmalı.
Gençlerin kendi ayaklarının üzerinde durmasının önündeki engel
Prekarite, gençlerin kendi ayaklarının üzerinde duran yetişkinler olmasının ve geleceğe güvenle bakmasının önünde duran önemli engellerden bir tanesi.
Bu da bugünün toplumlarında yetişkinliğe geçiş dönemi olarak gençliğin sadece uzadığını değil ama bir o kadar da zorlaştığını gösteriyor. Bu sebeple de gençlik, ya iş bulunamadığı için ya da prekar işler yapılarak geleceğe dair bir güvence olmaksızın geçirilen dönemin uzamasıyla, Singerman’ın ifadesiyle söylersek ”beklemede kalma, arafta kalma” (“waithood”) durumuna işaret ediyor.
Ortadoğu toplumlarında, genç kuşak ve evlilik üzerine düşünceleri hakkında araştırmadan yola çıkarak bu kavramı geliştiren Singerman, bu belirsizlikler içinde genç kuşağın kendi ayaklarının üzerinde durmaları güçleştikçe ve belirsizlikler çoğaldıkça evlilik fikrinden de uzaklaşabildiklerini ya da geciktirdiklerini gösteriyor. Tüm bunlar da genç kuşakların kendisini sürekli olarak belirsizlikler içinde bulduğu, bu belirsizliklerin de ister istemez geleceğe karşı kaygı oluşturduğu bir dönemde yaşadığımızı gözler önüne seriyor.
Bu sebeple, prekarya ve prekarite her ne kadar daha çok iktisatçıların konusu gibi görünse de gerek çalışma sosyolojisi gerek ise gençlik sosyolojisi üzerine çalışanlar için önemle üzerinde durulması gereken bir alan. Ayrıca yine daha çok iktisatçılar arasında tartışılmakta olan temel gelir/vatandaşlık geliri7 de gençlik araştırmacıları tarafından da tartışılsa hiç kuşkusuz çok daha verimli tartışmalar ortaya çıkacaktır.
Temel gelir çözüm olabilir mi?
Hâlihazırda temel gelir üzerine önemli tartışmalar var. Temel geliri yoksulluğu önlemek için bir çözüm olarak görenler olduğu gibi feminist araştırmacılar temel gelirin kadınların özgürlük alanını genişleteceği, toplumsal eşitlik açısından önemli rol oynayacağına işaret ediyorlar.
Temel gelir tartışmalarını kuşaklar arası eşitsizlikler, genç kuşağın dezavantajlı olduğu toplumlarımızda kuşaklararası eşitliği sağlayıcı bir çözüm olarak da pekâlâ görebiliriz.
Genç kuşağın yaşadığı belirsizlikler ve yetişkinliğe bir türlü geçememe ve geleceğe umutla bakamama noktalarında çözüm vatandaşlık geliri olabilir mi sorusunu sorarak konuyu daha geniş bir katılımla ve farklı açılardan tartışmalıyız.
Eğer geleceğe umutsuz bir şekilde bakan bir genç kuşak var ise umudu hem onlar hem de tüm toplum için yeniden yeşertmeye ihtiyacımız var. Ne de olsa İkinci Dünya Savaşı’nın karanlık ortamında umut kavramı üzerine düşünen Ernst Bloch’un da önemle belirttiği gibi umut, saf bir iyimserlikten farklıdır ve üzerinde aktif bir şekilde çalışılması, yeşertilmesi gerekir.