Yasin Aktay / Yeni Şafak
Bir bilgi ve eğitim paradigmasının anahtarı: Sıla-i rahim
Sıla-ı rahim, yani yaygın deyimiyle “akrabalık bağı” olarak bildiğimiz kavramı bunun ötesine geçip “varlıklar ve insanlar arasındaki bağı tesis eden” bir bilgi ve eğitim paradigmasının anahtar kavramı olarak düşünebilir miyiz? Star Gazetesindeki son 4 yazısında Vahdettin İnce tam da bu yolda çok ilginç bir deneme yapıyor. Bana göre kolay geçiştirile-meyecek ve bilgi, eğitim, akademi ve alimler ile dünya-halk arasındaki ilişkilere dair çığır açıcı bir yaklaşımı olabildiğince mütevazi bir şekilde işlemeye çalışıyor.
Bu yaklaşımın inceliklerine daldığımızda bugünün bilim anlayışının, Martin Heidegger’in kendi diliyle ifade ettiği gibi, insanı nasıl özünden koparmakla kalmayıp, dünyadan da, gerçeklikten de kopardığını “kendimizce” okuyoruz. Bu kopukluk bilim disiplinlerinin kendilerine tahsis ettikleri uzmanlık alanlarında nasıl diğer alanlardan veya bütünden koptuklarını anlatırken, bu kopukluğun nelere mal olduğunu da daha iyi görmemizi sağlıyor. Oysa “evrende her şey birbirine bağlıdır” ve bu bağın asıl gücü ve nedeni merhamettir. O yüzden bağ (sıla) ile merhamet (rahim) arasındaki ilişkiyi anlatan “sıla-ı rahim” birbiriyle bağlı ve bağlantılı olan varlıkları “merhamet” esasında tekrar buluşturmak anlamına gelir. Birbiriyle fıtratı, tabiatı itibariyle bağlı olanları birbirinden koparmak yeryüzünü fesada boğan bir sapkınlık olarak nitelenir (Bakara, 27).
Hayatın doğal akışı insanlara bu bağları bir ihtiyaç olarak hissettirir zaten. Nedensellik algısı içinde insan kendi tecrübesi içerisinde bu bağları sürekli görür ve gereğini yerine getirir. Bu bağı koparmak o yüzden aslında zor olanı yapmaktır ama insan sapkınlığı bu zor olanı yapabiliyor. Mesela “bir çiftçi ekininin yeşermesi, ağaçlarının meyve tutması, hayvanlarının beslenmesi ile yağmur suları, akarsular, güneş ve bunların etkisiyle ürün vermeye hazır hale gelen tarlası arasında bir bağ olduğunu bilir, ona göre davranır, atacağı adımlar için her birinin zamanını kollar. Çiftçinin bu bağı gözetmesi de etrafına merhamet olarak yansır.”
İnce, modern eğitim sisteminin insanları “terbiye” etmek yerine “eğip-bükerek” soktuğu kalıplarla fıtratlarına uygun bağlarından kopardığını söylüyor. Terbiye kavramının ima ettiği ve içerdiği merhamet ile insanı eğip bükülen bir nesne olarak gören “eğitim” kavramının ruhsuzluğu arasındaki karşılaştırma bu açıdan dikkate değer.
Bu eğitim sisteminin kademeli olarak bugün insanlar arasında birbirine karşı rekabeti körükleyen, insanı insana kurt kılan, başka insanların acılarına, gem keder ve dertlerine karşı lakayt ve sorumsuz kılan anlayışlar arasında bir ilişkinin olmadığını kim söyleyebilir? Birbirine merhamet beslemesi gereken insanlar arasında bir kopukluk oluşmuştur ve bu kopukluğu her ne oluşturuyorsa tam da “sıla-i rahim”e kastetmiş oluyor.
Gerçek alimlerin bu sılayı gözeten, bu bütünü gözetip insanın diğer tüm varlıklarla bağını koruyan veya kopmuş bağı yeniden tesis edenler olduğunu anlatan İnce buradan yola çıkarak son zamanlarda din adına ortaya çıkıp konuşan bazı İlahiyatçıların içinden geçtikleri “eğitim” sistemine dair belki biraz genellemeci sayılabilecek çıkarımlarda bulunuyor.
Bir modern eğitim kurumu olarak İlahiyat fakültelerinden yetişenlerin, özellikle akademide ilerleyenlerinin aldıkları unvanlara paralel olarak yavaş yavaş halktan koptuklarına dair bir gözlemi var İnce’nin. Bu kopma düzeyi tabii ki Doğu’daki medrese hocalarına kıyasla ileri sürülüyor. İlahiyat Fakültelerinde İslami ilimler alanında çokça tez yapılıyor, tez ileri sürülüyor, ama bu tezlerin halkla buluşması, halka bir şeyler söylemesi pek mümkün olmuyor. İlahiyatçılar yaptıkları tezlerin sonuçlarını zaten ya halkla buluşturma çabası içinde olmuyorlar veya bunu önemseyenler bile halka birşeyler söylemek için oldukça sansasyonel yolları tercih ediyorlar ki, bu sefer de içinden neşet ettikleri halkla duygusal bir kopuş yaşamaları mukadder hale geliyor.
İlahiyatçılar adına popüler hale gelen isimlerin önemli bir kısmı dini insanlara sevdirmek, kitabı daha iyi anlaşılır kılıp halkın beklentilerine cevap vermek yerine Müslüman halkın geleneksel olarak benimsediği inançlarla değerlerle çatışmayı tercih ediyorlar. Aykırı şeyler söylemek, benimsenegelmiş bağlantıları koparmak, belli inanç ve anlayışları yıkmak veya yapıbozuma uğratmak popülerlik peşindeki ilahiyatçının habitusu haline gelmiş durumda. Bu durumun ilahiyatçıyı dindar halktan bir miktar uzaklaştırdığını söyleyebilir miyiz? Bunun tekabül ettiği sosyoloji ve psikoloji nedir? Dindar halk kendisinden duygusal anlamda da kültürel ve manevi anlamda da “kopan” bu isimlerle ilahiyatçılık arasında bir özdeşleştirme yapıyor mudur?
Vahdettin İnce bugünlerde üzerinde epeyce düşünmemizi gerektiren çok sayıda soruya yol açan bağlantılar koyuyor ortaya. Aldıkları ilim terbiyesiyle bağlantıları iyi kurduğunu söylediği medrese ehlinin davranışlarına ve halkla ilişkilerine doğrudan yansıyan bir farkın altını çiziyor. Halka çok daha içiçe, hiçbir makamın, unvanın ve mesafenin arkasına sığınmadan yaşadıkları hayat kopmayan bir sılanın içinde olduklarının da göstergesi. Ancak bu farkı bütün ilahiyat camiasının aleyhine olacak şekilde genellememek için yine de çok sayıda örneğimiz var. Neticede İlahiyatlar, hepsinin aynı olmadığı gerçeği bir yana, sadece akademisyen yetiştirmiyor. Halkla, toplumun farklı kesimleriyle her düzeyde ilişkisi olan cami hocaları, öğretmenler, müftü, müezzin, vaiz, Kur’an kursu hocası veya eğitim sonrası başka mesleklere intisap ederek hayata karışan nice insanlar da başka türlü örnekler ortaya koyabiliyor. İlahiyatın akademisyen olarak sorunu ise sadece ilahiyat mesleğiyle ilgili değil, genel olarak akademinin, bilimin sorunu. Bir bilim ve akademi sosyolojisi gerektiren bir sorun.
Yine de merhamet bağlarının zayıfladığı yerleri görmek, bunun nelere mal olduğunu anlamak açısından İnce’nin dikkat çektiği kavram çok önemli.
Ne de olsa “İslam medeniyeti, aklını kullananları sıla-ı rahim aracılığıyla birbirine, sıla ile aynı kökten «salavat» aracılığıyla peygambere ve yine sıla ile aynı kökten «salat» (namaz) ile Allah›ın merhametine bağlayan” bir medeniyet.