Modern dünyanın modern münzevisi: Dostoyevski

Fyodor Mihaloviç Dostoyevski bundan yıllar önce 28 Ocak tarihinde hayatını kaybetti.

Abdurrahman Güner / HAKSÖZ HABER

Modern dünyanın modern münzevisi: Dostoyevski

1881 senesinde Moskova’daki bir cenaze o tarihlerde görmeye alışık olunmayan bir kalabalığın önünden götürülüyordu. Bazı kaynaklara göre 30 bin kişinin katıldığı cenaze töreni Gogol’un ölümünün ardından Rusça yazının büyük bunalımını bitiren iki isimden ilkine aitti: Fyodor Dostoyevski.

Açıkçası Rusça yazan isimlerin dünya edebiyatına katkısı Rusların herhangi bir şeye katkısından kat be kat daha fazladır. Soğuk iklimin bu yakın yabancısı olan ulus ile Müslümanların ilişkisi tarih boyunca problemli oldu. Bu sebeple olsa gerek Rusça edebiyattan eser okumak garip bir his uyandırıyor. Ancak her şey bir yana Dostoyevski ve Tolstoy okumamış insanın ‘ben roman okudum’ demesi gerçekten roman okuduğu anlamına gelmez!

Edebiyatçılar hakkındaki biyografi çalışmalarından anladığımız kadarıyla Ruslar için şiir ve roman bir toplum olabilmenin önemli anahtarlarını oluşturuyor. Bu sebeple Puşkin ve Gogol ile başlayan altın çağ sonrasında Rusları, “artık bu ikisi gibisi gelmeyecek!” korkusu sarmıştır.

Dostoyevski'nin tanınmasını sağlayan dönemin önde gelen şairlerinden Nekrasov, Dostoyevski’nin ilk romanı İnsancıklar’ı okuduğunda bu yüzden büyük heyecana kapıldı. Hemen kitabı dönemin en önemli eleştirmenlerinden Belinski’ye ulaştıran Nekrasov heyecanını gizleyemiyordu. Kitabı beraberce tekrar bitirip, daha sabah bile olmadan kitabın yazarının evine giden Nekrasov ve Belinski, Dostoyevski’yi uykusundan uyandırdılar. Belinski heyecanla 20 yaşındaki bu genç yazara şunları söyledi: “Anlıyor musun? Yazdığın şeyin ne olduğunu gerçekten anlıyor musun?” Nekrasov ise teyit etti: “Yeni bir Gogol doğdu!

Fyodor

1821 senesinde dönemin yasaları gereği asil bir ailede doğduğu kabul edilen Fyodor farklı bir çocukluk geçirdi. Ailenin asil olması zengin olduğu anlamına gelmiyordu. Bugünün tabiriyle orta direk bir ailede dünyaya gelen Fyodor yalnız bir çocuktu. Bu yalnızlık kimi zaman abartılsa da yüksek ideallerden değil mizaçtan ve şartlardan kaynaklanıyordu.

Dostoyevski ailesi sosyalleşebilen bir aile değildi. Zamanlarının büyük bir kısmını evlerinde geçiren bu insanlar baba Dostoyevski’nin mesleği olan doktorluk gereği yaşadığı zorunlu sosyalleşme dışında hep bir aradaydılar.

Malum en meşhur hikâyelerden birisi yazarımız Fyodor ile baba Dostoyevski’nin çalkantılı ilişkisi üzerine kuruludur. Ailenin ufak çaplı topraklarındaki mujiklerden birisi tarafından öldürülen baba Dostoyevski ile ömrünün son yıllarında oğlu tarafından öldürülen bir babanın romanını yazan oğul Dostoyevski arasında paralel hikâyeler inşa ediliyor. Büyük psikologlar hemen Dostoyevski’nin suçluluk psikolojisi ile yaşadığını ve babasına karşı nefret-sevgi karışımı duygular barından ‘Odipus sendromuna’ sahip olduğunu ileri sürdüler. En meşhurları Freud’dur. Bize her zaman fazla abartılı gelen bu tarz yorumların gerçeklikle uyuşmadığını belirterek psikoloji biliminin(!) edebiyattan elini eteği çekmesi gerektiğini bu vesileyle bir kere daha hatırlatmış olalım.

Sendromu kanıtlamak için öne sürülen en temel iddia Dostoyevski’nin sara/epilepsi krizlerinin ilk kez babasının ölümünden hemen sonra görüldüğüdür.  Bu teori aslında oldukça erken bir tarihte çürütülüyor ama insanların bir şeyleri daha fazla esrarengiz ve karmaşık hale getirme sevdaları yine saf/duru gerçeği yerle bir etmiş olsa gerek. Dostoyevski’nin ilk sara nöbeti babasının ölümünde 8-9 yıl sonra görülüyor.

Dostoyevski ve çağdaşları

E. Hallet Carr müthiş biyografi çalışmasında Dostoyevski’yi döneminin diğer edebiyatçılarından ayıran önemli bir hususa dikkat çekiyor. Çağdaşı olan yazarlar Turgenyev, Gonçarov, ve hatta Tolstoy seçkin sınıftan çıkan insanlardı. Turgenyev, Batılı ve son derece liberal hassasiyetlerin bayraktarlığını yaparken Gonçarov ise apolitik bir yerde duruyordu. Zengin babasından kalan mirasa sahipti ve devlet memurluğu yapmaktaydı. Gonçarov’un geçirdiği hastalıklar etkili olsa da sadece üç tane roman yazmış olması edebiyatla ilişkisini özetler niteliktedir. Tolstoy ise bu isimler arasında belki de en zengin olanıdır. Ancak Tolstoy konusu sadece zenginlikle izah edilemeyecek kadar çetrefili bir mesele… Hulasası her bir isim aile ilişkilerinden dolayı veyahut bulundukları konum gereği eski olanla/gelenekle ilişkili insanlardır. Geçmiş bu insanlar için kabul edecekleri veya ret edecekleri bir şeydir. Dostoyevski ise bu bağlamda Rusya’da gerçekten modern olan ilk edebiyatçıdır.

Modern dünyaya ait olan konular hakkındaki başarısı belki de buradan gelmektedir. En öncelikli konu ise insan tahlilleridir. Ondan evvel edebiyat çevreyi, doğayı, sosyal-siyasal konuları odaklamışken Dostoyevski kimi zaman bitmek bilmez karakter değerlendirmeleriyle insanın iç dünyasına odaklanmıştır. Bilinçaltını edebiyatta ilk defa işlevsel olarak kullanan kişi de Dostoyevski’dir. Bu yönüyle dünyanın modernleşmesi bağlamında insanın ontolojik olarak yaşadığı veya yaşamak zorunda bırakıldığı değişim onun eserlerinin kalkış noktasını oluşturuyor. Dostoyevski okurken onun karakteriyle birlikte çoğu zaman okurun da içini kaplayan utanç duygusu buradan kaynaklanıyor olabilir.

Tabi Dostoyevski modernleşmeyi menfi bir şey olarak değerlendirmektedir. Oldukça eleştirel bir zaviyeden ele aldığı bu zorunlu değişim karşısında yazarak bir cephe oluşturmaya çalışıyor. Bu noktada da onu çağdaşlarından ayıran bir husus var. Dostoyevski yazmak zorunda olan bir edebiyatçıdır. Çünkü yazmadığı vakit kirasını ödeyemeyecek ve Rusya soğuğunda birçok karakteri gibi o da üstünde doğru düzgün bir palto dahi olmaksızın sokaklara düşecektir. Yaşamak için yazmak Dostoyevski için itici bir güç mü oldu bilmiyoruz ama eserlerinde önemli bir karşılığı olduğu da göz ardı edilemez.

Çağdaşı yazarlar ile kurulan analojide Tolstoy’u ayrı bir yere koymak gerektiğini belirtmek isteriz. Batı modernleşmesiyle olan münasebet düşünüldüğünde bu iki yazar olaya farklı yerlerden aynı sonuca vararak yaklaşmışlardır. Bu hususun gayet önemli olduğunu düşünüyoruz. İkisi de basitçe anlatmak gerekirse Batı’nın fiili ve felsefi tahakkümüne karşı çıkmışlardır. Birisi bunu dindar ve insani hassasiyetlerle yaparken diğeri ise konumlanışını Ortodoks ve Rus milliyetçisi saikler üzerine inşa etmiştir. Bu bağlamda biz Tolstoy’a genel yaklaşımın biraz haksızlık barındırdığını düşünüyoruz. Dostoyevski modernlikle ilişkisinden hareketle olsa gerek daha fazla göz önünde bir edebiyatçıdır. Modernlikle ilişkiden kastımız modernliğin sebep olduğu enkaza yaklaşımının yani insan/karakter tahlillerinin bu durumda etkili olduğudur. Tolstoy ise modernliğe itirazını daha farklı bir edebi tarzla yapmaktadır. Biz bu konuda tarafsız olamadığımız için Tolstoy’a biraz haksızlık yapıldığını belirtmek istedik. Bu iki önemli edebiyatçının yüz yüze oturup konuşmasına engel olan kişi Batıcı Turgenyev’dir. Ne kadar kızsak az öyle değil mi?

-Dostoyevski’de Batı eleştirisi ile devam edeceğiz…

Biyografiler Haberleri

İşgal rejimi Gazze kuzeyinde 20 günde 770 kişiyi katletti
Türkiye Yazarlar Birliği Kurucu Başkanı Mehmet Doğan vefat etti
İşgalci İsrail’in kabusu Yahya Sinvar kimdir?
Filistin cihadına adanmış bir ömür: İsmail Heniyye
Siyonist çetenin en çok korktuğu Muhammed ed-Dayf kimdir?