''Modern Dünyada Beden ve Kimlik Tartışmaları''

Özgür-Der Akhisar Temsilciliğinde düzenlenen seminer programında İzmir Özgür-Der Şube Başkanı Nurcan Büyük  ''Modern Dünyada Beden ve Kimlik Tartışmaları'' başlıklı konuyu anlattı.

Nurcan Büyük konunun müslümanların pek gündemine gelmediğini ancak gençlerin ve çocukların bu tartışmalardan etkilendiklerini belirterek başladığı konuşmasında Hz. Adem'in tevbe ederek beşerden insan haline geldiğini ve bunun sonucunda bedenimizin ne olduğu kime ait olduğu gibi tartışmaların hep var olduğunu söyledi.

Nurcan Büyük özetle şunları anlattı:

İnsanı, evreni, doğayı sorgulama, tanıma çabaları ile birlikte ruh beden ayrımı gibi düalist bir yaklaşım ortaya çıkmıştır. Tartışmanın merkezinde yer alan klasik felsefe, beden ve ruh ayrımında, ruhtan yana tavır koymuş, bedeni sadece ruhun taşıyıcısı, ruhun hapishanesi olarak görmüştür. Bu düşünce yeniçağ felsefesinin kurucusu olan Descartes ile daha da pekişir. Descartes, akıl-beden düalizminde akla öncelik tanır. Böylece “insanlık” doğayı egemenlik altına alma yetisi olan akılla tanımlanır. İnsanı tanrıyla eşit bir noktaya getiren akıl insansalken, beden hayvansaldır.

Ruh beden ikiliği 17. yüzyılda Descartes’in felsefesiyle daha belirgin ve önemli hal alır. Descartes’in düalist yaklaşımında, akıl bedenden önce gelir. Varlığın kanıtı düşüncedir. Düşünürseniz var olabilirsiniz. Beden ve ruh iki ayrı tözdür. Ruh maddi olmayan düşünen bir töz iken, beden ise, enliliği, uzunluğu, derinliği, olan ve maddi bir tözdür. Descartes, ruh ile bedenin birlikteliğini ikisinin bütünleşmesi olarak değil de, iki ayrı şeyin bir arada çalışması ve birbirini etkilemesi olarak anlar. Bedeni bir makineye olarak tanımlamaktadır. Etten ve kemikten yapılmış bir makinedir beden.

Tarihsel olarak bedenin veya bireyin toplum içerisindeki konumu ve algılanışına etki eden güçler sürekli değişmiştir. Antik Yunan’da “güç” bedenin algılanış biçimini şekillendirirken, Orta Çağ’da bedenin şekillendirilme görevi “dinsel” belirlemelere geçmiştir ve bin yıllık dinsel etkiyle yoğrulan beden aklın ve ideal düzenin değişimine paralel olarak Rönesans’ın yeniden varoluşuna bırakmıştır kendini, aydınlanma ve modern duruşla birlikte aklın denetimine geçen

Beden, sanayileşme ile birlikte emeğin sermayesi durumuna gelmiştir. 

Bugünkü beden teknolojileri, Batı modernleşmesinin ve sekülerleşmesinin bir ürünü. Bu yüzden bu gelişmeleri Batı modernleşmesi içinde bir yere yerleştirmek gerekiyor. Böyle olunca da beden ve ruh ayrımının modern versiyonu için Descartes’i anmak gerekir. Descartes’in homo sapiens’i ruh ve beden olarak ikiye ayırması sonucunda ruh kiliseye, beden de bilime adanarak tam bir ‘güçler ayrımı’ gerçekleştirildi. Bacon’dan itibaren doğa üzerinde hakimiyet kurma idealini benimseyen modern bilim, tıp alanında da kendisini gösterdi. Bilgi artık bir düşünceye dalma serüveninden ibaret değil, bir güçtü. Bu sebeple tıp ilmi, insan bedeninin ‘tıbbi bilimsel bilgi’ ile kontrol altına alındığı bir güce dönüştü.

Salgın hastalıkların tedavisi, hijyen, aşılar, karantinalar vs. bedenin sağlık için kontrol altına alınmasına neden oldu. Bu da modern devletin iktidar kurgusunun merkezine yerleştirdi, sağlık ve cinsellik gibi konuları. M. Faucault modern devletin bu düzenleyici teknolojilerini, biyo-iktidar ve anatamo-siyaset kavramları eşliğinde ele alır. Maden ocaklarındaki işçilerin çalışma saatlerinin sınırlanması, yerel idarelerin çöplerle ilgilenmeye başlaması, su ve yiyeceğin kalitesinin kanuna bağlanması, sahip olunacak çocuk sayısının belirlenmesi…  Halkın sağlığı ile devletin sağlığı arasında doğrudan ilişki kurmanın bir sonucudur. Yani beden, modern müdahaleci hükümetin el attığı son kaledir.

On dokuzuncu yüzyılda Darwin teorisi ve onu takip eden evrimci biyoloji ile birlikte insan-hayvan arasındaki fark ortadan kalkmıştı. Yirminci yüzyılın son çeyreğinde biyoteknolojide ve gen mühendisliğinde elde edilen gelişmeler ise artık makine-insan arasındaki sınırı belirsiz hale getirdi. Biyonikler, yapay zeka, genetik kopyalama, genetik müdahaleler vs. neredeyse insanın sınırlarının tartışıldığı bir döneme getirdi insanlığı. Bu gelinen noktada, bedenin hiçbir ‘aşkın’  bağlantısı olmaksızın kendi kendini aşması, ölümsüzlük iddiası ile kendisini yeni baştan inşa etmesi gibi ciddi sorunlar söz konusu.

Allah’ın göklere ve yere tevdi ettiği ve onların kabul etmekten kaçındığı emaneti insan yüklenmiştir. Emaneti, her şeyin gerçek sahibinin iradesi doğrultusunda kullanıp kullanmayacağı insanın imtihanıdır. Yani kişinin bedeni, her istediğini uygulayabileceği bir mülk değil, Allah’ın rızasına uygun kullanmak üzere ona verilen bir emanettir. Nitekim Kur’an’da Ahiret günü bütün organların kişi için şahitlik edeceği bildirilir. Bu sebeple organ naklinden kök hücre tedavisine, estetik operasyonlardan tüp bebeğe kadar pek çok konuyu sadece pratik düzeyde değil özellikle teorik düzeyde, metafizik, felsefi, dini, etik düzeylerde tartışmamız gerekiyor.

Seminer sorulan soruların cevaplanması ile sona erdi.

Etkinlik-Eylem Haberleri

Bursa’da Suriye devrimi ve Gazze konuşuldu
"Sürünün İçinde Dijital Dünyaya Bakışlar"
Başakşehir’den Gazze direnişine bin selam!
Adana Özgür-Der’de “Emperyalizm ve Siyonizm İlişkisi” konferansı düzenlendi
Özgür-Der Gençliği “İslami Perspektiften Psikoloji” kitabını değerlendirdi