İstanbul Sözleşmesi Neyi İfade Ediyor? Aile Kurumunu Tehdit Eden Unsurlar ve Müslümanların Aile Yapısı Nasıl Olmalı? gibi başlıkların ele alındığı semineri Mustafa Kerim Üngör ve Kerim Erkoç sundular…
Doğuştan gelen, biyolojik ve fiziksel olarak her kadın ve erkek için aynı olan özelliklere cinsiyet ya da biyolojik cinsiyet olarak tanımlayarak sözlerine başlayan Mustafa Kerim Üngör, Toplumsal Cinsiyet ise sonradan öğrenilen ve cinsiyete toplum tarafından biçilen rol, sorumluluk ve davranış beklentilerini kapsayan bir terim olarak kabul ediliyor dedi. Örneğin kadınların ev işleriyle ilgilenmesi ya da çocuk bakımını üstlenmesi gibi beklentiler, cinsiyet değil, toplumsal cinsiyetle bağdaştırılan kavram olarak gösteriliyor. Toplumsal cinsiyet eşitliğiyse kadınların ve erkeklerin toplumsal yaşamın her alanına eşit katılımları olarak tanımlandığını söyledi.
Toplumsal cinsiyet eşitliği, BM tarafından artık bir insan hakkı olarak nitelendirildiğini hatırlatan konuşmacı, cinsiyet eşitliğinin geliştirilmesi ve kadının güçlenmesi için üç kriter belirlendiğini belirterek, bunları ilk, orta ve yüksek öğretimde kız çocukların erkeklere oranı, tarım dışı ücretli işlerde çalışan kadınların oranı ve mecliste kadın üye oranı olarak sıraladı.
2019-2020 Eğitim-Öğretim Yılı Hedef Listesi'ne Toplumsal Cinsiyet Eşitliği dersi de eklendiğini belirten Üngör, gelen tepkiler üzerine bu kararın geri çekildiğini söyledi. İçinde cinsiyete dair hiç bir uyaranın bulunmadığı, her çocuğun aynı renk ve tarz giyinip aynı oyuncaklarla oynadıkları bir yaşam tarzı dayatan bu proje, aynı zaman anneliği, eşliği ve ev hanımlığını kadının özgürlük alanını kısıtlayan, geleneğin ve dinin de kadının sırtına yüklediği bir angarya gibi görmekte. Ayrıca; Toplumun nazarında farklı cinsel sapkınlıkları ve yönelimleri sıradanlaştırarak, normalleştirerek ve makul hale getirerek topluma sunmayı amaçladığını ifade etti.
Sözleşmede, kadını ve erkeği yalnızca biyolojik olarak dişi ve erkek olarak kabul eden anlayışın yanı sıra kadına ve erkeğe belirli roller atfeden toplum kategorilerinin devlet tarafından değiştirilmesi gerektiği yer alıyor. 2016 yılında hayata geçiren Rusya, “erkekleri evden uzaklaştırılan ailelerin” devam etmediğini ve boşanma oranlarının hızla yükseldiğini fark edince 1,5 senelik bir uygulamanın ardından bu kanun tasarısını geri çektiğini hatırlatarak sözlerini tamamladı.
Aile kendisi hakkında çok şey söylenecek hususiyete sahip bir sosyal dünya olduğunu vurgulayarak sözlerine başlayan Kerim Erkoç, bazı sosyologların iddia ettiği gibi ilk aile, içgüdüsel ve rastlantı sonucu oluşmuş değil; tersine Yüce Allah’ın iradesiyle ilk insan, bir aileye sahip olarak yaratılmıştır dedi.
Modern toplum başına buyruk, itaati reddeden fertler yetiştiriyor…
Rönesansla birlikte aile dinin alanından çıkartılarak devletin üzerinde konuştuğu bir alan haline geldiğini belirterek, modern devlet birçok şeye olduğu gibi aileyi de sözüm ona kendi koruyucu kanatları ve hegemonyası altına alarak kontrol etmeye başlamıştır.
Freudcu aile paradigmasına atıfta bulunarak sözlerine devam eden Erkoç; “Oedipus Kompleksi’ni temel alan bu anlayış en başta baba otoritesine karşı açılmış bir mücadeleyi ifade ediyor. Buna göre erkek çocuğun babayı kendine rakip gördüğü bu hastalıklı paradigma, ebeveynin sorumluluğunu esas alan bir aile telakkisinin gelişim ve meşruiyetini ortadan kaldırdı. Modern toplumun bireyci kültürüyle birleşen bu anlayış, ailede her biri kendisi için ayrı bir gelecek, bir başına buyrukluk talep eden ve bu yüzden de en başta itaati reddeden fertlerin yetişmesine sebep olmakta. Bu zihniyet aynı zamanda kuşak çatışması gibi bugün Müslümanlara gayet tabii gelen yeni bir icat ortaya çıkardı. İslâm’a göre asla sahici temelleri olmayan bu kabul, bizi her defasında yeni sorunlarla karşı karşıya bırakan bir felaketi temsil etmektedir.” dedi.
Dinin öngördüğü insan modeli olan mümin/müminenin aksine yeni bir insan modeli olarak ortaya çıkan “birey”in özgürlüğünü yapısal olarak kısıtladığı varsayımından hareketle, aile yoğun eleştirinin konusu yapıldığını ifade eden Erkoç, dünya genelinde hüküm süren bu kültürel/ideolojik etkileşimden tabii olarak Müslümanlar da paylarını aldığını belirtti.
Aile Kurmak ve Sürdürmek Bir İmtihandır…
Aile yapısal olarak her türlü anlamda insan için güvenlik üreten ve güvenlik sağlayan bir “dünya” olma hususiyetine sahip olduğunu belirten Erkoç, aileyi kadın ve erkek üzerinden konuşamayız ve konuşulmaması gerekir. Tersine kadın ve erkeği aile üzerinden, aile içinde üstlenmiş oldukları rolleriyle beraber konuşmamız daha ufuk açıcı olacaktır. Bu kadın ve erkeğe ilişkin her türlü meselede ailenin eksen alınması ve bu şekilde çözüme çalışılması demektir. Unutmamak lazım ki, aile bir cihetten kadın ve erkeği aşan bir anlamın ve rahmetin dünyasıdır.
Aile kurmak sürdürmek, birinin hanımı/kocası olmak bir imtihandır. Bu imtihan olma durumu, şen şakrak görüntülerle değişmez. Tabii ki lezzeti de var ama buna rağmen evliliğin birinci gününde de otuzuncu senesinde de İblis’in hedef tahtasında olmak hiçbir yuva için geçersiz değildir. Hiç kimse mezara girmeden önce İblis’in hedefinden düşmez. Şeytan, evinde bunalttığı insanların camiye gitseler bile huzur bulamayacaklarını bildiğinden evlerimizle uğraşmaktadır. Küsmüş bir kadının kocasının yüzünü paranın da güldüremeyeceğini şeytan iyi bilir. Kaba bir erkeğin hanımının yüzünün bu dünyada gülmeyeceğini şeytan çok iyi bilir. İncir çekirdeğini bile doldurmayacak kadar küçük bir sebebin ailenin dağılma nedeni olmasının altında bu yatmaktadır; bize göre küçük, İblis’e göreyse mükemmel ve kullanışlı bir nedenden söz ediliyor olabilir. On sene sonra asla hatırlamayacağımızı düşündüğümüz bir ayrıntıyı şeytan elli sene sonra bile devasa bir hadiseymiş gibi büyütüp ailenin dağılma nedeni hâline getirebilir.
Son dönem evliliklerde kriz yönetiminin zaaflı olduğunu hatırlatan Erkoç, alttan alma anlayışı kaybolmuş, üslup sorunları arttığını belirterek, oysa dil, duaya dönüşmelidir, hürmet, samimiyet ve tevazuya uygun bir tarz olmalı ve popüler kodlarla dil geliştirilmemelidir dedi.
Aileyi Tehdit Eden Unsurlar…
Müslüman aile modeli yaşadığımız zamanlarda birbirini besleyen iki taraflı bir tehdit altında bulunduğuna değinerek şöyle devam etti. “Bunlardan biri aşırı bireyciliktir ve akrabalık bağlarını esas alan dayanışmacı/cemaatçi ilişkilerinin dokusunu hızla çözmesidir. İkincisi de ilkiyle alakalı olarak insanın kendisini birçok şeye karşı sorumlu tutan, bu yüzden de insana vazife yükleyen İslâm’ın dayanışmacı/ cemaatçi değerlerinin Müslüman’ın eliyle içlerinin boşaltılması, anlamsız ve işlevsizliğe terk edilmesidir.
Aile bireylerinin kendilerini manevi açıdan yenilememeleri, o aileyi tehdit eden iç unsurlardandır. Düşünün bir aile reisinin ibadetten yoksun olması, o aileyi tehdit eden bir unsurdur. Yine çocuklar terbiye edilmediğinde, bu da aileyi kendi içinden tehdit eder. Bir de aileyi dışarıdan tehdit eden unsurlar var. Bunlar da tabi ki zararlı yayınlar, özellikle de her aileye musallat olan televizyon dizileri. Yine ailenin çevresi, arkadaş çevreleri, iş çevreleri vs. eğer sağlıksız ise, ya da problemli ise, aileyi dışarıdan tehdit eden unsurlardır. Yine günümüzdeki modernite, özellikle dünyayı ve maddeyi önceleyen seküler anlayışlar ve batı tarzı yaşam biçimleri ve ya devletin bu anlamda ciddi bir politika üretememesi, eğitim kurumlarında aileyi destekleyecek müfredatın olmaması ya da yetersiz oluşu da, aileyi dışarıdan tehdit eden unsurlar arasındadır diyerek sözlerini tamamladı.
Program soru, cevap ve katkıların ardından sona erdi…