Taha Kılınç / Yeni Şafak
Eski ve yeni
Taşkent’te, Özbekistan’da 1990’ların başından itibaren yaşayan ve ticaret yapan bir dostumuzla sohbet ediyorduk. Eskiyle yeniyi kıyaslamasını istedim. Sovyetler Birliği şemsiyesi altından yeni çıkmış ve o dönemin kodlarına göre programlanmış bir ülkeyle, bugünün daha modern ve özgür Özbekistan’ını karşılaştırdığında, şu tespitleri yaptı:
“Eskiden hürriyet yoktu, doğru. İnsanlar büyük bir baskı altındaydı. Cemaatle namaz kılmak bile problem oluşturuyordu. Ama ekonomik istikrar ve güven vardı. Devlet, gümrükleri ve piyasayı sıkı bir şekilde denetlediği için, bütçe fazla açık vermiyor, enflasyon görülmüyordu. Güvenlik noktasında da, rejimin sınırlarını biliyorduk, neye dikkat etmemiz gerektiği belliydi. Kırmızı çizgileri aşmadığımızda, sakin bir şekilde yaşayıp gideceğimizin garantisi vardı. Şu anda ise, evet, özgürlük geldi. Baskılar kaldırılıyor. Ekonomik ve sosyal alanda liberal diyebileceğimiz reformlar hayata geçiriliyor. Ancak bütün bunların bedeli olarak istikrar sarsılıyor, dünyaya açıldıkça dünyanın bir sürü problemi de gürül gürül içeri akıyor. Ekonomik belirsizlik insanların ahlâkını bozar ve ülkeleri güvensiz hale getirir. Bunun bazı olumsuz neticelerini şimdiden yaşamaya başladık bile…”
Aynı konuyu, birkaç ay evvel, Tunus’ta yaşlı bir zata açmıştım. “Siz hem Habib Burgiba dönemini hem de Zeynelâbidin bin Ali dönemini gördünüz. 2011’den sonra yaşananları da dikkate aldığınızda, eski günler hakkında ne söylersiniz?” diye sormuştum. Cevabı oldukça benzerdi: “Eskiye dair özlediğim iki şey var: Ekonomik açıdan belirsizlik ve sürpriz yoktu. Kazandığımız belliydi, harcadığımız belliydi, devlet piyasayı sıkı biçimde kontrol altında tuttuğu için, vatandaşlar olarak bizler önümüzü görebiliyorduk. Sistemin tek bir hâkimi olduğundan, spekülasyonlar ve ani iniş-çıkışlar yoktu. İşsizlik böyle yaygın değildi, herkes kendi küçük hayatında bir şeylerle meşguldü. Özlediğim ikinci şey de, emniyet ve güvenlik. Devletin varlığını her yerde hissediyor ve görüyorduk. Rejimin çizdiği sınırlara riayet ettikçe, başınıza herhangi bir olumsuzluk gelmezdi. Bugün söylendiği anlamda özgürlük yoktu, fakat hırsızlık, gasp, yankesicilik vs. de görülmezdi. Devletin yumruğu tam karşımızda durduğu için, herkes korkar ve çekinirdi. Şimdi tam bir kaos ve başıboşluk var…”
Birbirinden binlerce kilometre uzakta, tamamen farklı serüvenler yaşamış iki farklı coğrafyadaki iki ayrı ülkede, maziyle bugünün kıyasının bu kadar benzeşmesi epey dikkat çekici. Demek ki, toplumlara hâkim olan sosyolojik kaideler, zamanlar ve zeminler üstü benzerlikler taşıyor.
(Aynı mesele, Türkiye için de söz konusu edilebilir. Baskılar ve yasaklar kalktıkça, toplum tamamen zincirlerinden boşanıyor. Kural, kaide ve yaptırımın hiçbir şekilde kâr etmediği, herkesin kendi hevâ ve hevesinin peşinden sürüklendiği bir arenaya dönüşüyor ülkemiz. Fikir özgürlüğü, yolumuzu, kimsenin kimseyi dinlemediği ve hakikat diye bir derdin de olmadığı, korkunç bir kakofoniye çıkardı. Başörtüsü bir zamanlar kamusal alanda yasaktı; “özgürlük mücadelesi” verildi, ancak bu sefer de okullara neredeyse bikini ve şortla gelinecek bir “özgürlük” paketini kucağımızda bulduk. Yasağı kaldıralım derken, kurallar ve kaideler de berhava oluverdi.)
Demokrasi, özgürlükler, liberal ekonomi, küreselleşme, bireyin bağımsızlığı, fikir hürriyeti… Günümüz dünyasında idealize edilen ve adeta insanlığın ulaşabildiği en nihaî faziletler gibi gösterilen tüm bu mefhumlar, bugün artık bambaşka bağlamlarda tartışma konusu oluyor. Baskıcı rejimleri savunmak mümkün değil elbette, ancak onların yerine konan “özgürlük atmosferi” acaba halklara ne vaat ediyor? Sınırsız özgürlükler idealize edilirken, bunun neticesinde ortaya çıkan kuralsız ve başıboş kalabalıklar nasıl kontrol altında tutulacak? Dünyanın her yerinde örf ve gelenek örgüleri çözülürken, “değer” kavramını kim, neye göre tarif edecek? Meseleye biraz kafa yorduğunuzda, can sıkıcı bir sürü detaya tesadüf ediyorsunuz.
Görünen o ki, dünyanın gidişatı ve yaşananlar, demokrasi ve özgürlükler başta olmak üzere birçok modern mefhumun daha fazla tartışılmasına yol açacak. Belki de bu tartışmalar, insanlığı yeni sistemlerle ve formüllerle tanıştırır, kim bilir…