Cumhuriyet atılımının Türkiye’ye ne kadar gerçek anlamda modernleşme getirdiği konusunu tartışıyorduk. Bu, tabii, “modern”den ne anlaşıldığına da bağlı. Son günlerde, İzmir’de DTP konvoyu dolayımında, “modern” kabul edilen kıyafetle Kürtlere taş atan prototip öne çıktı ve çok kişinin dikkatini çekti. Öyle bir anlayışa göre “modern” olmanın ölçüsü uyguladığın “dekolte” modelindedir.
Ben bu dizide cemaatten topluma geçişi temel ölçüt olarak kabul ediyorum. Burada belirtilecek şey, öncelikle, ezici çoğunluğu köylü olan halk tabakalarına bu anlamda bir eşik atlatmayı sağlayamamak başarısızlığında değildir. Bu, belki, daha baştan karar verilmiş, onaylanmış bir başarısızlıktır. Asıl önemlisi, eğitilen kentli nüfusun modernleşmesinde karşılaşılan başarısızlıktır. Bu önemlidir, çünkü burada niyet, girişim, yatırım, hepsi vardır, ama sonuç da bellidir. Bu da, aksaklığın toplumda değil, projenin kendisinde olduğunu kanıtlar.
Cumhuriyet öncesinin Osmanlı intelligentsia’sı da Batı Avrupa tipi bir (liberal) modernleşme ve “toplumlaşma”dan korkmuştu. Bu tip korkularını “fert yok” diye dile getiren Ziya Gökalp, mıknatısla çekilmiş gibi, kendini korporatizmin yanında bulmuştu. Kara Kemal sermayedar olmasını umduğu “meslekleri” örgütleyip bir kapitalizm biçimi başlatmak için ter döküyordu, ama bu, “solidarist kapitalizm” olacaktı. Sermayedar, ona “Sen sermayedar ol! Sermayeyi sen bulamazsan ben veririm!” diyen devletle kolkola girecek, kazancıyla devleti destekleyecek, bir yandan da kendi hemcinsleriyle “komünal” bir kardeşlik içinde yaşayacaktı. Memduh Şevket de Kara Kemal’in yetiştirmesiydi. Onun bir “yatay Türkiye” utopyası vardı. Üç kattan yüksek bina bulunmayan bir ülke! Orta halli eşit insanlar ülkesi!
Ta o zamanlardan başlayarak, bu çeşit “anti-kapitalist” fobileri bir solculuk biçimi olarak yorumlayanlar da olmuştur. Faşizmin sosyo-ekonomik programı olan (Mussolini en ileri somut örneğini verdi) korporatizmle sosyalizmi birbirinden ayıramayan bir “sol” anlayış, tarihin şimdiki aşamasında “Ergenekoncu” olduysa, şaşacak önemli bir durum yok.
Cumhuriyet, ilk “liberal kapitalizm” girişimlerini, daha çok da maddî imkânsızlık, sermaye birikimi olmaması gibi nedenlerle, süreklileştiremedi. Dünya buhranı da bastırınca, devletçilikten başka “feasible” yol kalmadı. Bu da, zaten köşeleri tutmuş olan korporatist kadroların zihniyetine en uygun yöntemdi.
İstanbul değil, ama Ankara’ya gidin, “Polis Evi”, “Öğretmen Evi”, “Hâkim Evi”, olanca korporatist yapılarıyla, oradadır. Türkiye’nin yazlıklarla dolu kıyı bölgelerine giden, devletle çalışan herkesin, çeşit çeşit mühendisin, valilerin, maliyecilerin sitelerini görürsünüz. Tabii Silâhlı Kuvvetler kadar, herkesten kopuk ve uzak, yalnızca kendi aralarında yaşamayı başarmış bir meslek dalı daha yoktur. Ama askerler bütün dünyada da biraz böyledir.
Bunlar, sonuçta, “modern” dediğimiz “meslekler”, yani toplumun geleneksel cemaatleri değil. Tabii onların yaşayabilenleri de bir yandan yaşamaya devam ediyor. Gayrımüslim dinî cemaat pek bir şey bırakmadık Allah’a şükür, Varlık Vergisi, 6 Eylül falan derken, ama kalanlar cemaatler halinde yaşıyor. Tabii “dinî cemaat” deyince en büyük topak grup Aleviler. Onlardan ayrıca söz etmem gerekiyor. Yarı gizli tarikatler hep vardı, şimdi de varlar ve biraz daha günışığına çıkıyorlar. Ama toplumsal örgütlenmenin temel modeli bu pre-kapitalist cemaat modeli olduğu için, “modern” dediğimiz hayatın zemin hazırladığı biraraya geliş örneklerinde de genel “cemaat zihniyeti” ağır basıyor. İnternet, şu bu, bunlar insanları cemaatten alıp bireyselleşmeye, farklılaşmaya çekeceğine, o zihniyetle buralara girip çıkan insanlar o yerleri yeni cemaatlerin lokallerine çeviriyorlar.
Ama artık bu cemaat duvarları da alabildiğine inceldi, inceldikçe saydamlaştı. Çünkü herkesi durduğu yerde durdurmayı temel alan “CHP modernleşme projesi”ne rağmen, toplum gelişti ve farklılaştı. Onun için, o saydam duvarların da sonu iyice yaklaştı.
TARAF