‘’Arşı yüklenenler ile onun çevresinde bulunanlar rablerini hamd ile tesbih ederler ve O’na iman ederler ve (onlar) müminlerin bağışlanmasını dilerler: “Ey rabbimiz! Sen, rahmetin ve ilminle her şeyi kuşattın. Tövbe edenleri ve yolundan gidenleri bağışla, onları cehennem azabından koru! “Rabbimiz! Hem onları, hem de onların babalarından, eşlerinden ve nesillerinden salih olanları, kendilerine vadettiğin sonsuz nimet ve ebedî mutluluk yeri olan Adn cennetlerine yerleştir. Şüphesiz sen kudreti daima üstün gelen, her hükmü ve işi hikmetli ve sağlam olansın.”(Mü’min 7,8)
Yeryüzünde halife olarak yaratılan insanın bireysel, ailevi ve toplumsal sorumluluklarını Kur’an’da yüce rabbimiz inanç, amel, ahlak ve ilkeler üzerinden tanımlamaktadır. Öncü hayatlardan, Rasullerin hayatından ve mümtaz şahısların hayatlarından ve onların ailelerinden bizlere örnekler vermektedir.
İnsanoğlu zayıf yaratıldığı kadar iman, ahlak ve kulluk bilincini sürdürmek konusunda da kararlı ve metanetli yaratılmıştır. İnsanın bu özelliği takva yönüdür. Ailenin ve çocukların eğitiminin; toplumun temel taşlarından olan bu küçük ama son derece etkin kurumun nasıl inşa ve imar olacağının kurallarını rabbimiz kitabımızda örneklerle açıklamıştır.
Çocuklar ve gençler daha küçük yaşlarda ailenin hassasiyeti ve merhamet incelikleri arasında bir iklime dâhil olmalıdırlar. Nesillerimize bunun imkânını hazırlayanlar da bizleriz. Genç nesillerin ‘İslami Şahsiyet’ i benimsemelerinde ve onların bireysel ve toplumsal şahidlik alanlarına hazırlanmalarında mümin ebeveyne ve yetişkin mükellefe çok büyük görevler düşmektedir.
İçinde yaşadığımız toplum gerçeğinde, gençlerin çoğunluğunun içinde bulunduğu hayat alanlarının inşacıları İslami yaşamı öngörenler değiller. Bu sahada etkin rol oynayan unsurlar seküler tercihleri olan yetişkinler, resmi olarak işleyen laik kültür, modern eğitim faktörleri ve medya unsurlarıdır. Cahili bir yaşamın iffetsizliğe, hayâsızlığa, tesettürsüz bir yaşama ve ahlaki hassasiyetleri boş veren kişilik yapılarına sürüklendiği bu toplum olgusu karşısında hayıflanmak veya yükümlülüğü başkalarından beklemek yerine bizzat bizlerin çok önemli görevlerimiz bulunmaktadır.
Son zamanlarda din, iman, ahlak, tesettür konularında o kadar çok rencide edici ve zillet dolu davranışlarla karşılaşmaktayız ki yapılanlar içimizi acıtıyor ve tepki olarak bir şey yapamamak moralimizi bozuyor. Elbette çaresiz değiliz, hamdolsun. Örgütlü tepkinin her zaman etkili bir karşılığı vardır. Müslüman camianın yaşananlara tepkisiz kalmaması gerekiyor. Daha önemlisi bu yüksünmeleri bırakıp neler yapacağımıza odaklanmamız gerekiyor. Birlikteliğe, ortak tavırlara ve aramızda yaşatacağımız nasihat emrine, marufu emir münkeri nehiy vazifesine ve cemaat halinde yapacağımız ibadetlere önem vermemiz gerekiyor.
Genç nesiller ve aileler toplum dinamiğinin en önemli temel taşlarındandır. Önceliğimiz İslami kimliğe sahip gençlik ve aile inşası olmalıdır. Çocukların ve gençlerin davranışları, onlara hissettirmeden her zaman kontrol altında olmalıdır. Özellikle onların göz önünde yapamadıkları kabahati, gizli ve tenha yerlerde işlemelerine meydan vermemeliyiz. Onları göz ardı etmemeliyiz. Yaptıklarıyla yalana alışır, riyâya alışır, bunlar kendinde şahsiyet hâline gelir. Çocukların güzel işlerini takdir etmeli, onu mükâfatlandırmalı, hatalarını görmezden gelmemeliyiz.
“Çocuklarınıza ikramda bulunun; onlara güzel bir terbiye verin” (İbn Mâce, Edeb,3). Nebî (sav), anne ve babalara çocukları için İslam üzere bir gelecek hazırlama yükümlülüğünü hatırlatmıştır ve bir ebeveynin çocuğuna bırakabileceği en iyi mirasın güzel bir terbiye olduğunu vurgulamıştır. (Tirmizî, Birr, 33.) “Kimin bir çocuğu varsa onunla çocuklaşsın” (Deylemî,III,513)
Gençlerin kişiliğinin şekillenmesine ihtimam göstermek gerekiyor.
Gençleri tesettüre, hayâya ve iffete alıştırmak gerekiyor. Kız veya erkek karakter oluşumu çocuk yaşlarda başlıyor. Kıyafet yanlışlıklarına, kısa ve açık giysilere müsâmaha göstermemek lâzım. Arkadaşlık ilişkilerinde mahremiyet konularına onları alıştırmak gerekiyor. Gençlerin huy ve ahlâklarına yerleşecek yanlışlar, hatalar karşısında kesinlikle bir müsamaha veya görmemezlik içinde olunmaması gerekir. Yanlış olduğunu kendisine mutlaka güzel bir dille ifade etmek lâzım. Tatlı ama uyaran uyandıran bir dille; ‘Rabbimiz görüyor, kayda alınıyor ve hesabı sorulacak’ ‘Rabbimize hamd ve teşekkür içinde olalım, kulluğumuzdan vazgeçmeyelim biz O’nun dinine yardım edelim O da bize yardımı yağdırsın’ şeklinde itinayla yüklü kelimelerle bu görevimizi sürdürmeliyiz.
Gençleri ibadetlere, namaza, İslam’a ve Müslümanlara hizmete alıştırmak gerekiyor. Takvayı ve teşekkürü öğretmeliyiz. Namaz bizim takva ve teşekkürün ifa edildiği bir ibadetimizdir. "Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak Allah’tan yardım dileyin. Şüphe yok ki, Allah sabredenlerle beraberdir." (Bakara 153)
Seküler kültür ve batıya öykünmeci yaşam biçimi içinde yaşadığımız toplum ahlakında dominant etkiye sahip. Nikâhsız birlikteliklerin inanılmaz boyutlarda arttığı, fuhşiyâtın normal, evliliğin fuzuli kabul edildiği bir toplumda yaşamaktayız. İslam toplumunda ‘âile’nin değeri fıtridir ve Kur’an-ı Mübin’den ve Rasulullah (sav)’ın örnekliğinden şeklini alır. Aile Müslüman için çok önemlidir ki saldırılar buraya yapılıyor. Aileye, hicaba, iffete, tesettüre, mümin kadın kişiliğine saldırının amacında özü, fıtri asliyeti çürütmek yatmaktadır. İnsan olmanın değerleridir bunlar. Diğer mahlûkatta böyle bir keyfiyet yoktur. Onlar emaneti yüklenmemişlerdir, emaneti insan yüklenmiştir; onlar akletmeyen, irade taşımayan serbest varlıklardır. Ailenin İslam adabıyla, şiarlarıyla ve iman ve salih amelle kuşanması, toplumun kimliği ve haysiyetidir.
‘’Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl…” (Furkan 74) Ayet-i Celile’de geçen ‘gözümüzün nuru olan eşler ve zürriyetler’ vurgusu muhkem bir geleneği ve insanlık için üst bir modeli işaret etmektedir. ‘Muttakilere önder olacak’ göz aydınlığı nesiller! Kur’an nesli, ismi Kur’an’da ve önceki kitaplarda geçen ‘Müslüman’ nesiller vurgusu öne çıkmaktadır. Göz nuru eşler ve onlardan yetişen evlâtlar toplumda her işte en değerli ve takvâ yönüyle bir numune olacaklar.
Ailenin en önemli şiarı tüm bireylerin İslam’ı yaşamaya özen göstermeleridir; Rasulullah (sav)’den şöyle rivayet olunmuştur: ““Geceleyin kalkıp namaz kılan, hanımını da kaldıran, kalkmazsa yüzüne su serperek uyandıran kimseye Allah rahmet etsin! Aynı şekilde geceleyin kalkıp namaz kılan, kocasını da uyandıran, uyanmazsa yüzüne su serperek uykusunu kaçıran kadına da Allah rahmet etsin!” (Ebû Dâvûd, Tatavvû 18, Vitir 13)
Bireysel ve toplumsal ifsadın başında kültürel iklim ve modern araçlar gelmektedir. Bugün televizyon, internet, cep telefonları her haneye girmiş durumdalar. Bu cihazlarda gezinen kültürde hâkim unsur bize ait değil. İçerik maalesef İslam dışı detaylarla yüklü durumdadır. Elbette bu araçlar iyi kullanıldığında faydalı olabilecek nesneler ama şu an bunların pratik kullanımında arka planda İslami bilince dayalı bir içerik bulunmamaktadır. Moda adı altında dizilerle, kısa video çekimleriyle, sosyal medya siteleriyle iffetsizlik, açıklık saçıklık hızlı bir şekilde karşılık buluyor ve dolaşıma giriyor. Bu baskın kültürün gezinme gücüyle birlikte günahlar normal görülüyor ve ifsad etkinlik alanını genişletiyor. Yaşananlar karşısında bir sorgulamanın olmayışı ve bu ifsad kültürünün benimsenmesi ne kadar münker ve şeytani karanlığın hâkim olduğu zavallı bir durum! Hâlbuki İslam mübindir, fıtrîdir ve tertemizdir.
Üstünlük sadece takvadadır. Üstünlük kadın veya erkek olmakta, güzellik veya süslenmekte, para veya unvanda değildir. Modern insan kendine uygun değerler üretti. Yaratıcıyı değil kendi aklını ve iradesini merkeze yerleştirdi. Modern düşünceyi kendine temel alan birey için insanların ten renkleri, zenginlik fakirlikleri, konuştukları dilleri, yaşadıkları bölgeler, ülkelerinin maddi refah seviyeleri veya dini tercihleri onların ötekileştirildiği, ayrımcılığa uğradığı sebepler olabilmektedirler.
‘’Allah katında en üstününüz en müttaki olanınızdır” (Hucurât 13). Allah katında üstünlük takvadadır. Yaratılıştaki ve hayattaki farklılıklarımız aramızda üstünlük karinesi olamazlar.
İslam’da ailenin değeri çok önemlidir. Kur’an-ı Mübin’de övülen analar, babalar ve salih aile örnekleri bizlere anlatılmaktadır. Sahabe neslinden sonra maruf geleneğin aktarımında ailelerin; ana babaların rolü büyük olmuştur. Onların eğitiminde ve desteğinde yetişen evlatlardan ümmete öncülük yapacak öncü şahsiyetler yetişmiştir. Kur’an-ı Mübin’in ayetlerine tam riayet eden ve Allah Rasülü’nün örnekliğine titizlik gösteren bu Müslim hayatların başlattığı İslami uyanış ve ıslah süreci mektep özelliğiyle Kur’an Nesli geleneğini sürdürmektedir ve gelecekte de sürdürecektir. İslami ıslah sürecinde arkadan gelen nesillerin yetişmesinde öncü şahsiyetlerin hayatları İslami uyanış ve ıslah sürecine büyük katkılar sunuyor. Eğer bizler sohbetlerimizde Ömer b Abdülaziz’e, Ebû Hanîfe’ye, İbnül Kayyım’a, Şah Veliyullah’a, C. Afgani ’ye, Hasan El Benna’ya, Seyyid Kutub’a, Malik b. Nebi’ye, M Azad’a, İ. Begoviç’e, İskilipli’ye, M. Akif’e, Halim Paşa’ya, Babanzade’ye değiniyor ve onların hayatlarından örnekler aktarıyorsak unutmayalım ki; onların arkasında İslam’ı baş tacı eylemiş annelerin ve babaların rolleri büyüktür.
Batılı yaşamda bu saik bulunmaz, ana baba rolü folkloriktir, onların bir önemi yoktur. Tersine ailenin fıtrî ve ulvî vazifeleri birer geleneksel baskı unsuru veya bir esaret türü olarak gösterilir.
Müslüman ana babalar genç nesillere öncü olmak konusunda sorumluluktan kaçtıkça modern cahiliye yaşam alanlarını genişletiyor ve gençler üzerindeki etki ağlarını tahkim ediyor!
İçinde yaşadığımız toplumda modern cahiliye dinamik bir alana hükmediyor. Özel ve sosyal alanları şekillendiren hâkim kültürde, yaşam alanlarında, sanatta, medyada rol model görülen seküler tipler sempatik bulunuyorlar ve adeta öncü rolleriyle benimsenmekteler. Güçlü dilleri var. Evlilik dışı beraber yaşamayı, zinayı, iffetsizliği bir hak ve hürriyet olarak savunan, bu yüzden de aile müessesesini küçük görmekteler. Gayrı meşru yaşama öncülük etmekteler. “Özgürlük tanımlarımız gelenekle değil çağdaşlıkla tanımlıdır, kısıtlama altında olmayalım” diyorlar. Nikâhsız yaşamayı bir insan hakkı imiş gibi savunuyorlar. Hâlbuki nikâh iki tarafın Allah adına söz vererek birbirine helâl olmasıdır.
‘’Müminler, namazlarını huşu içinde kılar, boş, lüzumsuz şeylerden yüz çevirir, zekâtlarını verir, iffetlerini korur, emanet ve ahidlerine riayet eder’’ (Müminun 1-8)
Nebi (sav)den şu sözler rivayet olunmuştur: ‘’İman çıplaktır, süsü hayâ, elbisesi takva, sermayesi fıkıh, meyvesi ameldir’’(Deylemi), "Allah (cc), gayri meşru şehvet peşinde olmayan genci pek beğenir." (Müsned, 4/151), “İnsanlar içinde Yüce Allah’ın en sevdiği kimse, kötülükleri terk edip, iyiliklere yönelen gençtir” (Ebu Davut, Salât, 26), Rasulullah (sav) Veda Hutbesi’nde; “Allah adına söz vererek, helâl edindiniz.” buyurmuştur. (Sahih-i Buhârî Muhtasarı, X, 398)
Günümüz modern cahiliyesinde adabı, iffeti, hayâyı, hicabı, tesettürü reddeden, âdeta diğer mahlûkat gibi hür ve başıboş olmayı doğallık ve özgürlük zanneden topluluklar ortaya çıktı. Hâlbuki iffet, edep, hayâ ve namus gibi hususiyetler, insanı hayvandan ayırt eden meziyetlerdir. İşte bu insanlık vasfının korunacağı mukaddes kale, ancak nikâhla kurulan bir ailedir. Yakın tarihte Müslümanlar batı karşısında yaşanan yenilgiler üzerine (Osmanlı’da 1839 Tanzimat’la birlikte) maddî ve manevî sarsıntılar geçirmeye başladılar. Avrupa’ya bilhassa Fransa’ya giden üst ricâlin çocukları aklen ve kalben avrupaileşmiş olarak memleketlerine döndüler. O süreçte büyük bir bozulma ve şahsiyet yıkımı başladı. Bu yıkım ve yabancılaşmadan ancak aile kurtulabilmişti. Şimdi küresel ifsad karşısında kendini anafora bırakanların çoğunluğu oluşturduğu Müslüman aile olgusu tehlike altına girmiş durumdadır. Modern hegemonya önüne kattığını uçurumun kenarına sürüklüyor, bu tazyikten kurtuluşun reçetesi sadece din-i mübin İslam’dır. İslam bir kurtuluştur, bir rahmettir. Kitab-ı Mübin’de rabbimiz ahlak, iffet, aile konularında önceki kavimlerden bahsediyor. Âd, Semud, Keldânî, Firavun, Nemrut ve diğerleri. Bunların her biri iffetsizlik, fuhşiyat, şirk, zulüm ve tuğyan sebebiyle helâk edildiler. Bunlardan biri de Sodom Gomora medeniyetleri idi. Bunlar “livâta / eşcinsellik, fahişelik, çıplaklık” denilen ifsada saplandılar. Lût (as) bunlara Rasulullah olarak gönderildi: ‘’Lut’u (kavmine gönderdik) da: Hani (Lut) kavmine: “Sizden önce âlemlerden hiç kimsenin yapmadığı bir fuhşiyatı mı yapıyorsunuz?” demişti. Kavmi: “Onları yurdunuzdan çıkarın. (Çünkü) onlar temizlenen insanlardır.” demek dışında bir cevap vermemişti. Hanımı hariç, onu ve ailesini kurtarmıştık. (Hanımı) geride (helak olanlarla) kalmıştı. Onların üzerine bir (azap) yağmuru yağdırmıştık. Suçlu günahkârların akıbetinin nasıl olduğuna bir bak!’’ (A'râf 80,82-84)
Bugün toplu helâk olmuyor. Rasulullah (sav)’ ın duası bereketiyle. Fakat sünnetullah yasaları gereği cezalar tahakkuk etmeye devam edecektir. Bazı felaketlerin nedeni yeryüzünde şerrin, ifsadın çoğalmasıdır. Hastalıklar, kıtlıklar, bu küresel güçlerin getirdiği merhametsizlik, gasp, zulüm, bunların getirdiği sonuçlardır. “Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah çoğunu affeder.” (Şûrâ, 30)“İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; belki de (tuttukları kötü yoldan) dönerler.” (Rum, 41)
Bu toplumda İslâm’ın yaşanmaması tehlikesini görelim ve müminler olarak kulluk görevlerimize ve ıslah tedbirlerimize odaklanalım. Çareler üretelim. Rabbimizin dinine yardım edelim ki; ilahi yardıma mazhar olalım. Bir toplumda İslam nimeti ve ilahi rahmet azalırsa o toplum yalnızlaşır ve sahipsizleşir, bir nevi belaya duçar olur. Yeryüzünde Allah’ın dinine sahip çıkan mümin kullar her zaman bulunacaktır. Şahid, muttaki, muhlis, mucahid müminler her zaman yeryüzü nöbetini sürdüreceklerdir. İslam çok etkili bir yaşam ve büyük bir kültürdür. Çünkü onu insanlığa Allah Teâlâ lutfetmiştir. Bu yaşam biçimi bir nimet ve rahmet olarak 23 senede tamamlandı. ‘’Bugün artık inkâr edenler sizin dininizi ortadan kaldırmaktan ümitlerini kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın benden korkun. Bugün sizin dininizi tamamladım, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'ı seçtim’’(Maide 3)
İlahi yasalar münkerattan korunma yollarını, tedbirlerini öğretiyor. Allah Teâla ayette “Yaklaşmayın!” talimatı veriyor. Eğer yaklaşırsan uçurumdan aşağıya gidersin. “Zinaya yaklaşmayın!..” (İsrâ, 32) Yani daha o tehlikeye girmeden önlüyor İslâm. Enam Suresi’nde “Açık olsun, gizli olsun hiçbir günaha ve kötülüğe yaklaşmayın!” (Enam 151) buyruluyor. İşte bugün maalesef toplum bu günaha yaklaşıyor. “Bunlar hudûdullah’tır. (Geçilmesi yasak ilâhî sınırlardır) Onlara yaklaşmayın!” (Bakara, 187) buyruluyor. Yani sadece “İşlemeyin!” değil, “Yaklaşmayın!” buyruluyor. Ömer (ra) bir gün dedi ki: “Siz, susarak da İslâm’ı tebliğ edin.” dedi. “Ya Emirel Müminin!” dediler. “Susarak nasıl tebliğ edilir?” dediler. “Hâliniz ve ahlâkınızla.” dedi.
Rabbimizi ve hesabı unutanlardan olmayalım.
“Allah’ı unutanlar gibi olmayın. O’nu unutursanız O da size nefislerinizi unutturur. Unutanlar fâsıkların/kulluk çizgisini aşanların ta kendileridir.” (Haşr 59/19)
Rabbimiz bizlere halimizi ıslah etme iradesi versin. Bizleri sapkınlıktan, sapkınların şerrinden korusun. Bu topluma göz nuru analar babalar, hayırlı salih nesiller lütfeylesin. Amin.