Şinasi Gündüz & Naman Bakaç / Perspektif
İşgal ve soykırımın temel argümanı: Seçilmişlik ve vadedilen topraklar mitosu
Dini, siyasi ve tarihi bir bağlama sahip Filistin-İsrail sorunu, 7 Ekim 2023’te Hamas’ın “Aksa Tufanı” operasyonuyla dünya gündeminin en önemli başlığına dönüşse de, kökleri, yakın tarih açısından 1917 Balfour Deklarasyonu’na kadar götürülebilir. 1917 öncesi her ne kadar siyasi, diplomatik, medyatik ve ekonomik girişimlere sahne olsa da Filistin-İsrail sorunu; katliam, sürgün, etnik temizlik, bombalama, işgal, çatışma ve savaş olarak bu tarihten sonra başlamış ve artmıştır. Başlayan bu acı, ölüm, yıkım ve trajedi ana tarihsel durakları olan 1948, 1967, 1973, 1987, 1993, 2004, 2006, 2014 ve 2023 7 Ekim’ine kadar dinmeyen bir kan lekesi olarak küresel ve bölgesel dengeleri belirleyen en önemli dinamik olarak tarih sahnesindeki yerini almış bulunmaktadır. Tarih sahnesindeki varlığı ve yansımaları; jeopolitik düzenden jeostratejik konsepte, güvenlik mimarisinden jeoekonomik kaynaklara kadar birçok değişkeni hâlâ meşgul etmeye devam eden bir sorundur. Kimi askeri, siyasi ve dinler tarihçisi açısından ise sorun Filistin veya Yahudi sorunu değil, işgalci İsrail sorunu olarak nitelendirilmektedir.
Filistin-İsrail sorunu; jeopolitik, jeostratejik, küresel ve bölgesel güvenlik mimarisi, küresel güç dengeleri, hegemonya, ekonomik ve askeri dinamikler bakımından çokça analiz edilmesine rağmen, sorunun teolojik, mitolojik, dinsel ve teopolitik dinamikleri ya ıskalanmakta ya da çok ama çok az analize tabi tutulmaktadır.
Perspektif, İsrail-Filistin sorununu teolojik, mitolojik, tarihsel, teopolitik ve kutsal metinler açısından analize tabi tutmak için İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dinler Tarihi öğretim üyesi Prof. Dr. Şinasi Gündüz ile bu ekseni odağa alan bir röportaj gerçekleştirdi. Gündüz ile, İsrail’in uyguladığı soykırımın, gerçekleştirdiği katliamların, işgal ettiği toprakların ve üç aya yakındır karadan, denizden ve havadan aralıksız bombalamalarının teolojik, mitolojik, dinsel ve teopolitik bağlamını, Tevrat ve Yahudilikteki diğer kutsal metinlerin bu işgal ve soykırımdaki rolünü, Yahudilerin seçilmiş üstün millet anlayışı ile vadedilen topraklar hedefinin kaynağını, Siyonizm’in motivasyonunu, Siyonist Hristiyanlar ile Evanjelizm’in bu soykırımdaki iş birliğini, Netanyahu’nun dillendirdiği Yeşaya kehanetini, apokaliptik ve eskatolojik beklentileri, Yahudilikte Mesihyen anlayış, Kudüs ve çevresinin kutsallığı, Kudüs’ün nasıl bir barış yurduna evrilebileceği ve İsrail-Filistin sorununun dinsel argümanlar bağlamında çözüm modeline ilişkin bakışını konuştuk.
İSLAM, YAHUDİLİK VE HIRİSTİYANLIKTA KUDÜS VE ÇEVRESİ KUTSAL KABUL EDİLİR
Kudüs ve çevresi kutsal topraklar mıdır? Kutsallığına dayanak olarak gösterilen dinsel ve tarihsel argümanlar İslamiyet, Hıristiyanlık ve Yahudilik açısından nelerdir? Kudüs bu üç din için neden vazgeçilmezdir?
Gerek İslam’da gerekse Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta Kudüs ve çevresi kutsal kabul edilir. İslam açısından Kudüs ve çevresi öncelikle peygamberler diyarıdır. Hz. İbrahim’den Hz. İsa’ya birçok peygamber burada yaşamış, Tevhid mücadelesi vermiş; Hz. Zekeriya ve Hz. Yahya gibi bazı peygamberler burada inkârcılar tarafından katledilmiştir. İkincisi, Kudüs Hz. Muhammed’in İsrâ ve Mirac mucizelerine konu olan mekândır. İsrâ suresinin ilk ayetinde Hz. Muhammed’in bir gece Mescid-i Haram’dan alınıp etrafının mübarek, bereketli kılındığı vurgulanan Mescid-i Aksa’ya (uzak mescide) götürüldüğü ve burada kendisine birtakım ayetler, mucizeler gösterildiği ifade edilmektedir. Mescid-i Aksa Kudüs’teki mescittir. Bu mucizevi seyahatte Hz. Peygamber, Mekke’den Kudüs’e götürülmüş ve Mirac mucizesini burada tecrübe etmiştir. Ayette “etrafını bereketli, mübarek kıldığımız” ifadesi Kudüs ve civarını nitelemektedir. Dolayısıyla Mescid-i Aksa ile birlikte Kudüs ve civarı da mübarek, kutsal mekânlardır.
Bir diğer husus kıble konusunda Mekke’deki Mescid-i Haram’a yönelme emri inzal olmadan önce Müslümanların namazlarında kıble olarak Kudüs’e yönelmiş olmalarıdır. Yani Kudüs Müslümanların ilk kıblesidir. Hz. Muhammed ve Müslümanlar kıble ayeti nazil olmadan önce yıllarca namazlarında Kudüs’e dönmüşlerdir. Kur’an’da kıble ile ilgili ayetin bağlamından (örneğin Hz. Muhammed’in Mescid-i Haram’a dönme emri öncesi kıble konusunda yaşadığı psikolojiye yönelik ayetteki vurgu) Hz. Muhammed’in namazda Kudüs’e kıble olarak yönelmiş olmasının kendi şahsi tasarrufu değil Allah’ın emri ile yaptığı bir davranış olduğu anlaşılmaktadır.
Son olarak İslam’da Mescid-i Aksa ya da Beyti’l Makdis, kılınan namazın sevabı açısından Mekke’deki Mescid-i Haram ve Medine’deki Mescid-i Nebi ile birlikte öne çıkarılan üç mescitten birisidir. Hz. Muhammed bir hadisinde Beyti’l Makdis’in Mescid-i Haram’dan yaklaşık 40 yıl sonra inşa olunduğuna da vurgu yapmıştır. Bu da Kudüs’teki bu mescidin Yahudi kaynaklarının iddia ettiği gibi M.Ö. 10’uncu yüzyılda Hz. Süleyman tarafından inşa edilen bir mabet değil çok daha önceleri inşa edilmiş bir mescit olduğuna işaret etmektedir. Tüm bu nedenlerle Kudüs İslam’da saygı duyulup hürmet edilmesi gerekli bir harem bölgesidir, Harem-i Şerif’tir.
YAHUDİ İNANCINDA KUDÜS, TARİHSEL İSRAİL KRALLIĞI’NIN BAŞKENTİDİR
Yahudi geleneğinde ise Kudüs (Yeruşalayim) “Arz-ı Mev’ud” ya da vadedilen toprakların merkezidir, Tanrı Şehri’dir. Kudüs’te bugün Mescid-i Aksa ile Kubbetü’s Sahra’nın da bulunduğu bölge Davut Şehri’dir. Tapınak tepesi ya da Zion tepesi olarak adlandırılan mekân Yahudi geleneğinde mabedin bulunduğu mekândır, kıbledir. Yahudi inancında Kudüs, tarihsel İsrail Krallığı’nın başkentidir. Sürgünde yaşayan Yahudiler beklenen Mesih’le birlikte buraya dönecek ve burada egemen olarak mabedi yeniden inşa edeceklerdir. Tüm bu nedenlerle Kudüs ve civarı kutsal bir mekândır.
Hıristiyan geleneği ise Kudüs’ü Tanrı Oğlu İsa Mesih inancı bağlamında kutsallaştırır. Kudüs ve civarı İsa’nın yaşadığı, mücadele verdiği, çarmıha gerilip öldüğü ve defnedildiği yerdir. Ölümünden sonra İsa burada yeniden dirilmiş ve göğe yükselmiştir. İleride ikinci kez gelişinde Tanrısal âlemden yine buraya inecek, ölüleri diriltip herkesi yargılayacak ve 1.000 yıllık bir altın çağ başlatacaktır. İsa’nın ikinci gelişi hadisesinde gökteki semavi Kudüs de yeryüzüne inecek ve yeryüzündeki Kudüs ile birleşecektir.
İslam, Yahudilik ve Hıristiyanlığın Kudüs’e affettiği bu kutsallık nedeniyle Kudüs ve civarı tarih boyu bu dinlerin mensuplarının bir arada yaşadıkları ve aynı atmosferi paylaştıkları bir yer olmuştur.
İŞGALCİ SİYONİSTLER, TEOPOLİTİK YORUMLARLA SOYKIRIMA VE ETNİK TEMİZLİĞE MEŞRUİYET ZEMİNİ OLUŞTURMAYA ÇALIŞMIŞLARDIR
7 Ekim sonrası İsrail’in Filistinlilere yönelik katliam ve soykırımına, yakın tarih açısından 1948’te yaşanan sürgün ve katliamlar da dâhil edildiğinde, İsrail’in bu cinnet halinin dayandığı dinsel motivasyon, inanç ve kültler nelerdir? Tevrat, Tanah ya da Yahudi kutsal metinlerinin; işgalin, katliamın, soykırımın, sürgünün ve infazların şekillenmesindeki rolü nedir? Bunu besleyen teolojik ve mitolojik motifler nelerdir?
İşgalci Siyonistler yaptıkları katliamı, zulmü ve soykırımı dinsel bazı argümanlardan hareketle açıklama yoluna gitmişlerdir. Teopolitik yorumlarla soykırıma ve etnik temizliğe meşruiyet zemini oluşturmaya çalışmışlardır. Bu teopolitik yorumla bir taraftan Yahudi ırkçısı, faşist bir ideoloji olan Siyonizm seküler siyasal bir akım olmaktan dini bir akım olmaya doğru evrilmiş, bir taraftan da Filistin’de sistematik olarak yapılan işgal, kolonicilik ve Filistinlilere yönelik takibat ve etnik temizliğin dindar Yahudiler nezdinde kabul görmesi sağlanmaya çalışılmıştır. Filistin’in işgalinin, Filistin halkına yönelik katliamla etnik temizliğin meşrulaştırılmasında kullanılan en temel dini argüman seçilmişlik ve vadedilen topraklar mitosudur. İsrailoğulları tarihine yönelik olarak üretilen buna dair mitolojik inançlar, İsrailoğulları etnisitesiyle özdeşleştirilen Yahudilerin seçilmişliğini ve diğer tüm halklardan ayrıcalıklı ve üstün oldukları kanaatini içerir. İnanışa göre Tanrı Yahudilere Kudüs’ün ve Filistin’in merkezini oluşturduğu vadedilmiş toprakları vermiştir. Dolayısıyla bu toprakları ele geçirmek, zapt etmek, oradaki yerli halkı sürerek kendi egemenliklerini ihdas etmek, Tanrı’nın kendilerine bahşettiği doğal bir hak olarak görülür. Bu doğrultuda Siyonist Yahudiler Filistin’i işgali ve orada kendi planlarına karşıt ya da engel gördükleri herkesi, Müslüman’ıyla Hristiyan’ıyla Filistin’den sürmeyi tabii bir hak olarak görür ve meşrulaştırırlar.
SİYONİZM, HIRİSTİYAN BATI’DA TARİH BOYU TARTIŞILAN YAHUDİ SORUNUNU, YAHUDİLERE BİR ULUS-DEVLET OLUŞTURMAK PROJESİYLE ÇÖZMEYE ÇALIŞAN BİR AKIMDIR
Siyonist Yahudilerden bahsetmişken, Siyonizm’i konuşmak isterim. 19’uncu yüzyılın sonlarında belirginleşen Siyonizm hareketi seküler bir hareket olarak başlamışken nasıl oldu da şu anda dini motiflerle örülü bir noktaya evrildi? Siyonizm’i doğuran ve besleyen dinsel ve tarihsel şartlar nelerdir? Tevrat ve Yahudi kutsal metinlerinden Siyonizm’i çıkarmak mümkün mü? Anti-Siyonist Yahudilik/Yahudiler diye bir husus da var bildiğiniz gibi. Bunları, Siyonist Yahudilerden ayıran şey nedir? Karşı çıkışlarına dayanak olan dini argümanlar nelerdir?
Siyonizm’in daha doğrusu Yahudi Siyonizm’inin 19’uncu yüzyıl sonlarında seküler bir akım olarak ortaya çıkmış olduğu doğrudur. Avrupa’da yaygın olan ulus-devlet ideolojisinden beslenerek Hıristiyan Batı’da tarih boyu tartışılan ve birçok sosyal gelişmeye konu olan Yahudi sorununu Yahudilere bir ulus-devlet oluşturmak projesiyle çözmeye çalışan bir akımdır. Bu akım zamanın önde gelen emperyal gücü İngiltere’nin verdiği siyasi ve askeri destek ve himayeyle 1917 yılında İngiltere’nin işgal ettiği Filistin toprakları üzerinde bu hedefini gerçekleştirme imkânı bulmuş ve dünya genelinde dağınık şekilde yaşayan Yahudileri buraya göç edip yerleşmeye davet etmiştir. Ancak kabaca İkinci Dünya Savaşı arifesindeki Nazi iktidarına kadar dindar Yahudiler genelde buna olumsuz bakmışlardır.
Dahası Siyonizm’in bu projesi, yani Filistin’de bir Yahudi devleti kurma fikri Tanrı’nın planına aykırı zındık bir düşünce olarak görülmüştür. Zira Yahudi inancına göre Yahudileri sürgünden kurtaracak ve vadedilen topraklara dönmelerini sağlayacak olan beklenen Mesih’tir. Davud soyundan bir kişi olacağına inanılan Mesih henüz Tanrı tarafından gönderilmemiş olduğundan Siyonistlerin Yahudileri Filistin’e döndürmeye yönelik bu projesi dini geleneklere aykırı olarak değerlendirilmiş ve özellikle Batı ülkelerinde yaşayan dindar Yahudiler buna iltifat etmemişlerdir. Ancak Almanya’da Nazi iktidarı döneminde yaşanan gelişmeler, Yahudilere karşı yürütülen takibat ve katliam, bir anda Avrupa’daki Yahudileri Siyonist projeye sıcak bakmaya itmiş ve İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde dindar Yahudiler de Siyonizm’in Filistin’i işgal projesine fiili katkıda bulunmuşlardır.
Günümüzde anti-Siyonist Yahudiler olarak bilinen “Satmar Yahudileri”, “Naturay Karta” ve “Gerçek Tora Yahudileri” gibi akımlar hâlâ Siyonizm’i Tanrı’nın iradesi planına aykırı ve din dışı bir akım olarak değerlendirmekte ve Siyonizm’e karşı çıkmaktadırlar. Bunlar ısrarla Siyonizm’in Yahudilikle bir ilgisinin olmadığını ve onun Tora öğretilerine aykırı olduğunu savunmaktadırlar. Her ne kadar kendisini İsrailoğullarının seçilmişliği ve Arz-ı Mev’ud fikri gibi dini bazı referanslarla meşrulaştırsa da Siyonizm’in Batı emperyalizminin Yahudiliği ifsat etme projesi olduğu dillendirilmektedir.
HIRİSTİYAN SİYONİZM’İ DÜNYA GENELİNDE EN YAYGIN SİYONİST GRUP OLUP, BIDEN VE LIZ TRUSS GİBİ BİRÇOK BATILI LİDER KENDİNİ SİYONİST OLARAK TANIMLAMAKTADIR
Siyonizm bağlamında, son yıllarda Siyonist Hıristiyanlar, Hıristiyan Yahudiler, Yahudi Hıristiyanlar ve Hıristiyan Siyonistler şeklinde ifade edilen kesimlerin varlığını görüyoruz, okuyoruz, duyuyoruz. Kimlerdir bunlar? Ne düşünürler, neyi hedeflerler? Hıristiyan fanatizmi olan Evanjelistlerle örtüşen veya ayrışan yönleri var mı? Evanjelist Yahudiler/Siyonistler deniliyor kimi Hıristiyanlar için, bu doğru bir terkip mi? Filistinlilerle alıp veremedikleri nedir?
Hıristiyan Siyonizm’i dünya genelinde en yaygın olan Siyonist gruptur. Başta ABD ve İngiltere olmak üzere birçok Batı ülkesinde milyonlarca taraftarı vardır. ABD başkanı Biden’dan İngiltere eski başbakanı Liz Truss’a birçok Batılı lider kendisini Siyonist olarak tanımlamıştır. Hıristiyan Siyonizm’i, Yahudi Siyonizm’inden daha eskidir tarihsel olarak. Henüz Siyonizm terimi kullanılmamışken Siyonist ideolojinin, yani Yahudileri Filistin’e yerleştirme ve orada egemen bir halk haline getirme fikrinin çeşitli Hıristiyan gruplar tarafından en azından 18’inci yüzyıl ortalarından itibaren dillendirildiği bilinmektedir. Bu Hıristiyanlar inandıkları kutsal kitaptan, yani Kitabı Mukaddes’ten hareketle İsrailoğullarının seçilmişliğini ve vadedilen topraklar inancını kabul etmekte ve Yeni Ahit metinlerinde Tanrı Oğlu İsa Mesih’in ikinci kez yeryüzüne gelişi öncesi Kudüs ve civarında gerçekleşmesi kehanetinde bulunulan hadiselerde Yahudilere Tanrı tarafından özel bir görev, bir rol verildiğini kabul etmektedirler.
Yahudilerce üstlenilecek bu görev; onların önce diasporadan kutsal topraklara, yani Filistin’e ve Kudüs’e dönüp yerleşmeleri, burada egemen olmaları, Kudüs’te mabedi, Yahudi mabedi Bet Ha-Mikdaş’ı yeniden inşa etmeleri, bunun üzerine civardaki halkların onlara savaş açması ve büyük bir savaşın çıkmasıdır. Ancak bu savaş sonrası iyi ile kötü arasındaki mücadelenin ifadesi olan Armageddon yaşanacak ve İsa Mesih gökten inecek, yeryüzünde Tanrısal Krallığı kurup 1.000 yıllık altın çağı başlatacaktır. Gelecek döneme yönelik bu inanç doğrultusunda bu Hıristiyanlar, Yahudilerin bir an önce Filistin’e dönüp orada bir devlet kurmaları için kampanyalar yürütmüşler, bu fikri Avrupa’da ve ABD’de siyasi, askeri her mahfilde canlı tutmaya özel bir önem atfetmişlerdir. Örneğin 1841 yılında bir süreli yayında Avrupa’daki monarşi yönetimlerini bu konuda projeler üretmeye dair bir memorandum yayınlamışlardır. Neticede Hıristiyan çevrelerin bu yaklaşımı ve bu doğrultuda ortaya koyduğu çaba Yahudi Siyonizm’ine önemli katkı sağlamıştır. 1896’da Birinci Siyonist Kongre toplandığında bu kongrenin katılımcıları yalnızca Yahudiler olmamış, Henry Dunant gibi Hıristiyan Siyonistler de kongreye destek vermişlerdir.
EVANJELİKLER, İSRAİL’E HER KOŞULDA DESTEK VERMENİN DİNİ BİR VECİBE OLDUĞUNA İNANMAKTADIRLAR
Tüm bunlar dikkate alındığında Yahudi Siyonizm’inin babasının Hıristiyan Siyonizm’i olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Hıristiyan Siyonizm’i özellikle Anglosakson dünyada oldukça etkilidir. ABD ve İngiltere’de siyasal ve ekonomik alanda önemli etkili bir aktördür. Filistin’deki işgalci gücün askeri, ekonomik, medyatik ve siyasal her anlamda desteklenmesi Siyonizm lehine uluslararası kamuoyu oluşturulması için canhıraş çalışmaktadır. İşgalci İsrail’e her şart ve durumda desteği kendileri için dini bir görev ve sorumluluk görmektedir. Örneğin bu nedenledir ki 7 Ekim Aksa Tufanı operasyonunun hemen sonrasında ABD’li Hıristiyan Siyonist Lindsay Graham Filistin’de yaşanan hadisenin bir din savaşı olduğunu ve din savaşında kendilerinin İsrail’in yanında olduklarını ilan etmiştir. ABD genelinde başta din adamları olmak üzere tüm kilise çevrelerinde işgalci İsrail’e büyük destek olmakla birlikte özellikle Evanjelik kilise bağlıları Hıristiyan Siyonist’idir. Evanjelikler İsrail’e her koşulda destek vermenin dini bir vecibe olduğuna inanmaktadırlar.
SİYONİSTLER İŞGALİ VE SOYKIRIMI MEŞRULAŞTIRMAK İÇİN YEŞAYA KEHANETİNİ KULLANMAKTADIRLAR
İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir’ın Filistinlilere yönelik katliamcı ve soykırımcı talepleri, Ortodoks Yahudi hahamların katliamlara çağrı yapan fetvaları, aşırı sağcı Kültür Mirası Bakanı Amihai Eliyahu’nun Gazze’ye atom bombası atılması fikri, savaş kabinesindeki kimi isimlerin “insanımsı hayvanlar” gibi daha birçok düşmanca, sadistçe ve canice çağrılarını topladığımızda, İsrail’in katliam ve soykırım uygulamalarının arkasında daha çok hınç, kin, öfke, intikam, cinnetlik ve kurtarıcılık fetişizmi gibi psikolojik hallerin mi, teolojik saiklerin mi, yoksa birbirini besleyen bu iki dinamiğin mi etkili olduğunu düşünüyorsunuz? Bu denli kin, intikam, hınç ve sadistliğin kaynağı dini motivasyona bağlı olabilir mi? Eğer bağlı ise hangi dini ifadeler, anlayışlar, kültler ve motifler bunu doğuruyor?
Filistinlilerin “insansı hayvanlar” olarak yaftalanıp katliam, soykırım, etnik temizlik, hırsızlık, tecavüz, insanların organlarının çalınması, su, gıda, enerji ve yaşanabilir çevre gibi tüm yaşam alanlarının yok edilmesi şeklinde bebek, çocuk, kadın, erkek, yaşlı, genç tüm Filistinlilere her türlü insanlık dışı muamelenin uygulanması hem siyasal hem dini argümanlarla meşrulaştırılmaktadır. Siyasal bağlamda işgalci Siyonistler teröre karşı bir ölüm kalım mücadelesi verdikleri ve kendilerini savundukları, “self-defence” yaptıkları argümanıyla bunu seküler dünya kamuoyunda meşrulaştırmaya çalışmaktadırlar. İşgale, hırsızlığa, tecavüze ve katliama karşı vatanlarını, canlarını, mallarını, ırzlarını ve özgürlüklerini savunan insanları terörist olarak yaftalamakta, Filistin halkının direnişini, onurunu, özgürlüğe olan inancını kırmak için askeri, medyatik, psikolojik her platformu kullanmaktadır.
Gerek Yahudi gerekse Hıristiyan dini çevrelere karşı ise inandıkları kutsal metinden ve ürettikleri tarihsel mitolojik verilerden yararlanmak suretiyle soykırım ve etnik temizliği meşrulaştırmaktadırlar. Örneğin binlerce bebek, çocuk ve kadının masum insanların üzerine envai çeşit bomla yağdırıp, insanları diri diri yakıp, öldürüp, parçalarken; okul, mabet, hastane, park, cadde ayrımı gözetmeksizin şehirleri tamamıyla dümdüz ederken, sokak hayvanlarına kadar tüm canlıları fosfor bombaları ile yakıp yok ederken bunu Filistin halkını inandıkları kutsal metindeki çeşitli verilerden hareketle “şeytanlaştırarak” yapıyorlar. Örneğin Filistinlileri Amaleklerle özdeşleştiriyorlar. İsrailoğulları tarihinde İsrailoğullarının azılı düşmanları arasında etiketlenen Amaleklere karşı M.Ö. ikinci bin yılın sonlarına doğru Yuşa ya da Joshua eliyle bir katliam emri verildiği bilinir. Yahudilerce ve Hıristiyanlarca kutsal kabul edilen anlatıda Tanrı, kadın erkek, yaşlı genç, çoluk çocuk, hatta at, eşek deve her ne canlı varsa bunların tamamını kılıçtan geçirip yok etmesini Yuşa’ya emreder.
Bugün işgalci Siyonistler Filistinlileri Amaleklerle özdeşleştirerek ya da onları karanlığın halkı şeklinde yaftalayarak İsrailoğullarının kadim düşmanları olarak sunmakta, Gazze’de, Batı Şeria’da ve diğer Filistin bölgelerinde yaptıkları bebek katliamının, soykırımın ve etnik temizliğin Tanrı emri olarak yapıldığı kanaatini dillendirmektedirler. Yine dini argümanlar bağlamında işgali, soykırımı ve etnik temizliği meşrulaştırmak hususunda yaptıklarıyla Mesih döneminde İsrailoğullarının mutlak egemenliğinin sağlanacağına, ulusların onlara boyun eğeceklerine dair Yeşaya kehanetini kullanmakta, işgal ettikleri Filistin’in Tanrı tarafından etnik bir kimlik olarak Yahudilere verildiğini, büyük Fırat Irmağı’ndan Mısır Irmağı’na kadar olan tüm bölgenin kendilerine Tanrı tarafından adeta tapulanmış olduğunu dillendirmektedirler.
MESİH İNANCI, YAHUDİ GELENEĞİNDE ANA GÖVDEYİ OLUŞTURAN ORTODOKS YAHUDİLİKTE BİR İMAN ESASIDIR
İsrailoğulları’nın Mesih döneminde mutlak egemen olma anlayışlarından bahsettiniz. Hıristiyan inancında olan Mesih (kurtarıcılık) anlayışını Yahudilikte de görüyoruz değil mi? Yahudilikte Mesih-Kurtarıcılık inancı neye dayanıyor? Tevrat’ta veya diğer kutsal metinlerinde bunun karşılığı var mı? Tarihsel şartlar, sürgünler, savaşlar, krizler vb. mi bu Mesihyen anlayışı doğurmuş yoksa dini metinlerde geçtiği için sahihlik mi söz konusu? Ya da hermenötik bir yorumdan kaynaklanan bir inanış olduğunu mu anlamalıyız? Yoksa Mesih inancı, İsrailli elitlerin, dini veya siyasi anlayışlarına araçsallaştırdıkları, bir tür ranta dönüştürdükleri bir husus mudur? Yahudilerin bu Mesih anlayışının bugün için Filistin’e ve Ortadoğu’ya yansımaları nelerdir?
Mesih inancı, Yahudi geleneğinde ana gövdeyi oluşturan Ortodoks Yahudilikte bir iman esasıdır. 13 maddelik Yahudi amentüsünde Mesih’in gecikmiş olsa bile geleceğine inanıldığı vurgulanır. Tarih boyu sürgün, yabancı istilalar yaşayan Yahudiler, Kral Davud soyundan bir kurtarıcının, bir Mesih’in gelerek onları bu durumdan kurtaracağına, Kudüs’e ve vadedilen topraklara döndüreceğine ve orada kendilerini egemen bir halk haline getireceğine inanırlar. Dolayısıyla Mesih beklenen kurtarıcıdır. Tarihte bu inanç doğrultusunda Yahudi cemaati içinden birçok Mesih figürü ortaya çıkmıştır. M.S. 2’nci yüzyıldaki Filistin’de Roma egemenliğine karşı ayaklanan Bar Kohba, 17’nci yüzyılda Osmanlı topraklarında yaşayan ve devlete isyan cezasıyla ölüm cezasına çarptırıldığında Müslüman olduğunu beyan ederek bu cezadan kurtulan Sabatay Sevi bunun örnekleridir.
Bilim çevrelerinde, Mesih inancının Yahudi geleneğine Babil sürgünü döneminde yaşanan sosyal ve psikolojik travma etkisiyle girmiş olduğu tartışılmaktadır. Siyonizm, modern dönemde bir çeşit Mesih hareketinin ifadesidir. Zira Mesih karakterine yüklenen Yahudilerin vadedilen topraklara döndürülüp orada civar halklara karşı üstün ve egemen olmaları beklentisini Siyonizm sağlamaya çalışmaktadır. Her ne kadar Yahudiler tarihteki örneklerinde de görüldüğü gibi Mesih olarak bir kişi bekleseler de Siyonizm adeta Mesih’in manevi bir şahsı kabilinden Yahudilerin çoğunluğu tarafından kabul görmektedir. Bu doğrultuda işgalci Siyonistler, yaptıkları işgal, soykırım ve etnik temizlik politikasıyla Mesih dönemini başlattıkları kanaatindedirler.
MODERN BİR MESİH HAREKETİ OLAN SİYONİZMİN HEDEFİ TAM BİR İŞGAL, EGEMENLİK TESİS ETMEK VE KUDÜS’TE ÜÇÜNCÜ KEZ MABEDİ İNŞA ETMEKTİR
Mesih döneminin zirve noktası, Kudüs’e ve Kudüs’ün de kalbini oluşturan Tapınak Tepesi’ne tam anlamıyla egemen olma ve orada mabedi yeniden inşa ederek kanlı kurban sunuları da dâhil mabet merkezli tüm ritüellerin yeniden canlandırılmasıdır. Bu doğrultuda modern bir Mesih hareketi olan Siyonizm’in en önemli hedefi Kudüs’te ve Mescid-i Aksa ile Kubbetü’s Sahra’nın yer aldığı mekânda tam bir işgal ve egemenlik tesis etmek ve burada üçüncü kez mabedi inşa etmektir. Bu hedefi dikkate aldığımızda bugün Filistin’de yaşanan hadisenin tek hedefinin Gazze ya da Batı Şeria olmadığı, buralardaki soykırım, etnik temizlik ve işgal gerçekleştirildikten sonra bir sonraki adımın Kudüs ve Mescid-i Aksa olacağı kesindir. Dolayısıyla Filistin’de yaşanan sorunun işgalci Siyonistlerin Mesih öğretisine dayalı bu zihin yapıları doğrultusunda ele alınıp tanımlanması oldukça önemlidir. Mesih ya da daha genel anlamıyla beklenen kurtarıcı inancının birçok dini gelenekte mevcut olduğu bilinmektedir. Ancak her dini gelenek, kendi hakikat ve kurtuluş öğretisi, kendi din anlayışı bağlamında bir kurtarıcı düşüncesine yer vermektedir.
YAHUDİ KUTSAL METNİNDE İSRAİLOĞULLARININ SEÇİLMİŞLİĞİNE VE VADEDİLEN TOPRAKLARA DAİR ANLATI TAMAMIYLA MİTOLOJİKTİR VE KURGUSAL BİR TARİH ANLATISIDIR
Çoğu Yahudilerin inandığı; Tanrı’nın seçilmiş ve üstün millet oldukları anlayışından Tanrı’nın Krallığı ile Nil’den Fırat’a vadedilmiş topraklar hedefi gibi daha birçok teopolitik argümanın gerçekliği nedir? Kur’an’da ve Tevrat’ta nasıl yer alıyor bu hususlar? Bu tip dini telakkilere eskatolojik mi, çarpıtma mı, uydurma mı, mitolojik mi, teopolitik mi, ne demeliyiz? Bu üç husus dışında bir dinler tarihçisi olarak Yahudilikte gördüğünüz başka ne tür telakkiler var?
Yahudiler ve Hıristiyanlar tarafından kutsal kabul edilen metinler İsrailoğullarının seçilmişliğinden bahseder. Yahudilerin “Tanah”, Hıristiyanların “Eski Ahit” olarak adlandırdığı metinlerde Tanrı, İsrailoğullarının seçilmişliği ve onlara vadedilen topraklarla ilgili olarak Hz. İbrahim’e “Antlaşmamı seninle ve soyunla kuşaklar boyunca, sonsuza dek sürdüreceğim. Senin, senden sonra da soyunun Tanrısı olacağım. Bir yabancı olarak yaşadığın toprakları, bütün Kenan ülkesini sonsuza dek mülkünüz olmak üzere sana ve soyuna vereceğim. Onların Tanrısı olacağım” der. Ayrıca Tanrı, İsrailoğullarına yönelik olarak “Sizi öbür halklardan ayrı tuttum” der. Yine İsrailoğullarıyla ilgili olarak, “Siz Tanrı’nız Rab için kutsal bir halksınız. Tanrı’nız Rab öz halkı olmanız için yeryüzündeki bütün halkların arasından sizi seçti”, “Tanrı’nız Rab, sizi övgüde, ünde, onurda yarattığı bütün uluslardan üstün kılacağını, verdiği söz uyarınca kendisi için kutsal bir halk olacağınızı açıkladı” denilir. Bütün bunlar İsrailoğullarının etnik bir kimlik olarak Tanrı tarafından seçilmişliğine dair inandıkları kutsal metinlerdeki referanslardır.
Bunun dışında Yahudiler ve Hıristiyanlar Arz-ı Mev’ud’un Tanrı tarafından İsrailoğullarına vadedildiğine, verildiğine inanırlar. Kutsal kitaplarında buna dair Tanrı’nın Hz. İbrahim’e “Mısır Irmağı’ndan büyük Fırat Irmağı’na kadar uzanan bu toprakları, Kenlilerin, Kenizlilerin, Kadmonluların, Hititlerin, Perizlilerin, Refalıların, Amorluların, Kenanlıların, Girgaşlıların, Yevusluların topraklarını senin soyuna vereceğim” dediği anlatılır. Bundan hareketle Fırat’tan genel kabule göre Nil’e kadar olan toprakların kendilerini İsrailoğullarıyla özdeşleştirilen Yahudilere Tanrı tarafından adeta tapulandığına inanılır. Yahudilerce “Büyük İsrail” olarak da adlandırılan bu toprakların bir kısmının Türkiye’yi de kapsıyor olduğu da bu arada dikkat çekicidir. Yahudi kutsal metninde etnisite olarak İsrailoğullarının seçilmişliğine ve onlara vadedilen topraklara dair bu anlatı tamamıyla mitolojiktir; İsrailoğulları tarihinde sürekli sürgün, yabancı hegemonyası ve baskısı altında yaşayan halkın kendi etnik kimliğinin üstünlüğüne dair kurguladığı bir tarih anlatısıdır.
Kur’an, İsrailoğulları’nın ya da bir başka halkın etnik kimlik açısından üstünlüğüne veya seçilmişliğine yönelik bir yaklaşımı kabul etmez. “Size verdiğim nimetimi ve sizi âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın” tarzı ifadeler, onların etnisite olarak üstünlükleri bağlamında değildir. Bu ifadelerin bağlamı dikkate alındığında bu, İsrailoğullarının Allah’a itaat doğrultusunda verdikleri söze bağlılarıyla irtibatlı bir nimetlendirilme ve üstünlüktür. Diğer taraftan bu söze ihanet ve isyan ettiklerinde ise Allah’ın onlara zillet ve meskenet verdiği, aralarından domuzlar ve maymunlar çıkardığı da vurgulanır.
Kaldı ki Kur’an Allah katında üstünlüğün ancak takva, yani Allah’a itaatin gözetilmesi ve Allah’a karşı gelmekten sakınılması hususunda kişinin göstereceği performans ile mümkün olduğunun altını çizmektedir. Yine Kur’an’da Müslümanların seçilmişliği konusunda “sizler insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz, iyiliği emreden kötülükten sakındırırsınız, Allah’a inanırsınız” denilerek bununla Allah katında seçilmişliğin ölçütünün Allah’ın emirlerinin gözetilmesi olduğu vurgulanmaktadır.
GÜNÜMÜZDE SİYONİST YAHUDİLERLE FANATİK HIRİSTİYANLAR, FARKLI MESİH BEKLENTİSİNE SAHİP OLSALAR DA SİYONİZM’İN FİLİSTİN’İ İŞGAL VE ETNİK TEMİZLİK PROJESİNDE MÜTTEFİKTİRLER
Sizin “Tanrı’yı Kıyamete Zorlamak” isimli makalenizi okuyunca şu hususu sormadan geçmek istemem. Hıristiyanlıkta olduğunu bildiğimiz Armageddon anlayışı, Ortodoks Yahudiler tarafından da bir hayli benimsemekte. Bunun dini ve tarihi kaynaklarına dair neler söylersiniz? Armageddon anlayışı, mitolojik mi, apokaliptik mi, teolojik midir? Bugünkü İsrail’in dini ve siyasi elitlerinin yaptığı katliamların, savaş çığırtkanlıklarının ve zorbalıklarının Tanrı’yı kıyamete zorlayan bu anlayışla bağı var mıdır?
Dünyanın sonuna doğru iyi ile kötü arasındaki savaşta, kötülerin yok edilmesini ifade eden Armageddon tabii ki geleceğe yönelik bir kehanet olması bağlamında apokaliptik bir beklentidir. Bu apokaliptik beklenti Hıristiyanlığın kutsal kitabındaki Vahiy bölümünde yer alır. Yuhanna’ya atfedilen bu bölüm esasen baştan sona geleceğe yönelik apokaliptik beklentilerden oluşur. Kitabı Mukaddes’in Yeni Ahit kısmı içinde yer alan Vahiy kitabına Yahudiler inanmaz. Yahudiler Yeni Ahit’i kabul etmezler. Dolayısıyla Armageddon Hıristiyan ilahiyatı ve eskatolojisi, yani gelecek dönem beklentisi açısından önemlidir. Şehirlerin yok olacağı, dağların yıkılacağı, gökten insanların üzerine kayaların yağacağı bu savaşla kötüler yok edilecek ve böylelikle Tanrısal Krallığa zemin hazırlanacaktır. Yahudilerin vadedilen topraklara dönmesi, Kudüs’e hâkim olması, mabedi inşa etmesi gibi Armageddon da Hıristiyan ilahiyatında “Praousia” olarak adlandırılan Tanrı Oğlu İsa Mesih’in ikinci gelişi öncesi gerçekleşmesi beklenen hadiseler arasındadır. Vahiy kitabındaki bu beklentilere literal anlamda inanan Evanjelikler gibi fanatik Hıristiyanlar bu olayların bir an önce gerçekleşmesi ve böylelikle İsa Mesih’in gelişi ile yeryüzünde Tanrısal Krallığın ve 1.000 yıllık altın çağın başlaması için adeta yanıp tutuşmakta ve hatta bu olayların gerçekleşmesine yönelik bazı fanatik eylemlere kalkışmaktadırlar. Günümüzde Siyonist Yahudilerle bu fanatik Hıristiyanlar her ne kadar farklı Mesih beklentisine sahip olsalar da Siyonizm’in Filistin’i işgal, soykırım ve etnik temizlik projesinde müttefiktirler.
YAHUDİLER İÇİN GELECEK DÖNEM TASAVVURUNDA EN ÖNEMLİ HEDEF, MABEDİN İNŞASIDIR
Siyonistler ve kimi Yahudiler için Siyon Dağı, Süleyman Tapınağı, Mescid-i Aksa ve çevresi, Ağlama Duvarı vb. mekânlar neden bu denli önemlidir? Katliamlara, saldırılara, infazlara, tutuklamalara, sürgünlere, bombalamalara, yıkımlara cevaz vermeye itecek ne tür mitolojik, teopolitik ve apokaliptik motivasyonları var bu mekânlar için?
Yahudi geleneğinde “Tapınak Tepesi” ya da “Zion” olarak adlandırılan mekân oldukça kutsaldır; vadedilen toprakların merkezi ve kalbi olarak görülür. Mabedin burada olduğu kabul edilir. Bu mekân şu an üzerinde Mescid-i Aksa ile Kubbetü’s Sahra’nın bulunduğu tepedir. Batılıların “Ağlama Duvarı”, İslam geleneğinde ise “Burak Duvarı” denilen duvar bu tepenin batısında yer alır. Tarihte Zerubbabel tarafından M.Ö. 6’ncı yüzyıl sonlarında inşa ettirilen ikinci mabedin M.S. 70 yılında Romalılarca yıkılması üzerine ayakta kalan tek duvarıdır.
Yahudilik mabet merkezli bir din olarak bilinir. Zira mabet aracılığıyla Tanrı’nın bilfiil aralarında olduğuna inanılır. Yahudi geleneğinde en önemli ritüel olarak kabul edilen kurban sunuları açısından da mabet oldukça önemlidir. Mabet yıkıldıktan sonra mabet merkezli bu ritüeller yapılamaz duruma gelmiştir. Dolayısıyla Yahudilik, Tanrı ile olan irtibatın yeniden tam anlamıyla tesis edilmesi ve Yahudilerin vadedilen topraklardaki egemenliğinin tesisi açısından, mabedin inşasının, hayati derecede olduğuna inanmaktadır. Yahudiler için gelecek dönem tasavvurunda en önemli hedef, mabedin inşasıdır. Bu hedefin gerçekleşmesi önünde kendilerine engel olarak gördüklerine karşı etnik temizlik ve soykırım da dâhil her türlü eylem meşru görülmektedir.
KUDÜS YAKLAŞIK 1.200 YIL İSLAM EGEMENLİĞİNDE KALDI VE BU DÖNEM ZARFINDA GERÇEK ANLAMIYLA BİR BARIŞ ŞEHRİYDİ
Kudüs şehrinin bir barış yurduna, Farabi’nin dillendirdiği Erdemli Şehir modeline dönüşmesi mümkün mü? Müslümanların “Kudüs Müslümanlarındır, bizimdir”, “Kudüs Filistin’in başkentidir” söylemi ile Yahudilerin “Kudüs Yahudilerindir, bizimdir”, “Kudüs, İsrail’in ebedi başkentidir” söylemlerini nereye ve nasıl oturtmalıyız? Kudüs nasıl bir formülasyonla huzurun ve barışın yurdu olabilir sizce?
Kudüs yaklaşık 1.200 yıl İslam egemenliğinde kaldı ve bu dönem zarfında gerçek anlamıyla bir barış şehriydi. Bunun 400 yılı Osmanlı egemenliğinde geçti. Bu dönemde Kudüs’te Müslüman’ı, Hıristiyan’ı, Yahudi’si ve diğerleri gerçekten barış ve huzur içinde yaşadılar. Bunu şehrin tüm bu dini geleneklere ait günümüze kadar gelen kültür mirasından anlamak mümkündür. Ancak tarihte Kudüs’te Haçlılarca oluşturulan kısa süreli egemenlik dönemiyle, bugünkü Kudüs ve civarındaki Siyonist işgal döneminde maalesef, şehir ve civarı bu özelliğini kaybetmiş, katliamlara konu olmuştur. Kudüs’le ilgili fiilli durum, Kudüs’ün işgal altındaki bir kent olduğudur. Bunun esas alınması ve öncelikle şehrin işgalcilerden temizlenmesi gerekir. Kudüs, işgalci Siyonistlerle Filistinliler arasında doğu ve batı şeklinde paylaşılsın ya da Kudüs uluslararası bir güç tarafından yönetilsin tarzı yaklaşımlar işgalin meşrulaştırılmasından başka bir işe yaramaz.
20’NCİ YÜZYIL BAŞLARINA KADAR GEÇEN SÜRE GÖZ ÖNÜNE ALINDIĞINDA, İSLAM TARİHİNDE YAHUDİLERLE FİİLİ ANLAMDA MÜCADELE OLDUKÇA SINIRLIDIR
Bildiğim kadarıyla 19’uncu yüzyılın sonlarında, Yahudilerin bir ulus-devlet inşa etme söyleminin ete kemiğe büründüğü Siyonizm ve Yahudilerle Müslümanların başlayan çatışması, mücadelesi, düşmanlığı vs. bu yüzyıldan önce irili ufaklı anlaşmazlıklar dışında pek yok gibi, değil mi? Müslümanlar eğer mücadele edeceklerse Yahudileri mi, Siyonistleri mi, Yahudiliği mi eksene oturtmalılar? Bunları ayırt edecek bir bakış açısı sunmanızı istesek bize ne dersiniz? Mesela ortadan kaldırılması gereken şey nedir? Ya da dünyadaki bütün kötülüklerin kaynağı olarak bellememiz gereken şey nedir?
Tarih boyu Müslümanlar genelde Yahudileri himaye etmişlerdir. Kabaca 20’nci yüzyıl başlarına kadar geçen süre göz önüne alındığında İslam tarihinde Yahudilerle fiili anlamda mücadele oldukça sınırlıdır. Özellikle de Haçlı Seferleri gibi hadiseler dikkate alındığında Hıristiyanlarla yapılan fiili çatışmaların ve karşıtlıkların Yahudilerle söz konusu olmadığı görülmektedir. Tam tersine Hıristiyan tahakkümü ve baskısı altındaki Yahudilere hep Müslümanlar kucak açmışlardır. 15’inci yüzyıl sonlarında İber Yarımadası’nda baskı altında olan Sefarad Yahudilerine Osmanlı’nın kucak açması bunun en bariz örneğidir. Yahudilerle yaşanan bazı çatışmalar da Yahudi olduklarından değil bir arada yaşadıkları Müslümanlara karşı siyasal ve askeri başkaldırıları nedeniyledir.
Nitekim Hz. Muhammed, Medine Yahudilerini sürgün ve savaş hukukunun uygulanması şeklinde cezalandırırken, bunun nedeni Yahudi olmaları değil bir arada yaşadıkları Müslümanlara ihanet edip Müslümanların düşmanlarıyla iş birliği yapmalarıdır. Bugün Gazze’de ya da Filistin’in işgal altındaki bir başka bölgesinde yaşanan hadisede de sorun insanların Yahudi olup olmaması değildir; sorun işgalci, soykırımcı, etnik temizlikçi olmalarıdır. Sorun, içinde yaşadığımız bölgede emperyalist kolonici emeller gütmeleri, buna dair projeler uygulamalarıdır.
Müslümanlar tabii ki Hıristiyanlıkla, Yahudilikle ya da İslam dışı bir başka yapıyla Hak ve batıl mücadelesi bağlamında fikren mücadele eder, insanları İslam’ın hakikatine davet eder, batıl zihin yapılarını ve inanışları reddeder. Ancak kim olursa olsun bir insanı yeryüzünde ifsat edici faaliyetler yürütmedikçe, Müslümanlara ve Allah’ın dinine karşı fili bir savaş yürütmedikçe ya da insanların hak ve hakikate ulaşma konusunda önlerine engeller koyup insanlara baskı yapmadıkça, “dinde zorlama yoktur, “dileyen inansın dileyen inkâr etsin”, “inanan kendi lehine inanmış olur inanmayan kendi aleyhine” prensiplerinden hareketle inanışından, fikrinden ya da dininden dolayı cezalandırmaz.
Bütün kötülüklerin kaynağı insanın haddini aşması, kendini, egosunu ilahlaştırmasıdır. Bugün Filistin’de yaşanan hadiselerde yaşanan durum; kendisini dünyanın egemen gücü olarak gören küresel Siyonizm’in adeta bir ilah gibi davranıp tüm dünyayı kendi iktidar, çıkar ve menfaat alanı görmesi; emperyalist, kolonici, sapık bir ideoloji doğrultusunda tüm insani değerleri ayaklar altına almasıdır.
SORUN YAHUDİLİK SORUNU DEĞİLDİR, SORUN FİLİSTİN SORUNU DA DEĞİLDİR. SORUN İŞGALCİ İSRAİL SORUNUDUR
Dinler Tarihi alanında akademik çalışmalara ve kitaplara imza atmış bir uzman olarak, Filistin-İsrail meselesinin çözümüne yönelik önereceğiniz temel dinsel argümanlar nelerdir? Bu meselenin çözümüne dönük, varsa şayet, politik, sosyolojik ve psikolojik önermeleriniz nedir?
Başta İslam olmak üzere hemen tüm dinlerde insanın yaşamı, malı, ailesi kutsaldır; bunlara saygı duyulması istenir. “Öldürmeyeceksin, çalmayacaksın, komşunun malına, evine göz dikmeyeceksin” gibi ilkeler tüm dinlerle birlikte Yahudiliğin de önem verdiği ilkelerdir. Bugün yaşanan olaylarda azgın bir güruhun dini istismar ederek zulüm, katliam ve hırsızlık yapması dinin bu ilkesini ortadan kaldırmaz. Dolayısıyla sorun Yahudilik sorunu değildir. Bugün yaşanan sorunun adını doğru koymak gerekir. Sorun bir işgal, soykırım ve etnik temizlik sorunudur. Sorun Filistin sorunu değil işgalci İsrail sorunudur.
İşgalcilerle, bunlara doğrudan ve dolaylı destek veren çevreler, çıkar ve menfaat iş birliği içindedirler. İşgalci İsrail yalnızca 3-5 milyonluk nüfusa sahip Siyonist bir azgın güruhtan ibaret değildir. Bu işgalci yapı ABD ve İngiltere başta olmak üzere küresel egemen güçlerin bölgedeki misyonunu yürütmekte, çıkar ve menfaatini temsil etmektedir. Dolayısıyla işgalci İsrail, emperyalist hegemonik güçlerin kontrolündeki küresel müesses düzenin bölgedeki değnekçisidir. Bu durum dikkate alınarak meseleye bakmak gerekir. Maalesef dünyanın önemli bir kesimi bu küresel güçlerce zapturapt altına alınmış durumdadır. Bu fiili duruma meydan okuyan ya da meydan okumaya dair bir tehdit olarak görülen her hareket, her yapı ezilmeye yok edilmeye çalışılmaktadır.
KÜRESEL SİYONİZM BÖLGE İKTİDARLARINI DEVŞİRMİŞTİR. SIĞ POLİTİK ÇEKİŞMELER, İKTİDAR HIRSI, KÜRESEL EKONOMİK VE SİYASAL SİSTEME YAMANMIŞLIK, BÖLGEYİ ESİR ALMIŞTIR
Bu küresel sistem bir taraftan insanlığa hak hukuk dersi verip herkese bu konuda karne dağıtırken diğer taraftan tesis ettiği iktidarla, çıkar ve menfaatlerinin devamı için gerektiğinde tüm dünyayı ateşe vermekten kaçınmamakta, havariliğini yaptığı tüm değerleri ayaklar altına almaktadır. Afganistan’dan Irak’a, Libya’dan Suriye’ye yaşanan budur. Bugün Filistin katliamında yaşanmakta olan da budur. Filistin yönetimi de dâhil bölge iktidarları, bu küresel sisteme adapte olmuş, hegemonik güçlerin egemenliklerine boyun eğmiş durumdadır.
Küresel Siyonizm bölge iktidarlarını devşirmiştir. Sığ politik çekişmeler, iktidar hırsı, küresel ekonomik ve siyasal sisteme yamanmışlık, bölgeyi esir almıştır. Bu nedenle Arap Birliği ve İslam İşbirliği Teşkilatı gibi kurumlar Filistin’de 7/24 işlenen katliam ve zulüm karşısında kıytırık kınamalardan başka bir duruş, etkili bir eylem geliştirememekte, üç maymunu oynamaktadır. Filistin’de yaşanan olaylar ve bir avuç direnişçinin Siyonist zulme başkaldırısı, maskeleri indirmiş “kral çıplak” dedirtmiştir. Türkiye’de ve içinde yaşadığımız coğrafyada basit siyasi hesaplar, ekonomik kaygılar, ırkçı, şoven yaklaşımlar ve hatta futbol, Filistin’de yaşanan bu katliama gerekli etkili tepkiyi baskılasa da, verilen tepkiler cılız kalsa da dünya genelinde halklar küresel egemen sistemi, bunun aktörlerini, bunların ikiyüzlülüğünü sorgulamaya başlamıştır. Siyonizm’in işgalci İsrail lehine on yıllardır yaptığı PR çalışmaları sorgulanmakta, işgalcilerin zalim, insanlıktan nasibini almamış, sinsi, şeytani yüzleri aşikâr olmaktadır.