Daha önce bu köşede, aradan neredeyse 100 sene geçtikten sonra Türkiye bölgeye dönerken, hangi saikle hareket ettiğini sormuş, bu konuda üç ana saikten söz edebileceğimizi yazmıştım:
1) Türkiye, "model ortak" olduğu ABD'den, üyesi bulunduğu Batı İttifakı'ndan (NATO), üyelik sürecini takip etmekte olduğu AB'den, kısaca bugünkü dünyanın küresel hegemonik güçlerinden ne kadar bağımsız olarak yeni Ortadoğu düzeni içinde yer almaya çalışmaktadır?
2) Türkiye, ne kadar sadece "milli çıkar" refleksiyle hareket etmektedir? Salt "milli çıkar" refleksiyle bölgeye giren bir Türkiye, bölgenin diğer ülkelerinin "milli çıkarları"yla hangi alanlarda ve ne kadar örtüşme içinde olabilir? Dahası, salt milli çıkarların başat rol oynadığı yeni bir Ortadoğu düzeni mümkün mü? Yeni dünyada salt ulus/milli çıkar dış politikaların ne kadar belirleyicisi olabilir?
3) Türkiye'nin politika yapıcıları, karar vericileri ve hâlâ 19. yüzyıl pozitivizminin ve ulusçuluğunun etkisindeki aydınları ve akademik çevreleri, dünyanın genel gidişine uygun, yeni dönemin bölgesel entegrasyonlar fikrini empoze ettiğinin ne kadar farkındadır? Bir bütün olarak Türkiye, Ortadoğu ve İslam dünyasıyla yeni bir ilişkiler çerçevesi belirlemeye çalışırken bunu ne kadar içselleştirdiğini söyleyebiliriz?
Bunlar temel sorulardır. Bu sorulara önce bizim cevap vermemiz lazım.
Hiç kuşkusuz Hariciye'de, üniversitelerde, düşünce kuruluşlarında ve medyada yeni Ortadoğu açılımı konusu üzerinde düşünen, araştırma yapıp çalışan yüzlerce insan var. Bir yandan teorik tartışma ve müzakereler devam ederken, öte yandan Türkiye bir mecra içine girmiş bulunuyor. Yani teorik tartışmaların bize dört başı mamur bir yol haritası çıkarmasını beklemeden işe koyulmuşuz. Bugün Türkiye, Ortadoğu'nun en ücra köşesinde bile konuşuluyor. Kendi rejimlerinden bunalmış aydınlarının bir bölümü Türkiye'ye imrenerek bakıyorlar. Bu tabii ki iyi bir şey.
Batı dünyasında ise siyasilerin verdiği demeçler, medyada çıkan yazılar 'Ortadoğu'ya model ülke' olması yönünde Türkiye'yi daha çok teşvik ediyor, zaman zaman bu telkin ve teşvikler bir tür 'provokatif' nitelikler kazanıyor.
Tabii ki akla birtakım sorular geliyor: Türkiye bölgenin "yeni öğretmeni" mi, "başöğretmen" mi olacak? "Öğretmen" olmak ne kadar doğru? Turgut Özal'ın meydanlara çıkıp "21. asır Türk asrı olacaktır, biz Türki cumhuriyetlere ağabeylik yapmalıyız" nutuklarının bizi bugün getirdiği nokta tam bir düş kırıklığı, dramatik bir başarısızlık. Bizim "Ortadoğu öğretmenliği"mizin "Türki cumhuriyetlerin ağabeyliği"ne dönüşmemesi için ne yapmalıyız? Bizim "başöğretmenimiz" kim?
Diğer yandan Türkiye'nin hem sorunlarıyla boğuştuğunu, hem yoluna devam ettiğini söyledik. Yani aslında kendi modelini oluşturuyor. Bu demektir ki, "Türkiye modeli" birçoğununun beklediğinin aksine dört dörtlük bir kavramsal çerçeveye oturmadan yürürlüğe konulmuş bulunuyor. Başka bir ifadeyle, bugün sorunlarımızı çözmeye çalışırken kullandığımız yöntemler, başvurduğumuz referans çerçevesi, itibar ettiğimiz başöğretmen (mesela AB) takip etmekte olduğumuz politikalar, geliştirdiğimiz stratejiler ve elde ettiğimiz sonuçlar modelin kendisidir. İşte belki asıl üzerinde durulması gereken de budur.
Türkiye'nin beş temel konudaki yaklaşımı modelinin çerçevesini çiziyor. Başta hükümet olmak üzere giderek buna ikna olmakta olduğu anlaşılan askerî-sivil bürokrasinin ve geçmiş mutlu darbe ve otoriter dönemlerin nostaljisiyle yaşayıp "mazi kalbimde yara" tahassürüyle "bir ihtimal daha var, o da darbe mi dersin?" şarkısını söyleyenlerin dışında kalan geniş bir kamuoyu ve muhafazakâr aydınlar grubu bu pratik içinde şekillenen modelden büyük beklentiler içindedirler.
Ortadoğu'ya ihraç edilecek "Türkiye modeli"nin nasıl bir şey olduğunu anlayabilmek için şu 6 temel sorun alanına bakmak lazım: 1) Demokratikleşme-hukuk devletinin tesisi; 2) Din-devlet ilişkisi ve laiklik; 3) Etnik çerçevede Kürt meselesi; 4) Bir mezhep sorunu olarak Alevilik; 5) Ekonomi; 6) Kültürel kimlik sorunları.
Bunlar aynı zamanda Ortadoğu'nun da 6 temel sorunudur.
ZAMAN