Modelimiz yöntemimizdir!

Ali Bulaç

İster iç dinamiklerin harekete geçmesi ister dış faktörlerin rol oynaması sonucu olsun, Ortadoğu'da taşlar yerinden oynadı. Başından beri yaşanmakta olan toplumsal patlamanın içten, dipten gelen bir itme, ta derinlerde vuku bulan bir kırılma sonucu olduğunu düşünenlerdenim. Dış güçler durumu kendi stratejik çıkarlarına göre manipüle etmeye çalışıyorlar.

Açıklanması güç olaylar zinciri söz konusu. Diyelim ki Tunus ve Mısır'da, Libya'da hayli geride ve sessiz bir biçimde duran Batılı güçler olayları başlattı ve yürütüyor. Batı hiçbir şekilde kendisiyle uyumlu olmayan, İslam dininin muamelat ve ukubata ilişkin hükümlerinin hayata geçeceği sosyal, idari ve iktisadi politikalara yön verme iddiasında olan İslami grupların iktidara gelmesini istemiyor. Bu çerçevede "az demokrasili Türkiye modeli"ni empoze ediyor. Batı'nın vesayetinde bir demokrasi -bu vesayetin dışında olanına rastlayan var mı- halkların tabii ve beşeri kaynakların kullanımı yönündeki taleplerine kulak verilmeyebilecek, Batı'nın her dediğine evet denilebilecek, İsrail bugünkü küstah ve yıkıcı tutumunu devam ettirebilecek.

Ve tabii özellikle ABD, İran ve Şiilerin bölgede inisiyatif kurmalarını istemiyor. Bunlar görünen harcıâlem gerçekler. Ama ortada boşluklar var. Mesela Suudi Arabistan'daki Şii nüfusun kaynamasını nasıl açıklayacağız? Acaba onları da ABD mi kışkırtıyor?

Bu sorular zihinlerde henüz tatminkâr cevaplar bulmamışken, Şiilerin sokaktan çekilmediği Bahreyn'e Suudi Arabistan, kritik yerleri (enerji tesislerini, petrol kuyularını, bankaları ve kamu binalarını) kontrol etmek üzere asker çıkardı. Şimdi İran sesini yükseltecek olsa ya da Bahreyn'de ciddi boyutlarda kan dökülecek olsa, Kuzey Afrika'da sivil direnişi ve demokratikleşmeyi hedefleyen hareketleri destekleyen, Kaddafi'ye "Artık çekil, meşruiyetini kaybettin" diye açıkça tehdit sallayan Amerika Körfez'deki tutumunu nasıl açıklayacak?

Bütün bunlar üzerinde düşünülmeye değer konular. Ama hepsinden önemlisi bölgenin kendi iç bünyesinde yaşamakta olduğu derin sorunlardır. Asıl oraya bakmak lazım. Bölgeyi bir şekilde kontrol etmeye çalışan ABD ve Avrupa, ya yeterince bu iç sorunların farkında değiller -öyle ise Batı "bakar kör" aşamasına gelmiş demektir- ya da farkında, ama bir şekilde çeşitli yol ve yöntemlerle sorunların üstünü örtüyor, bölge halkını uyuşturmaya, böylelikle adaletsiz düzenini devam ettirmeye çalışıyor.

Bünyeyi içten içe kemiren sorunlar kökten çözülmedikçe bölgede istikrar olmayacaktır. 10 Mart 2011 tarihli yazımda bölgenin sorunlarını şu ana başlıklar altında toplamıştım: Din, din-devlet ilişkisi, azınlıklar; baskı rejimlerinin sona ermesi; ekonomi ve elbette buna bağlı olan işsizlik, istihdam meselesi, yoksulluk, kaynakların heba edilmesi, gelir bölüşümündeki adaletsizlik vs. konular; etnik sorunlar; mezhep sorunları ve nihayet kimlik krizi.

Söz konusu sorunlar bölgede bazı ülkelerdeki şiddetlerine göre toplumsal patlamalara sebebiyet vermektedirler. Mesela Irak, Bahreyn, Suriye ve Suudi Arabistan'da mezhep faktörü giderek öne çıkmaktadır. Irak'ta ise mezhep yanında etnik sorun da önemlidir. Mısır'da ekonomik sorunlar, baskı rejiminin sona erdirilmesi ve gayrimüslimlerin talepleri öne çıkmış bulunmaktadır. Patlamaların sürdüğü ve muhtemelen vuku bulacağı yerlere dikkatlice baktığımızda bu altı sorunun şiddetlerine göre öncelik kazandığı görülmektedir.

Türkiye'nin de temel sorunu bu altı madde etrafında toplanmaktadır. Derece ve şiddet farkı varsa da, Ortadoğu'da çözüm bekleyen sorunlar Türkiye'de de çözüm beklemektedir. Kendimize göre avantajlarımız olduğu kuşkusuz, ama bunlar tek başına bizi bölge için "model ülke" yapmaya yetmez. Bizim bu sorunları hangi kavramsal çerçevede algıladığımız, kendimizi nasıl tanımladığımız ve sorunları nasıl çözdüğümüz konusu bizi örnek alınacak ülke konumuna çıkartır. Bu açıdan bakınca, sorunların olması tabiidir, insanların yaşadığı yerde sorun olur. Asıl konu, biz sorunlarımızı çözebiliyor muyuz, bir çözme yöntemi ve yolu bulabilmiş miyiz?

ZAMAN