Mısır'ın siyasi ve kültürel konumu

Taha Kılınç, Mısır'ın tarih boyunca temsil ettiği konum sebebiyle Arap coğrafyasında çok büyük bir belirleyiciliği olduğuna dikkat çekiyor.

Taha Kılınç / Yeni Şafak

Türkiye ve Mısır

Ortadoğu’nun iç dengelerine yakından bakmayanlar, “Araplar” veya “Arap dünyası” şeklindeki kolay genellemelere hep daha yatkın. Ancak bölge, kendi dinamikleri çerçevesinde okunduğunda, karşımıza özellikle dört ülke çıkar: Türkiye, Mısır, İran ve Suudi Arabistan. İlişkiler ağı, bu dört ülkenin merkezde olduğu noktalarda şekillenir. Dışarıdan bölgeye dâhil ve müdâhil olan bütün oyuncular, bu dört ülkeden en az birini yanına almak durumundadır. Bu ülkelerin birbirlerine olan yakınlıkları veya uzaklıkları, işbirlikleri veya rekabetleri, dostlukları veya düşmanlıkları, Ortadoğu’da tarihin yazıldığı esas zemini oluşturur.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Mısır ziyareti vesilesiyle Ortadoğu’ya yeniden dikkat kesilirken, bilhassa Mısır’ın Arap dünyası içindeki konumunun ülkemizde yeterince takdir edilemediği görülüyor. Önemine binaen bu konuyu belli zaman aralıklarıyla zaten köşeme taşıyorum. Şimdi, detaylı olarak değil ama belli başlıkları tekrar hatırlatmak istiyorum:

Afrika, Akdeniz, Arabistan ve Bilâdüşşâm havzalarını buluşturan sıra dışı konumuyla; 100 milyonu çoktan aşan ve ciddi bir kısmı da dünyanın dört bir yanına dağılmış bulunan nüfus gücüyle; Arap dünyasının en büyüğü olan, aynı zamanda devasa bir holding biçiminde ülkenin ekonomik hareketliliğini de kontrol altında tutan ordusuyla; hem Arap milliyetçiliğine hem de yakın tarihin en güçlü İslâmî hareketlerinden Müslüman Kardeşler Teşkilâtı’na beşiklik yapmasıyla; basın-yayın ve medya endüstrisinin en etkili merkezlerinden biri olmasıyla; Ezher Üniversitesi gibi ilmî ve akademik bir kurumu elinde bulundurmasıyla; İslâm dünyasında İstanbul’la rekabet edebilecek tek şehir olan Kahire’siyle… Ve daha birçok avantajı ve kozuyla, Mısır, Arap dünyasının amiral gemisidir.

Mısır’ı denklemdeki yerine oturttuğumuzda, Türkiye ile Mısır’ın el ele vermesi ve İslâm coğrafyasının lehine olacak projelerde işbirliği imkânları bulması durumunda, bundan ne büyük müspet neticelerin doğacağı daha iyi anlaşılacaktır.

Müslüman kamuoyu nezdinde, böylesi bir işbirliğinin beklendiği ve umulduğu ilk mesele, hiç şüphesiz Gazze. İsrail, İslâm dünyasındaki parçalanmışlıktan ve devlet yöneticileri arasındaki ihtilaflardan faydalanarak, Gazzeli masum sivillere yönelik soykırımı pervasızca sürdürürken, Türkiye ve Mısır gibi bölgenin iki güçlü ülkesinin bu konuda dayanışma içine girerek birbirini desteklemesi ve İsrail işgaline karşı ortak bir savunma hattı kurması hayatî bir önem arz ediyor. Fiziksel, kültürel ve tarihî yakınlığı sebebiyle Gazze’deki krizin ilk muhatabı Mısır, ancak içinde bulunduğu şartlar ve çeşitli handikaplar nedeniyle, Mısır tek başına hareket edemiyor. Türkiye ile ortaklaşa yürütülecek bir süreç, Mısır’ı da kendi yalnızlığından kurtaracaktır.

Türkiye ile Mısır yeniden yakınlaşırken, iki ülke arasındaki rekabetin ve ihtilafların tamamen yok olmayacağını görmek gerekiyor. Sadece son yıllarda ikili ilişkilerde yaşanan dalgalanmalar değil, tarihin derinliklerinden gelen ve dünden bugüne aktarılan nice ayrışma noktası mevcut. Ancak yine de, ortaklaşa yapılacak işler, tartışmalı ve ihtilaflı hususlardan çok daha fazla.

Mısır’dan söz ederken, elbette akıllara hemen Müslüman Kardeşler Teşkilâtı (kısaca: İhvân) geliyor. İhvân’ın şu anda Mısır’da ve diğer birçok Arap ülkesindeki durumu malum. Ancak şunu da unutmamak gerekiyor: Mısır devlet aklı, kendi maslahatı için fayda mülahaza ederse, İhvân çizgisini yeniden sisteme dâhil etme tercihinde bulunabilir.

Cemal Abdunnâsır döneminde tamamen şeytanlaştırılan ve “iç düşman” olarak konumlandırılan İhvân, sonraki Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat tarafından iade-i itibara kavuşturulmuş, çok sayıda İhvân mensubu hakkındaki hapis ve idam cezaları kaldırılmış, İhvân üyeleri Mısır’da ciddi bir özgürlüğe ve hareket serbestisine kavuşmuştu. Öyle ki, Sedat 1981’de suikasta kurban gittiğinde, İhvân’ın o dönemki genel mürşidi Ömer Tilmisânî, “Sedat, Halife Osman gibi mazlum olarak katledilmiştir” bile demişti. Hüsnü Mübarek döneminde de İhvân, faaliyetlerine “göz yumulan” bir teşkilât konumundaydı. 1986’da vefat eden Tilmisânî’nin Kahire’deki cenazesine 500 binden fazla insan katılmış; Mısır Başbakanı, Ezher Şeyhi ve çok sayıda yabancı misafir, törende bizzat yer almıştı.

Velhasıl, bölgedeki değişimlere şaşırmayınız ve daha fazlasını bekleyiniz. Burası Ortadoğu.

Burada sürprizler eksik olmaz.

Yorum Analiz Haberleri

Siyonistlerden dost olmaz, ne Kürtlere ne de bir başkasına
“AB İsrail’i daha ne kadar koruyacak?”
“BM Siyonizm'i ırkçılık saysın”
Gazze katliamında ABD'nin rolü
Endonezya’da “Değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen” madde: Filistin davası