Yasin Aktay’ın Yeni Şafak’taki köşesinde yayınlanan konuyla alakalı bugünkü (12 Mart 2018) yazısı şöyle:
Mısır’da Seçmene Seçenek Tanımayan Seçim
Mısır’da 16-18 Mart tarihinde başkanlık seçimine gidiliyor. Seçim diyorsak da aslında lafın gelişi. Bu tarihte yaşanacak olana “seçim” deniliyor ve bütün haberler böyle bakıyor, ama işin aslı ortada tercih yapabilecek seçenekler yok. Bütün adayların ve aday olma ihtimali bulunanların adaylık süreci esnasında veya öncesinde tutuklanmasıyla birlikte Mısır’da adeta tek adayla seçime gidilmiş olacak. Seçmene beş yıl önce gerçek bir seçimle seçilmiş olan Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’ye darbe yaparak iktidarı ele geçiren Sisi’ye oy vermekten başka bir seçenek bırakılmamış durumda.
Aslında bu seçeneği kullanıp kullanmamak da pek bir işe yaramıyor. Yani muhtemelen hiçbir seçim niteliğinin olmadığı, sonucu hiçbir şekilde etkilemeyecek olan bu oy verme işlemine Mısır halkının büyük kısmı katılmak istemeyecektir.
İstemeyecek, çünkü hem sonucu değiştirmekten yana umudu yok hem de böyle bir maskaralığa meşruiyet kazandırmak istememe eğilimi var. Ne var ki, bu bile durumu kurtarmayacaktır, çünkü seçime katılım oranı düşük olsa bile olacak şey bellidir. Üç güne yayılmış seçimde açık oy gizli tasnif olacağı için, halk her şeye rağmen yanlış bir oy kullansa bile oyu “düzeltilecek” veya katılım oranı üçüncü gün sandık görevlileri tarafından istenen seviyeye ayarlanacaktır.
Tıpkı dört yıl önce, yani darbeden hemen sonra sergilenen seçim tiyatrosunda olduğu gibi. Yine darbeci general Sisi’nin tamamen göstermelik adayı karşısında yapılan ve önceden iki gün olarak duyurulmuş olan seçimin ikinci gününün sonunda katılım oranının yüzde onun altında gerçekleştiği anlaşıldığında seçim üçüncü güne uzatılmış ve üçüncü gün katılım oranı yüzde 47’ye “çıkarılmıştı” (şimdi tedbiren seçim süresi baştan itibaren üç gün olarak düzenlenmiş durumda).
Tabi tahmin edileceği gibi bu süreç Sisi’nin yüzde 97 ile seçimi kazanması şeklinde sonuçlanmıştı. Tıpkı eski günlerdeki gibi… Yüzde yüzlere varan seçim sonuçları Arap Baharı sürecinin yaşandığı ülkelerin traji-komik manzaralarıdır. Tabi Sisi’yi takdir etmek gerekir ki, Ortadoğu’daki bütün diktatörlüklerin hepsini baskıda, keyfi ve pervasız uygulamalarda aşmış durumda.
Hiçbir kural tanımayan, kendi toplumuna veya uluslararası topluma hiçbir hesap verme gereği duymayan, gelmiş geçmiş en acımasız, en pervasız şekilde yapıyor yapacaklarını. Halk desteği yüzde birlere düşmüş olduğu halde bu desteği bir seçimde yüzde 99 olarak sunmaya kalkışacak kadar beceriksiz bir sihirbaz. Beceriksiz, çünkü göz boyamayı başaramıyor, sadece zor gücüyle “ben yaptım, oldu” diyerek işi bağlamış oluyor.
Toplumla, hatta başta Sisi’yi destekleyip şimdi “bu kadarına da pes artık” diyen diğer kurumlarla Sisi’nin arasındaki ip giderek inceliyor. Şimdi nereden ve ne zaman kopacağı konusunda kitlesel bir beklenti oluşmuş durumda.
Mısır’dan bir sahne, aslında bütün tabloyu en net biçimde gösteriyor.
2013’teki darbenin kısa bir süre sonrasından itibaren Mısır’da futbol maçları seyircisiz oynanmaya başlanmıştı. Çünkü taraftarların tribünden yaptığı tezahüratların büyük çoğunluğu maçtan ziyade darbecilere karşı tezahürata dönüşmüştü. Bu durumda seyirciyi bir iki maçlığına değil tamamen devre dışı bırakmak gibi bir yola bile tevessül edilmişti.
Geçtiğimiz günlerde dört yıl sonra ilk defa maçlara seyirci alındı. En büyük taraftar kitlesine sahip Nadi-Ehli’nin maçında seyirci yine kendisinden korkulanı yaparak Sisi’yi ve darbeyi protesto eden tezahüratlar yaptı. “Zamanında söyledik ey diktatör, bize lazım olan özgürlük, özgürlük, özgürlük”, “Ey zalim düzen, anla artık talebim belli, özgürlük, özgürlük özgürlük” gibi sloganlar maç boyu en yüksek sesle tekrarlandı.
Tabi bu korkulan olunca, arkasından gelecekleri de tahmin etmek zor değil. Sisi, maçtan sonra hemen bu olaya dahli olanlardan tespit ettiklerinden veya istediklerinden yeni ve geniş bir tutuklama dalgası başlattı.
Bunca baskıya rağmen stadyumlarda ortaya çıkan bu protestolar aslında sadece siyasi muhalefetin değil, ortalama Mısır halkının tavrını ve duygularını yansıtıyor. Böyle bir halk manzarasından, daha şimdiden seçimden çıkacak sonucun belli olması sıradan Mısır halkını kahrediyor.
Birileri hala niye Mısır’la aramız bozuk diye dövünüyor olabilir. Bunu gerçekten de Türk dış politikasının kazanımları açısından samimi olarak düşünüyorsa, onlara sadece Mısır’da şu anda kendi ülkesinin çıkarlarını düşünebilen ve değerlendirebilen bir devletin olmadığını, dolayısıyla devlet makamında oturanlarla ilişkileri iyi tutmanın kazandıracağı hiçbir şey olamayacağı gerçeğini hatırlatmak isterim. Çünkü kendi ülkesinin çıkarını bilmeyenin başkasına verebileceği bir şey de yok.
Halkını ne kadar temsil ediyor olduğunu geçelim, şu anda yarın ne yapacağı bile kestirilemeyen, bir esnaf mantığından bile yoksun bir yönetici var. Onunla iş tutanlar ona benzemek zorunda kalır. Oysa Mısır’da Türkiye’nin ortaya koyduğu ilkeli ve ısrarlı tutum, uzun vadede sadece Mısır’ın değil bütün bölge halklarının gönlünde çok sağlam bir yer edinmesini sağlıyor. Eninde sonunda kendi ülkelerinde iradeyi eline alacakların gönlündeki yer… Türkiye’ye yakışan o gönüllerdeki yere oynamaktır. Kim ne derse desin…