Mutlaka üzerine gidilmeli ve bu üslup deşifre edilmeli. Çünkü bu üslubun ve özenle seçilen kelimelerin arkasında çok ağır bir tahrik var. Baykal, "Yargıyı ve Türk Silahlı Kuvvetleri'ni mıncıklamayın." diyor.
Kime söylüyor? Hükümete. Hükümet, kimleri mıncıklamış oluyor? TSK'yı ve yargıyı. Bu söz gerçekte kime söyleniyor? TSK'ya ve yargıya. Baykal açıkça "kendinizi mıncıklatmayın" demiş olmuyor mu?
"Mıncıklamak", Baykal'ın tesadüfen seçtiği bir kelime değil. Lafın öncesi, Baykal'ın bu kelimeyi, farklı anlamları içinden "fiilî taciz"i seçerek kullandığını gösteriyor. "TSK'yı çekiştirmek, uğraşmak, orasını burasını farklı yönlere çekiştirmeye çalışmak doğru ve yararlı değildir." dedikten sonra gelen, "Yargıyı ve TSK'yı mıncıklamayın." ihtarında bulunmanın masum bir anlamı olamaz. Baykal, kenar mahalle argosu ile TSK'yı hükümete karşı, belden aşağı vurarak kışkırtıyor.
Türkiye sivil-asker ilişkileri ve demokratik sistem içinde askerin yeri ve mevkiine dair derin bir tartışmanın içinden geçiyor. Tartışma, henüz bir krize dönüşmüş değil. Tartışmanın iki farklı zemini var. Birincisi kanunların oluşturduğu fiilî zemin. "Muasır medeniyet seviyesi"nin bize sunduğu standartları benimseyerek bu tartışmayı nihayete erdirmemiz lâzım. Silahlı gücün üzerinde vesayet iddiasına sahip olduğu bir halk, ebediyen geri kalmaya mahkûmdur. Türk Ordusu, yeryüzünün en dirençli, dirayetli ve basiretli halkına bu muameleyi yapamaz. O zaman hukukun standartlarının yükseltilmesi, askeri halk üzerinde vasî durumuna sokan ayrıcalıkların ve yetkilerin ortadan kaldırılması lâzım. Bunun için, ordu bünyesinde aklından darbe yapmayı geçiren kimsenin kalmaması; kalmaması için de ağır müeyyidelerin işlemesi gerekir. Şu anda, askerî yargı üzerinden süren tartışmanın ve son olarak Meclis'ten çıkan askerlerin ağır cezalık suçlarda ağır ceza mahkemelerinde yargılanmalarını düzenleyen kanunun başka bir anlamı yok.
Askerî yargı düzeni, ordu bünyesinde darbe planlayanları demokratik ve hukukî denetime karşı koruyan kalın bir dokunulmazlık zırhı sağlıyor. Verdiğim bu hüküm bir varsayım değil. 28 Şubat Süreci'nin meşhur Köstebek Davası, askerî yargı düzeninin, şerefli ve hukuka bağlı askerî yargıçlara rağmen darbecileri nasıl koruduğunun somut bir kanıtı. Bu davanın yargıcı olan emekli Hakim Albay Mesut Kurşun, Genelkurmay'dan ne kadar ağır baskılara ve tehditlere maruz kaldığını ve direnince nasıl görevden alındığını anlatıyor. Davanın konusunu hatırlayalım. Ordu içinde birileri darbe planlıyor. Bu planları yapanlar değil, deşifre edenler yargılanıyor. Askerî yargı düzeni, yargıcın hukuka bağlılığına rağmen darbecileri korumuş oluyor. Bu dava, aynı zamanda demokratik iktidarlara ve bağımsız yargıya karşı caydırıcı bir meydan okuma. Bu dava ile ihdas edilen suç tanımı: "Darbe yapmak değil, darbe planlarını deşifre etmek suçtur." Bu davayı izleyip de darbecilere karşı çıkmaya cesaret eden bir askerî yargıç veya sivil irade bulunabilir mi?
İkincisi siyasî zemin. Birilerinin, ordunun ayrılmaz parçası ve dokunulmazlık alanı olarak kabul ettiği bir "darbe düzeneği" var. Her an patlamaya hazır bir bomba gibi önümüzde duran bu "darbe düzeneği"ni bütünüyle etkisiz hale getirmeye çalışmak "orduya karşı olmak" anlamına neden geliyor? Şerefli Türk Ordusu, bu darbe parazitlerini sırtında taşımaya mecbur mu? Baykal'ın "mıncıklamak" dediği kanun değişikliği, ordu içinde "darbe ve darbe suçu dokunulmazlığı"nı kaldırmak anlamına gelmiyor mu? Milletvekili dokunulmazlığını, anayasa değişikliğinin ön şartı haline getiren CHP, neden darbecilerin dokunulmazlığını kanının son damlasına kadar savunuyor?
Soruyu belki tersinden sorarak tutarsızlığı gösterebiliriz. Askerleri, ağır cezalık suçlardan yargılayacak olan bağımsız yargıya neden güvenmiyorsunuz? Kanun değişikliği, tartışılan suçların üzerindeki askerî dokunulmazlığı kaldırarak bağımsız yargının önünü açıyor. O zaman yargı TSK'yı "mıncıklamış" mı olacak?
ZAMAN