Geçen pazar günü İsviçre'de "minareler yasaklansın mı" konulu bir referandum yapıldı. Referandum öncesinde İsviçre'nin birçok kenti, tepeden tırnağa kara burkaya bürünmüş bir kadının ve arkasında İsviçre bayrağı üzerine yerleştirilmiş füzeleri andıran kara renkli minarelerin resmedildiği afişlerle donatıldı.
Basel, Lozan ve Fribourg kentleri, İslam dini hakkında "ırkçı, saygısız ve tehlikeli" bir anlayışı yansıtan afişlerin asılmasını yasakladı. Bu arada medya, İsviçre kentlerinde yükselen minarelerin hedef alındığı türden bir bilgisayar oyununun giderek daha popüler bir hal aldığını duyuruyordu. (Al Jazeera, 29 Kasım)
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu, afişlerin ayrımcılık yaptığını ve İsviçre eğer minareleri yasaklayacak olursa uluslararası hukuku çiğnemiş olacağını hatırlattı. İsviçre hükümetindeki çoğunluk ve iş adamları örgütleri kabul edilmesi halinde yasağın İsviçre'nin dünyadaki imajına ve dolayısıyla ekonomiye büyük bir darbe indireceğini açıkladı. Kamuoyu araştırmaları, referandumda minare yasağının az farkla da olsa reddedileceğini söylüyordu. Ama öyle olmadı. 2007'de yapılan son parlamento seçimlerinde oyların % 29'uyla 200 milletvekilliğinden 62'sini kazanan ve hükümetteki yedi koltuktan ikisine sahip olan İsviçre Halk Partisi tarafından referanduma götürülen "minare yasağı" kanunu, yandaşlarını da şaşırtan bir şekilde, % 58 oyla kabul edildi.
Kanun, anayasa uyarınca derhal yürürlüğe girecek, ama İsviçre Federal Yüksek Mahkemesi tarafından iptal edilmesi ya da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından Sözleşme'nin ihlali olarak görülmesi kuvvetle muhtemel. Öte yandan, İsviçre'deki camilerin 4'ü hariç geri kalanların hepsi zaten minaresiz olduğu, minaresiz camilerin açılmasına engel olmadığı dikkate alınırsa yeni kanunun 400 bin dolayında Müslümanın ibadetlerini etkilemesi söz konusu değil. Ama minare yasağından çıkarılacak önemli dersler var. Başlıcalarını şöyle sıralayabilirim:
1) Referandum Avrupa'da göçmenlere yönelik husumetin, özellikle de İslam düşmanlığının ('İslamofobi'nin) korkutucu boyutlara ulaştığını; dört ayrı resmi dile sahip, dört farklı kültürü barındıran İsviçre'de bile toplumun çoğunluğunu etkisi altına aldığını gösteriyor. Aynı eğilimin başta Fransa, Hollanda, Danimarka ve Norveç olmak üzere yayılmakta oluşu, Avrupa'da özgürlükçü ve çoğulcu demokrasinin bekçileri olma iddiasındaki Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği örgütlerinin İslamofobi'ye karşı savaş açma zamanı geldi, geçiyor.
2) Kararların çoğunluk oyuyla alınması şeklinde anlaşılan, temel hak ve özgürlüklerin çoğunluk kararıyla kısıtlanabildiği türden, doğrudan ya da plebisiter demokrasinin ne denli kolaylıkla diktatörlüğe ya da faşizme dönüşebileceği görülüyor. Bireylerin başta ifade, örgütlenme ve inanç özgürlükleri olmak üzere temel hak ve özgürlüklerini güven altına almayan türden, yani liberal olmayan türden demokrasi, demokrasi sayılamaz.
3) Ne denli çoğunlukta olursa olsun hiçbir iktidarın, başta ifade, örgütlenme ve inanç özgürlüğü olmak üzere bireylerin temel hak ve özgürlüklerini ortadan kaldıramayacağını savunan yegane siyasi felsefe, siyasi liberalizmdir. Liberalizmi, kuralları konmamış, düzenlenmemiş bir piyasa ekonomisiyle, yani vahşi kapitalizmle ya da kural tanımaz bir ahlak anlayışıyla özdeşleştirmek yanlıştır.
4) İsviçre'de ya da başka yerlerde Müslümanların dinî özgürlüklerinin kısıtlanmasını ya da saygı görmemesini eleştirenler, aynı ölçüyü Türkiye'de Müslümanların ve gayrimüslimlerin din ve vicdan özgürlüğüne getirilen sınırlamalara da uygulamalıdırlar. Hangi dinden olurlarsa olsunlar, inançsız olsunlar, bütün insanların inançları saygı görmelidir.
Nihayet, Devlet Bakanı Egemen Bağış'ın yaptığı çağrıyı makul bulduğumu söyleyebilirim: Müslümanların tasarruflarını İsviçre bankalarından çekmeleri çok yerinde olacaktır.
ZAMAN