PR’ı hangi taraf daha güçlü yaparsa Tahir Elçi’nin katilini de o mu belirleyecek? İlk andan itibaren verilen beyanatlara ve yapılan haberlere bakılırsa maalesef durum böyle. Psikolojik harbin en çirkin teknikleri dikkatle bakınca girişteki soru cümlemizi bile bu iklim belirliyor. Hemen herkesin görüntülerini izlediği gibi Tahir Elçi tek başına öldürülmedi. Birlikte basın açıklaması yaptığı grupla Elçi’nin de içinde kaldığı çatışma esas olarak ana caddede iki polisin öldürülmesiyle birlikte başlayan bir saldırının devamıydı elbette.
Silvan, Nusaybin, Silopi gibi beldelerin yanı sıra Diyarbakır Sur’da da PKK tarafından ilan edilen ve HDP eliyle siyaseti iflasa, savaşı yegâne varoluş imkânına vesile kılınan özyönetim gerilimi bu çatışma ikliminin biricik sebebiydi. PKK gerilla mücadelesini dağ ve kırsal alandan şehirlerin tam ortasına taşımakta, HDP ise şehir merkezli bu gerilim ve çatışma stratejisinden beslenerek siyaseti ve toplumu tahakküm altında tutmakta inat etti.
Sonuç olarak HDP’li belediyelerin imkânlarını seferber ederek olabildiğince çok ve derin hendekler kazmak, cadde ve sokakları mayınlı tuzaklarla doldurmak, barikatlar kurup kimlik kontrolüne soyunmak vs. pratiklerle becerebildikleri her yeri cepheye dönüştürdüler.
Cinayet, Kim İşlerse Suç Olur?
Tahir Elçi’yi ölüme götüren süreci kronolojik olarak takip ettiğimizde ilk elde karşımıza basın açıklamasının yapıldığı Dört Ayaklı Minare sokağının bağlandığı ana caddedeki silahlı saldırı çıkıyor. PKK’lılar, kontrol için araçlarını durduran sivil ve de ellerinde silah olmayan polisleri ilk anda vurarak öldürüyorlar. Ardından silahlarını ateşleyerek Elçi’nin basın açıklaması yaptığı sokağa dalarak silahlarını ateşlemeye başlıyorlar. Sokak içindeki grup panik halinde ne yapacağını bilemez durumdayken polisler üzerlerine doğru koşarak gelen PKK’lılara ateş etmeye başlıyorlar. Yoğun olarak patlayan silahların sebep olduğu kargaşa biraz durulduğundaysa Elçi’nin yerde yatan cesedi görülüyor.
Tahir Elçi siyasi kimliği ve duruşu itibarıyla Hükümet, yargı ve güvenlik kuvvetleri açısından pek muteber bir kişi değilse de infaz edilmek üzere hedef alınacak bir aktör değildir. Olayın gelişim seyri Elçi üzerinden işlemiyor. Buna rağmen bir tarafta saçma sapan komplocu söylemlerle diğer tarafta HDP ve müzahir çevreler tarafından doğrudan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı, Başbakan Davutoğlu’nun ve Hükümet’i planlı-programlı cinayetle suçlayan beyanlar yarış yapıyor adeta. Komplocu tezlere fazlasıyla aşinayız ve hiçbir kıymeti harbiyesi yok.
Lakin her ne kadar klişe bir söylem ve iğrenç bir mantık üzerinden işlediğini çok iyi öğrenmiş olsak da HDP ve HDP’yle bitişik nizam hareket ederek güç temerküz eden ulusolcu aktörlerin gerilim ve çatışmayı tırmandırmak maksadıyla aldığı pozisyon halen tehlike saçmaya devam ediyor.
Öncelikle PKK’lılar tarafından öldürülen Ahmet Çiftaslan ve Cengiz Erdur isimli iki polisle Tahir Elçi’nin öldürülmesi birbirinden ayrı ve bağımsız değildir. Polislerin öldürülmesiyle Elçi’nin öldürülmesi aynı eylem zincirinin içinde ve aynı militanların marifetiyle meydana gelmiştir. Bu cinayetleri birbirinden ayrıştırarak hedeflenen açıkça PKK’yı aklamak ve Hükümeti itibarsızlaştırmaktır. HDP’nin buradaki tek rolü PKK hesabına legal zeminde kara propaganda yapmak, kitleleşmeyi temin etmek ve alan hâkimiyetine siyasal bir imaj kazandırmaktır. HDP bu gibi durumlarda paralel işleyen diğer siyasal oluşum ve aktörlerle birlikte gerilim ve çatışmayı büyütebildiği oranda başarılı sayılmaktadır. “Askerler polisler öldürülürse Kürdistan normale döner, Tahir Elçi gibi isimler öldürülürse acilen devlete fatura edilir ve kıyamet koparılır” mantalitesine tutku derecesindeki bağlılığın sebebi işte bu.
Elinde Kan, Dilinde Barış Olan Kazanır
Cinayet haberi ajanslara düşer düşmez, Hrant Dink suikastıyla Tahir Elçi’nin öldürülmesi arasında birebir bağlantı kuran HDP söylemleri eylem planının sonraki aşamalarını işaretliyordu. Bu husustaki paralellik PKK’nın Kandil’deki dağ kadrosuyla HDP ve liberal-sol bileşenlerinden ibaret değildi. Şöyle ki Ergenekon Cumhuriyet’i ile Fethullah Gülen medyasının amiral gemisi Zaman arasında en ufak bir fark bulunmuyordu. Zaman’ın “Dink gibi önce hedefe konuldu, sonra katledildi” manşeti faili meçhulleştirmekten öteye doğrudan doğruya Erdoğan ve Davutoğlu’na fatura etme aşkına işaret ediyordu.
Tahir Elçi’nin PKK’nın terör örgütü sayılamayacağına dair sözleri dolayısıyla eleştiri sınırlarını aşarak hedef haline getirilmesinin tasvip edilecek bir tarafı yok. Fakat medyadaki bu aşırı tutumu cinayetin asli sebebi ve faili saymaya kalkışmak da tam manasıyla bir edepsizlik örneğidir. Elçi’nin cenazesini “barış, özgürlük, demokrasi” söylemleri ve PKK-KCK flamaları eşliğinde defnetmeye gidenlerin hemen tamamı görevlerini huzur içinde yerine getirmenin mutluluğunu yaşıyorlardı adeta.
Siyaseti sabote etmenin, şehir merkezlerini savaş alanına çevirmenin, silahlı çatışmaları toplumun tam ortasına çekmenin, kurulan mayınlı tuzaklarla asker ve polislerin, her an her zemine taşınan devrimci halk savaşıyla Hatice Belgin, Fırat Simpil, Sahip Akıl, Şeyhmus Sanır gibi insanların yanı sıra Tahir Elçi’nin de öldürülmesine dair hiçbir eleştiri almamanın haklı gururunu yaşıyorlardı.
“Saray Gladiosu, Hükümetin beslediği çeteler” vs. türünden cümleler kurduğu müddetçe PKK da HDP de hep dört ayaküstüne düşeceğini biliyor nasılsa. Bu sebeple durmak yok; mayınlı hendekleri, insan öldüren keleşleri mukaddes kılan barış ve demokrasi türküsünü daha yüksek sesle söylemeye devam.
Yeni Akit