Yasin Aktay / Yeni Şafak
Milliyetçilik nereye, kimden kime yükseliyor?
Tezkire Dergisi’nin 83. sayısı bu başlık altında yayınlandı. Başlık milliyetçiliğin sürekli yükseldiğinden söz edildiği bir atmosferde “yükseliş” kavramının daha informel anlamlarına atıfla olayın farklı boyutlarına da dikkat çekiyor. Milliyetçiliğin yükseldiği haberi siyasetçisinden sanatçısına tüccarından akademisyenine herkesi milliyetçilik hisselerine yatırım yapmaya veya başka bir tabirle milliyetçilik hisselerini kapatma telaşına sevk ediyor.
Aslında milliyetçiliğin çok farklı yerlerde, farklı kulvarlarda karşımıza çıkıyor olmasına şaşırılması ve bundan yeni bir “milliyetçiliğin yükselişi” hikayesinin çıkarılması neredeyse tarihsel bir rutin. Doğrusu milliyetçilik her vesileyle hep yükseliyor.
Milliyetçiliğin bu yükselişi biraz da informel dil çağrışımlarıyla beraber düşünülebilir. Sesi birdenbire yükseliyor, ama bu onun aynı ölçüde daha geniş kitlelerce kabul gördüğü anlamına gelmiyor. Hatta paradoksal olarak milliyetçiliğin sesi yükseldikçe, sesini yükseltenlerin dar söylemleri yüzünden bir milleti bir arada tutabilme kabiliyeti de o ölçüde azalıyor. Çünkü milliyetçilik özellikle çokkültürlü ve çok etnisiteli bir toplumsal yapıda hâkim etnisiteye dayanma iddiasıyla yükseldikçe bütün toplumu kucaklama iddiasındaki millete karşı da yükselmiş, onun altını oymuş oluyor.
Milliyetçilik esasen Fransız Devrimi’nden beri sürekli yükselişte. Devlet aygıtları tarafından desteklenen ve devlet aygıtlarının ayakta kalmasına uygun ideolojik meşruiyet sağlayan en önemli anlatı olarak, diğer bütün anlatıları bertaraf eden bir ideoloji olduğu sürece yükselişinin haddi hesabı olmaz. Modern ulus-devletlerin kendilerini var edebilmek üzere tesis ettikleri, sonradan kendisine bağımlı hale geldikleri bir anlatı. Onsuz artık bir devlet aygıtının varoluş gerekçesinin düşünülemeyeceği bir ideoloji. Çok farklı kalitede anlatıları, farklı mitolojik hikayeleri, kişileri ve sembolleri olsa da işlevi fazla değişmez.
Tabii ki mitolojinin başka insanlara da ne kadar insancıl yaklaşabildiği ne kadar kuşatıcı ne kadar dostane olabildiği milliyetçiliğin kalitesini de genişleme kapasitesini de artırır. Amerikan milliyetçiliğinin dayandığı hikayelerin ırkları öne çıkarmasının bir sınırı olmuştur mesela. Amerikalıların kendilerine anlattıkları hikâyenin başkalarına da nasıl geldiği, neler söylediği, Amerika’nın bütün dünyada kendini bir değer olarak kabul ettirmesinin sınırını da çizer. Dünyanın her tarafından, her renkten, her ırktan, her dilden insanı bir potada eriten bir tarihsel süreçtir Amerikan kimliği ve bu karışımdan bir milliyetçilik hikayesi çıkarabilmek gerçek anlamda bir devlet başarısıdır. Samuel Huntington’ın Amerikan kimliğinin oluşumunu anlattığı ve bunun sıradan Amerikan vatandaşı nezdinden nasıl ve ne kadar benimsendiğini anlattığı meşhur kitabı “Biz Kimiz?” diye sorar. Kuşkusuz Huntington kitabında ABD’de son zamanlarda oluşan büyük göç dalgaları ve ABD’nin dünyanın birçok yerinde girdiği savaşların kendi içine yansıyan uzantıları karşısında ortaya çıkan bir kimlik krizini de işaret eder. Bu durum ABD’deki milliyetçiliğin dayanabileceği temelleri sarsabilmektedir.
Öyle veya böyle, Huntington ABD adına insanları bir siyasal bedenin parçası olarak hissettirecek, bir ortak kimliğin nerelerde aksadığı üzerinde ciddi ciddi düşünmüş. Milliyetçilik ulus devletlerin bir toplumsal çeşitliliği siyasal bir beden bütünlüğü içerisinde, birbiriyle uyumlu, birbirini tamamlayan bir formüle varan bir hikâye olarak işlemeyi arar. Bunu etnik çeşitliliği olan bir toplumsal yapıda tek bir etnik grubu imtiyazlı kılacak şekilde kurduğunuz, diğer etnik grupları, inkâr, tahfif veya tezyifi üzerine kurmaya kalkıştığınızda bu beden bütünlüğünü sağlamak zor olur, genellikle de zor kullanmayı gerektirir. Zorla, baskıyla kontrol edilen bu unsurlar ise ülkede her zaman patlak verecek bir sorunun, bir öfkenin, bir bütünleşememenin nedeni olurlar. Böyle bir toplumda milliyetçilik bir toplumsal barışı ve başkalarına karşı bir ve beraber olmanın gerekçesi değil, belki de toplumda gerilimin ve kavgaların sebebi olarak tezahür eder.
Yükselen milliyetçilik hikayeleri o yüzden bir devletin veya milletin yükselişine de işaret etmiyor çoğu zaman. Bilakis birçok yerde yükselen milliyetçilik aynı zamanda toplumun, hatta milletin alttan alta iç barışının aşınmasının da bir tezahürü olur.
Yükselen milliyetçiliğin nasıl tespit edildiği de ayrı bir sorudur. Bugün birçok ülkede yükselen milliyetçilik olarak gösterilen olayların ardında ciddi bir milli bilinç yükselmiyor, bilakis ırkçılık, bağnazlık veya yabancı düşmanlığından öteye gitmeyen bazı tepkimeler boy gösteriyor. Çünkü milliyetçilikten her şeyden önce bir ülke bütünlüğünü temin edecek, siyasal bedenin organik işleyişini güçlendirecek bir bilinç de beklenir.
Milli birliğin ideal seviyesi bütün ülke vatandaşlarını kapsamasıdır. Ancak sorun şurada ki, milliyetçilik tedavülde olduğu hiçbir dönemde bu bilinç olgunluğunda olamamıştır. Her zaman kendini konsolide etmek için bir iç-düşmana, kökü dışarıda olan iç düşmanlara da ihtiyaç duymuştur. Komünistler, mürteciler, Kürtler... Türkiye’de şimdi bu halkaya mülteciler eklenmiştir. Milliyetçiliği ifade etmenin yolu olarak sığınmacı Suriyeli karşıtlığı aslında önceki düşmanların da en azından bir kısmını tekrar sahaya davet eden yeni bir mazeret oluşturmuştur. Suriyeli karşıtlığı ile Arap-irtica karşıtlığı yeni mazeretlerle, güncellenmiş hamasetlerle birleştirilmiştir. Elbette bu birleşmede İslamcıların bir insani sorun olarak Suriyeli sığınmacılara sahip çıkmalarının da bir etkisi vardır.
1991 yılından beri yayımlanan ve bu aralar Yunus Badem yönetiminde çıkan Tezkire dergisinin bu sayısında milliyetçiliğin bu yeniden yükseliş atmosferinde farklı ülkelerden ve tarihlerden farklı milliyetçilik anlayışları ve tecrübelerinden bir kesit genç akademisyenler tarafından sunuluyor. Fahri Yetim’in “Türkiye’de Milliyetçilik Düşüncesinin Farklı Versiyonları ve Kesişen Tarafları”, Ömer Obuz’un, “Milliyetçiliğin Sosyo-Kültürel Yansıması Olarak Ecnebi Bar Artistleri Meselesi”, M. Veysel Karataş’ın, “Kürt Milliyetçilik Hareketinde Sol Seçkinlerin İdeolojik Hegemonyası”, İlhami Aydın’ın “Kültürel Alanlardaki Siyasal Ruhu: Milliyetçilik ve Kültürel İktidar Arasında Bir Tartışma”, Yegane Yiğit’in “Çarlık Dönemi Politikalarına Karşın Müslümanların Ümmet ve Millet Ekseninde Dayanışma ve Mücadele Arayışları”, Uğur Kılınç’ın “Cumhuriyet’in İlk Döneminde Ders Kitaplarındaki Milliyetçi Motiflerin Ulus Devletin İnşasındaki Rolü: 1923-1950 Arası Dönem”, Merve Sultan Akçakaya’nın “Kent Milliyetçiliği Üzerine Nitel Bir Araştırma”, Fredinant Hasmuça’nın “1990’lı Yıllardan Sonra Arnavutların Milliyetçi Anlayışı”, Fatma Kılınç Hatipoğlu’nun “Ermeni Diasporası İrrasyonel Milliyetçiliğinin Ermenistan’a Yansımaları”, Abdulkerim Diktaş’ın “Değer Kaynaklarımız Perspektifinden Milliyetçilik Anlayışı”, Yekta Şirin’in “Hollywood Yapımlarında Kızılderili Temsillerinin Amerikan Milliyetçiliğine Katkısı” başlıklı makaleleriyle yer aldığı sayıda İlhan Bilici, Esra Ekiz ve Beyzanur Olgun da kitap incelemeleriyle yer almış.
Milliyetçiliğin yükselişleri üzerine değerlendirmelerimize devam edelim.