Milliyetçilik ve ‘Ne Mutlu, İnsanım!’ Diyene...

Bizler İslam Milleti’nin ferdleri olarak, tevhîd gülzârında, her renkte açan güller ve değişik diller ve seslerle şakıyan ve hep kelime-i şehadeti terennüm eden bülbüller durumunda olabiliriz.

Selahaddin E. Çakırgil

Milliyetçilik tartışmaları ve ‘Ne mutlu, insanım!’  diyene..

Bazı arkadaşlar, ‘samimî mi, siyaset icabı mı söylüyor?’ diye soruyorlar.

Kim, kim hakkında yüzde yüzde bir garantili beyanda bulunabilir?

Erdoğan’ın, geçen hafta Mardin’de yaptığı konuşmada, müslüman halkların temele harcına işaret etmesi ve ‘her türlü kavmiyetçilik fikri şeytandır ve ayağımın altındadır..’ demesi, hem olması gerekli ve hem de cür’etli bir açıklama idi.. Çünkü, bu sözlerin aslının hangi kutsal metinlere dayandığını bilenler biliyordu..

Ancak, o bunları söylerken, kürdçülük, arabçılık, lazcılık, vs.cilik gibi kavmiyetçi eğilimlerden sonra, ‘Bakalım, türkçülüğü de söylecek mi?’ diye bekleyenlerden birisi de fakir idi. Ve onu söylemesini isterdim, ama, söylememe ihtimalini de o anda içimden geçirmiştim. Çünkü, konu hassas idi.

Bu söz, Birinci Dünya Savaşı’nın galibleri olan emperyalist güçlerin dikte ettirdiği ve müslüman coğrafyalarında birbirine düşman olacak yığınla ‘ulus-devlet’ler oluşturulması projesine göre kurulmuş olan rejimlerden birisi olan ve 100 yıla varan ve bize derin iç sancılardan başka hiç bir şey getirmeyen çarpık bir resmî ideolojinin ölçüleri açısından problem oluşturabilirdi.

Ayrıca, başka kavmiyetçi akımları lanetleyip, bu resmî söylemin kenarından teğet geçilseydi, ötekiler için söylenen sözler, yeni düşmanlıklar oluşmasına vesile olabilirdi.

Ama, Erdoğan hiç tereddüd etmeden, onu da söyledi.

Erdoğan işte budur. Her insan gibi, o da, her doğruyu ve doğru olduğuna inandıklarını belki söylemeyebilir, ama, söylediklerinin doğru olduğuna inanan birisi olduğunu düşünüyorum. Bu sözler de onun iç dünyasını yansıtıyor. Doğru olan da bu..

Çünkü, ırk, renk, kavim, cinsiyet, dil ve sosyo-ekonomik farklılıkları, birer vakıa olup; bunları reddetmek, fıtrata karşı çıkmaktır. Kezâ, bu fıtrî gerçeğin üzerine, Allah’u Tealâ’nın bildirmediği veya halketmediği bir takım farazî üstünlük veya düşkünlük teori ve anlayışları eklemek de saçmadır.

Bir merhûm mütefekkir şairimiz, ‘Hz. Peygamber (S) arab kavminden olduğu için, arab’ı sevmek gerekir..’  diye düşünüyor, ve kendisine, Ebu Cehl, Ebu Leheb gibi kimselerin de arab olduğu hatırlatıldığında ise, çıkmaza giriyordu.

Halbuki, Muhammed İqbal-i Lahorî ise, 1930’larda,  ‘Peygamber arab idi diye, arab’a üstünlük verenler İslam’ın hakikatini anlamamışlardır.’  diyordu ve doğru olan da bu idi.

*

Tabiatiyle, herkes, kendi kan bağı veya soyunun köklerini arayıp bulmak ve öğrenmek isteyebilir. Her insanın bir etnisitesi, bir kavmi ve kavmiyet bağı ve buna bağlı olarak oluşmuş bir takım örfler, âdetler, kültürel değerler vardır. Bu inkâr edilemez; inkâr edilmeye kalkışılsa bile, bir mânâsı yoktur.

Ama, mâkul bir yakın döneme aid aile bağlarını araştırmanın ötesinde, yüzlerce -binlerce yıl geriye giderek, akrabalık bağlarını araştırmak isteyenler, tarihin dehlizlerinde kaybolup gideceklerdir. Halbuki, hepimizin, Hz. Âdem- Havva temelinden geldiğimize inanmak, hem zahmetsizdir; hem de yanlış bakıç açıları ile başka insanlara zulmetmekten uzak tutar insanı..

Bu bakımdan, ırkî, kavmî kökleri bulacağım diye çırpınanlara, biraz tebessümle bakınca, ‘Senin kavmin yok mu?’  diye karşılık verildiğini, ‘Farzedin ki, çingene!.’  denildiğinde ise, nicelerinin, hemen çok ayıp bir şeyle karşılaşılmışçasına, ‘estağfirullah..’  gibi, özür beyan eden sözlerle karşılaşabilirsiniz. Sanki, çingeneler -veya son zamanlardaki zorlamalı bir isimlendirmeyle, romanlar- Hz. Âdem’in neslinden değil ve yaratılış itibariyle aşağılık bir topluluk imiş gibi!..

*

Bu vesileyle, bir anekdot..

7 -8 yıl öncelerde, o günlerde yazdığım gazetede, kürd halkının bazı taleblerine dair, bugünkü anlayışı yansıtan görüşleri içinde barındıran yazılar yazdığımda, bazıları bunların kabul edilemiyeceğini, gazete yönetimine bildirmiş ve durum  bana aksettirilmişti. Bu gibi itirazı yapanlardan birisi de bir öğretmen idi.

O zât ile bir mekânda tanıştırıldık.

Gördüm ki, kendisi Karadenizli..  Ula hemşehrum, türkçülük yapmak senin neyine?’ diye takıldığımda,  ‘Uyy, sen de mi Karadenizlisun? Ben seni kürd zannediyordum..’ demişti.

Yazının Devamı…

 

Yorum Analiz Haberleri

Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Dünyevileşme ve yalnızlık
Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın
Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?
Kemalizm’e has bu Laiklik Fransa’da bile yok!