Milliyetçilik üzerine yapılan okumalar

Milletler ve Milliyetçilik, Milliyetçilik: Bir Din kitaplarının forumlarını yapan Özgür-Der Üniversite Gençliği milliyetçilik meselesi üzerine verimli okumalar gerçekleştiriyor.

Abdurrahman Güner / HAKSÖZ HABER

Milliyetçilik üzerine yapılan okumalar

Özgür-Der Üniversite Gençliği bir süredir aylık kitap forumlarında milliyetçilik meselesi üzerine yoğunlaştı. Eric Hobswan’a ait olan Milletler ve Milliyetçilik, Carleton Hayes’e ait olan Milliyetçilik: Bir Din isimli eserlerin çalışması gerçekleştirildi. Milliyetçilik okumalarının devam edip etmeyeceğini bilemiyoruz ancak bu iki sunumdan bize kalan notları derledik. Bu kısa değini yazının kitaplardan ve sunumlardan bolca alıntı içerdiği belirtmek isteriz.

Eric Hobsbawm milliyetçiliğe üç ön koşulun dayanak sağlayabileceğini öne sürüyor: Dil, etnisite, din.

Etnisite meselesi milliyetçi düşünürler tarafından en hassas meselelerden birisidir. Türk milliyetçiliğinin kurucularından birisi Yahudi diğeri ise büyük bir ihtimalle Kürt’tür. Alman milliyetçiliğinin kurucuları Slav kökenlidir. Belki bu sebeple olsa gerek milliyetçilerin hep ırkçılıkla arasına mesafe koymaya çalıştığı görünür.

Diller milletler için yarı yapay özelikler üzerine kurulan sentetik bağlardır. Hatta icat edilmiş olduklarını bile söylemek mümkündür. İbranice ve Sanskritçe icat edilmiş dillere örnek olarak gösterilebilir. Devletleşme süreçlerinden sonra grameri oluşturulan bu dillerin modern öncesi dönemde konuşulan dillerle uzaktan yakından alakası yoktur. İsrail’e yerleşmeyen Yahudilerin konuştukları ve yazdıkları İbranice (ABD ve Rusya’da Yidişçe) bugün hala İsraillilerin dillerinden farklıdır.  Milli diller bu bağlamda konuşulmakta olan ve bölgelere göre farklılık arz eden bir dilin içerisinden tek bir lehçe veya konuşma ağzının seçilerek dilin tek tipleştirilmesidir. Türkiye’de bu İstanbul Türkçesi ile sağlanmıştır.

Burada ilginç olan yazılı kültürün dominant yapısından gelmektedir. Yazılı kültür ile milliyetçilik arasındaki ilişki Gutenberg’in matbaayı icadına kadar gider. Hobsbawm’ın aktardığına göre, Gutenberg’in icadı dillerin yazılı formlarının gelişmesine bağlı olarak milliyetçiliğinde bu gelişmiş yeni formları kendisine dayanak almasıdır. Gutenberg’in etkisi iletişim bilimci McLuhan'in  çağı “Gutenberg Galaksisi” olarak adlandırılmasıyla özetlenebilir. Hobsbawm ve McLuhan’dan hareketle, Gutenberg Galaksisi’nde hâkim ideolojinin milliyetçilik olması şaşırtıcı değildir.

Martin Luther’in ortaya attığı dini reform tezi İncil’in yerlileştirilmesini yani Latinceden ziyade halkların kendi dillerine indirgenmesini kapsıyordu. Hıristiyanlık açısından Catholic yani evrensel din anlayışının yerine milli din anlayışı oluşturmak olarak görülebilecek bu sürecin sonunda milliyetçilik Hıristiyanlığı tahtından ederek egemenliğini ilan etti. Oluşturulan yeni milli dilin bir başka özelliği ise sadeleştirilmesi yani yabancı unsurlardan arındırılmasıdır. Sadeleştirme yerli ve milli bir bağlam inşa ederek geçmiş dönemin tasfiyesi için gerekliydi. Milliyetçi tezlerin sahipleri açısından bu durum önem arz ediyordu. Kemalizm de aynısını yapmış sadeleştirilmiş/uydurulmuş bir lügat ortaya çıkartmıştır. Cumhuriyet döneminde dil üzerine ortaya sürülen tezlerde saf dışı edilmesi gereken yabancı unsur ise Arapça yani İslam ile bağlantılı her şeydir.

1930’ların sonunda birkaç isimle birlikte milliyetçilik meselesini akademinin gündemine yerleştiren isim ise Carlton Hayes’tir. Hayes, milliyetçi ideoloji türlerini belirlemeye çalışan ilk araştırmacıdır. Konunun önemini kavrayıp ilgileri bu mesele üzerine çekmeye çalışan Hayes’in çalışması bugün hala yetkinliğini koruyor. Milliyetçiliği modern dönemin dini olarak değerlendiren Hayes’in bakış açısının Batı da hâkim olduğu söylenemez belki ama bizim için çok fazla şey ifade ettiği pekâlâ söylenebilir.

Hayes’in ifadeleriyle, milliyetçilik bir sadakat türü olarak; aşina yerlere/mekanlara duyulan kedimsi, aşina insanlara duyulan köpeksi, aşina fikirlere duyulan insani hislerin bir karışımı olarak takdim ediliyor. Aşina mekânlara duyulan his ilgi çekicidir. Milliyetçilik açısından belirli kriterler etrafından –dil, coğrafya, ırk- çizilmiş olan bir toprak parçacına duyulan kedimsi duygular diğerlerine nazaran daha yapay bir olguyu içerisinde taşıyor. Bir insanın memleketini, doğduğu büyüdüğü yeri sevmesi bir noktaya kadar olağandır. Netice olarak yetişmiş olduğumuz yerle duygusal bir ilişki kurabiliriz. Ancak bu hisler yetiştiğimiz yerle sınırlı olduğu oranda anlamlıdır. Yetiştiğimiz memleketin tamamından ziyade büyüdüğümüz ev veya mahalle için mesela… Milliyetçilik için ise belirlenmiş olan toprak parçasının her bir karesi için bu hisler yoğun bir şekilde yaşanmak zorundadır. Misal olarak bir Kütahyalı burayı sevebilir. Ancak aynısını Isparta için hissetmesi beklenemez. Zira oraya hiç gitmemiş hiçbir şekilde ilişki kurmamış, oradan haberi bile olmayabilir. Milliyetçilik için ise bir Kütahyalının Isparta ve Hatay için de aynı duyguları hissetmesi zorunludur. Çünkü vatan toprakları kutsaldır. Kutsallık ilişkisi onun her karışını yüce kılmaktadır. Fakat Kütahya dışındaki ‘memleket toprakları’ için hissetmen gereken duyguları, Hatay’ın hemen ötekisindeki İdlib için duymaya başladığınız zaman iş sıkıntıya girer. Çocuk yaşta okullarda1, müfredatın dayattığı ve kanıksaman gereken öğretilere uymamış olursun… Uyum göstermeyenler ise milliyetçiliğin hukuk tanımaz yapısı gereği bir şekilde elimine edilir!

Hayes’in çalışmasında din hissinin doğuştan geldiği uzun uzun anlatılıyor. Bu noktada yazar dinin değişmez sürekliliğini çok iyi vurguluyor. Milliyetçiliğin dinin doğasını daha iyi kavraması sosyalistlerden daha fazla mevzi kapmalarının da temel sebebi olarak gösteriliyor. Ancak komünizm de alenen materyalist ve ateist olmasına rağmen bir dünya cenneti vaat eder. Ermişleri ve şehitleri vardır, hekimleri ve sapkınları vardır. Hararetle propaganda yapar ve takipçilerinin özel ve değişmez sadakatini ister. Din karşıtı olmasına rağmen komünizm de milliyetçilik gibi dinin formlarını sonuna kadar kullanmaya çalışır. "Milliyetçilik, komünizmde olmayan sıcak ve dindarâne bir karaktere sahip. Manevî bir niteliği var ve komünizmin aksine, şu temel dinî hakikati takdir etmektedir: İnsan yalnızca ekmekle yaşamaz. Ne ki, Marks'ın ölümünden sonra, onun sosyalist yoldaşları, giderek daha fazla millî vatanseverlik ve milliyetçilik ilkesini benimseyerek halk desteği aramaya meyletti." Eric Hobsbawm da bu durumu teyit eder. 1960’lardan sonra milliyetçiliğin yaşadığı yükselme döneminde sosyalistlerin milliyetçilik yorumları temel etkendir.

Modernleşmenin bir getirisi olan eşitlikçi ve üstünlükçü ideolojiler liberal –sol sosyalist veya milliyetçi, nasyonal sosyalist hareketler ile kendisi konumlandırdı. Eşitlikçi ideolojiler, dinlerin üstünlük iddiasını bitirmek için her şeyi rasyonalize etme yoluna gittiler. Her şey yeryüzünde yaşanıyordu ve izah edilebilir bir düzleme sahipti.

Üstünlükçü ideolojiler ise verili olarak kendilerini kategorize eden, ezeli ve ebedi düşünme biçimleri oldukları iddiasıyla ortaya çıkıyorlar. Milliyetçilik başta olmak üzere üstünlükçü ideolojiler modernleşmeyi bir ön kabul olarak görüyorlar. Zira ezeli ve ebedi oldukları iddiasına rağmen aslında oldukça nevzuhur ve köksüz bir düşünme biçimi ile karşı karşıyayız. Buradaki temel mesele ise hem eşitlikçi hem üstünlükçü ideolojiler için gayelerini nasıl gerçekleştirecekleri meselesidir. Bu nokta da kitabın "Din Duygusunun, Özellikle Komünizm ve Milliyetçiliğe Uygulanışı" başlığında inceleniyor ki çok isabetli noktalara değinildiğini vurgulamak lazım.

Modernizmin dini ise Hayes açısından milliyetçiliktir. Zira komünist, liberal vb. fark etmeksizin hepsi milliyetçilik üzerinden dindarane argümanları sık sık kullanmak durumunda kalıyor. Çünkü tarih boyunca insanın inançsız bir anına şahit olmak mümkün değildir. Bu nokta Müslümanlar açısından şu hususu ortaya çıkartıyor: Milliyetçilik meselesi bizim için itikadi, doğrudan inancımıza taalluk eden bir problemdir. En başta milliyetçilik olmak üzere modernleşmenin getirisi olan düşünme biçimlerine karşı olan duruş aslında Müslümanların dinlerini, inançlarını koruma mücadelesidir.

Kısaca değinmeye çalıştığımız iki eserin de milliyetçilik okumaları için başucu kitabı olduğuna şüphe yok. Hobswan’ın çalışmasının ekonomi ve iktisat merkezli bir milliyetçilik yaklaşımı gerçekleştirdiği için meselenin esas noktalarını bir nebze göz ardı ettiği söylenebilir. Hayes’in çalışması ise bu bağlamda hedefi tam on ikiden vurmaktadır. Literatürde onun çalışmasına yönelik yapılan temel eleştiri, “milleti hazır, 'verili ' (given) bir toplumsal kategori olarak algılaması, varlığını ve kökenlerini doğrudan sorgulamaması”2 şeklinde yapılmaktadır. Bu noktaya şerh düşmek gerekebilir ancak Hayes’in din merkezli kapsamlı çalışmasının milliyetçilik kuramları içinde müstesna bir yerde durduğunu belirtmek ve hakkını teslim etmek gerekmektedir. Meraklısı için iki kitabı da -özellikle Hayes'in çalışmasını- tavsiye ederek yazımızı sonlandıralım.


[1] Milli eğitim meselesi milliyetçilik için çok önemlidir. Hayes aktarıyor: Rousseau "Bir halkın dehasını, karakterini, beğenilerini ve âdetlerini biçimlendiren ve hararetli bir ülke aşkını ilham eden, millî kurumlardır" diyordu. Millî vatanseverliği hızlandırmanın araçları olarak, methe lâyık vatandaşların özel payelerle ödüllendirilmesini, millî adetlerin canlandırılmasını, millî oyunlar düzenlenmesini, millî tiyatro oyunlarının temsil verilmesini ve "vatanseverlik solunan" bayramlar kutlanmasını sayıyordu. Bu araçların en önemlisi ise millî okul eğitimi olacaktı: Gözlerini açan bir çocuk la patrie’yi görmeli" ve ölümüne dek başka şey görmemelidir; herkesin "ülke aşkıyla, yani hürriyet ve kanun aşkıyla" eğitilmesi gerekir.

[2] Milliyetçilik Kuramları isimli kitaptan.

Kitap Haberleri

Norman Finkelstein’ın kaleminden Gazze direnişi
Ellinci yılında Filistin Şiiri antolojisi
Ümmetin gündemine katkı: Zeydîlikten Husîliğe Yemen
Filistin için kelimelerden bir anıt: Diken ve Karanfil
Orhan Alimoğlu’nun Gazze anıları