Milliyetçiliğin inşa ettiği iftira ve kötü zan dili

ŞUAYB MEKEÇ

Ahzâb, 58

وَالَّذٖينَ يُؤْذُونَ الْمُؤْمِنٖينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ بِغَيْرِ مَا اكْتَسَبُوا فَقَدِ احْتَمَلُوا بُهْتَاناً وَاِثْماً مُبٖيناً

"Mümin erkeklere ve mümin kadınlara, yapmadıkları bir şeyden dolayı eziyet edenler, şüphesiz bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir." (Ahzâb  58)

Yeryüzünde türlü haller yaşayarak imtihan olmaktayız. Her imtihan konusu çok farklı saiklerle çevrili olarak karşımıza çıkıyor. İslam’ın temel referanslarıyla bağımızın çok zinde olması gerekiyor ki imtihan olduğumuz meselelerde doğru kararlar verelim ve doğru tavırlar geliştirelim. Adımlarımızın hak mı batıl mı olduğunu idrak edebilelim. Bunun için de Kuran’la ve Sahih Sünnetle tam bir irtibatımızın bulunması gerekiyor. Müslüman ümmet içinden feraseti kuvvetli, fıkhi açılımlarda bulunabilen birikimiyle, iman ile ameliyle, takvasıyla bizzat sahada yaşayarak, koşturarak mümin tavırlar sergileyen müminlerle içi içe kimselerle irtibatlı olmamız gerekiyor. Kendi ortamımızı en yakından en uzağa doğru bu ölçüler üzerinde bina etmemiz İslami duruş ve açılımlarımız için şarttır; imtihanımızın gereğine uygun davranmaktır. 

İçinde yaşadığımız çağ modern olarak adlandırılan cazibeli yaşam biçimlerine, donanımlı araçlara, çekici tarzlara sahip. Hülasa teorik ve pratik açılardan müktesebatı yüklü modern hayat formları son derece etkili özelliklere sahipler. Malumumuz; içinde yaşadığımız toplum devlet gücüyle üstten aşağıya reform yöntemleriyle modernleştirilmeye, laikleştirilmeye çalışıldı.  Eğitimde, bilgi görgü uygulamalarında, toplumsal ilişki ve davranışlarda, ahlak, düşünce, yaşam biçimlerinde batıcı; akılcı, bilimci yöntemlerin ve uygulamaların ışığında biçimlendirilmeye çalışıldı. Bu ortamlar ve aşamalar içinde yetişen Müslümanın kendini köklü bir sorgulama içine sokmazsa üzerindeki bu etkilerden, düşüncesini yönlendiren faktörlerden sıyrılması neredeyse imkânsızdır.

Yeryüzünde halife olarak seçilen insana hayatını inşa edeceği ilkeleri, ahlaki kuralları, ibadetlere dair esasları, dünya tasavvurunu sadece rabbimizin seçtiği İslam dininin kuralları belirleyebilir. İnsan için din tercihi böyle bir olguyu zorunlu tutar.

Yaşadığımız hayatta bazen öyle şeylerle karşılaşıyoruz ki; İslam’ın menettiği düşünce ve pratik konularında İslami çevrelerden olduğunu bildiğimiz bazı kişilerin modern cahili hayatın kültür ve düşüncesiyle hareket ettiklerine tanık olmaktayız. Aklımıza hemen şu soru geliyor: Bu davranışı veya sözü bir Müslüman nasıl söyleyebilir? Bir Müslüman bu şekilde düşünebilir mi, Allah’ın onaylamadığı bu davranışlarda bulunabilir mi? Tabi ki ‘’hayır’’.

Muhacir kardeşlerimizle ilgili son zamanlarda Müslüman çevrelerden hatta İslamcı geçmişe sahip kişilerden onları kötüleyen tıpkı bir ırkçı gibi cümleler duyabiliyoruz. Irkçı kafatasçı tam bir cahiliye prototipi haline gelmiş bir zalimden bu sözleri duymamız bizi şaşırtmaz; tam tersine mücadele azmimizi kuvvetlendirir. Ama bu sözleri Müslümanların ortamlarından, paylaşımlardan, siyasi parti çevrelerinden, yıllardır bu işlerin içinde bulunan kimselerden duymamız bizleri üzer, şaşırtır, yaralar. Bir yandan İslami etkinliklerin çoğalması, muhacirlere yardım hassasiyetinin yaygınlaşması, İslami gündem ve meseleler ile ilgili pratiklerin artması gibi güzellikler gönlümüzü ferahlatırken diğer yandan milliyetçilik, ırkçılık tezleriyle karışmış düşünceleri savunan, mümin kardeşlerini kötüleyen, onların zalimlere karşı verdikleri mücadeleyi dış oyun, fitne gibi basit itham ve iftira dolu yargılamalarla mahkûm eden sözleri işitiyor olmamız konunun çok basit olmadığını ortaya koyuyor. Elbette Allah yolunda, İslam yolunda çabalardan, mücadeleden pes etmek yok; hakkın şahitliğinden vaz geçmek yok. Ama durum tespiti yapmak da lazım zira bu çaba bizi düzeltir, toplumsal halimizi nasibince ıslah eder. Yaşananlar bir Müslüman olarak bizi sorunun temeline inmeye itmeli. Sorgulamalıyız: Niçin biz bu konuları aşamadık. Üzerimizde seküler eğitim bu kadar mı etkili oldu. Irkçı söylemler niçin bu kadar etkili? Bu insanların bu kadar yıldır içinde bulundukları İslami mücadele onların düşünceleri üzerinde hiç mi etkili olmadı. Bir yerlerde hangi hatalar yapılıyor? Sorgulamalıyız. Zulme, cehalete asabiyeye, batıcı düşünceye, narsizme, egoizme, ırkçılığa, dünyevileşmeye, nihilizme prim vermemek için, halimizi İslamlaştırmak için bunu yapmalıyız.

Allah ırkçılığı yasaklamıştır. Ayrımcılığı menetmiştir. Kimse ırk, renk, statü farklarına göre muamele edemez. Allah’ın nezdinde üstünlük sadece takva iledir. Bu tarz davranışlar; Müslümanları küçük görmek, fakirleri horlamak, köleleri ezmek her defasında soylu zengin seçkin şecereye göre hükmetmek yasaklandı. Ahlak sorunu olarak nitelendi. Başta okuduğumuz ayette rabbimiz Müslümanlara iftira atanları, onlara eziyet edenleri kınıyor. Bu davranışları menediyor.

"Mümin erkeklere ve mümin kadınlara, yapmadıkları bir şeyden dolayı eziyet edenler, şüphesiz bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir." (Ahzâb  58)

Ayette geçen ikazın tonundan şunu anlıyoruz: O günlerin Medine’sinde erkek ve kadın müminlere karşı entrikalar çevirmeyi, çirkin söylentiler yayarak onların adlarını karalamayı, gözden düşürmeyi, onlara karşı ayrımcılığı meşru göstermeyi arzu eden bu pratikleri kendine iş edinen insanlar vardı. Aslında bu tarz kötü eğilimler, ayrımcılık, kötü zan, iftira her zaman ve her zaman yaygın olabiliyor. Bu bir cahiliye hastalığıdır. Şeytani bir fitnedir. Denetlenmeye ve dikkatle takip edilmeye muhtaç bir hastalıktır. Müslümanlar bu konuda çok dikkatli olmalılar. Cahili alışkanlıklar hem günahları çoğaltıyor hem de yakın çevreye şerrini yayıyor. Fücuratı meşrulaştırıyor. Müminler içi dinamizme, yardımlaşmaya, marufun yaygınlaşmasına ve münkerin önlenmesine çok önem göstermeliler. İçinde yaşadıkları kalabalıkların zannı yerine Rahmanın buyruğuna kulak vermeliler. Rahmani ahlakı yaşatmalılar. Takva yolundan taviz vermemeliler. Mümin erkekler ve mümin kadınlar, her toplumda bulunan fitne fesad üreten kalbi hasta sapıkların, imanı zayıf ruhaniyeti bozuk şüpheci müzmin muhalif hasta kalplilerin, kıskançların, kavmiyetçilerin, ırkçıların sürekli entrikaları ile yüz yüze gelebileceklerini unutmamalılar. Allah Teâla burada müminler adına; onların itibarı ve izzeti adına iftiralara cevap veriyor; müminlerin, ümmetin düşmanlarına suçluluk ve iftiracılık damgasını vuruyor. Hiç şüphesiz en doğru söz O’nun sözüdür.

Allah Azze ve Celle iftirayı, kötü zannı, tecessüsü, fasıktan gelen haberi sorgulamadan kabul etmeyi  yasaklamıştır. O bağışlamayı, paylaşmayı, yardıma koşmayı, merhameti emretmiştir; Takvada, iyilikte hayırlarda yardımlaşmayı emretmiştir.

Sözlükte "yalan söylemek, uydurmak, asılsız isnatta bulunmak gibi" anlamlara gelen iftira, ahlâk terimi olarak bir kimseye işlemediği bir suçu isnat etmektir. Tecessüs Müslüman kardeşinin kusurlarını zaaflarını araştırmak onlar üzerine çekiştirici sözler kurgulamaktır. Kötü zan kişinin mümin kardeşi hakkında kişisel hevasından ürettiği vehimleri yaymaktır. Kardeşini yıpratmaktır. Hadislerde, iftira ve ispatlanmamış haberlere inanmak büyük günahlar arasında sayılmıştır (Buhârî, Vesâyâ, 23). Müminleri kötü huy ve davranışlardan uzak tutma gayreti içinde olan Rasulullah sav onları iftira, zan, dedikodu konusunda da uyarmış, bunların insanın ahiret hayatını iflasa götürecek haksızlıklar arasında yer aldığını belirtmiştir (Müslim, Birr, 60). İslâm'da iftira haram kılındığı gibi asılsız olması muhtemel haberler doğruymuş gibi kabul edilerek bunları araştırmadan inanmak da yasaklanmıştır:

‘’Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur’’ (İsrâ 36)

Müslüman ümmet hakkında, iman kardeşleri hakkında iftira, kötü zan, haset, kıskançlık, onları hakir görmek, kavmiyetçilikten, cahiliyeden, asabiyeden dolayı kardeşini küçümsemek, mümin kardeşinin Allah yolunda cihadını, gayretini küçümsemek duygusuna kapılanlar vaya bu çabaları dış güçlerin oyunlarına gelmek olarak etiketleyenler önce kendi imanlarına sonra yakınlarına sonra ümmete zarar veren beyhude kişilerdir. Yüce rabbimiz Nas Suresinde ‘’O sinsi vesvesecinin şerrinden, insanların göğüslerine vesveseler fısıldayan ins ve cinlerden O’na sığınırım’’ buyurmaktadır.

Müminlere iftira ve eziyet edenler

"Kim bir hata işler veya bir günah kazanır da sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, şüphesiz iftira etmiş, apaçık bir günah yüklenmiş olur." (Nisâ : 112) "Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli hallerini ve kusurlarını araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a gönülden saygı besleyip O’na karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, tevbeleri çokça kabul edendir, engin merhamet sahibidir." (Hucurat : 12)

"Zandan sakının. Çünkü zan, sözlerin en yalan olanıdır.” (Buhârî, Vasâyâ 8, Nikâh 45, Ferâiz 2, Edeb 57, 58; Müslim, Birr 28.)" Müslüman, dilinden ve elinden Müslümanların emin olduğu kişidir. (Asıl) muhâcir de Allah'ın yasakladıklarını terkedendir." (Buhârî, Îmân 4, 5, Rikak 26; Müslim, Îmân 64-65.) “Müminler ancak kardeştir” (Hucurât 10); “Sizden biriniz, kendisi için istediğini başkası için de istemedikçe iman etmiş sayılmaz (Buhârî, “Îmân”, 7; Müslim, “Îmân”, 71, 72); “Müslüman, diğer müslümanların elinden ve dilinden zarar görmediği kimsedir” (Buhârî, “Îmân”, 4, 5; Müslim, “Îmân”, 64, 65)

Milliyetçilik cahiliyedir; fesattır, kibir hastalığıdır. Bölünmüş, parçalanmış, kamplaştırılmaya çalışılan ümmet coğrafyasının daha fazla bölünüp parçalanmasına razı olmaktır. Müslüman halklar arasında inşa edilmiş duvarların daha da yükseltilmesi için uğraşmaktır. Toptan Allah’ın ipine sarılmaya çağrılan Müslümanların ulusal mitlere, figürlere bel bağlayıp kendilerinden geçmelerini açık bir cahili sapma, bir gaflet ve ilkesizlik tavrı olarak değerlendirmek zorunluluğumuz vardır. Bu zaafa ve hastalığa niçin karşı çıktığımızın, bir tezi reddederken ona hangi tezlerle karşı durduğumuzun netleştirilmesinin de çok önemli olduğunu biliyoruz. Bu yüzden temel referansımız Kuranı Mübin ve Allah Rasulü’nün (sav) örnekliğidir. Ulus devlet cahiliyesine karşı çıkarken şu kavmin ya da öbürününkine değil, ulusal temelde inşa edilmiş ya da edilmek istenen tüm oluşumları reddetmek durumundayız. Bu ilkelerin her hangi bir şekilde esnetilecek, tevil edilecek; devletin ali menfaatleri veya oyuna gelmemek adına esnetilecek bir yönü olamaz. Ümmetin etnik temelde parçalanmasına, ayrışmasına, zayıflatılmasına itiraz ederken, bu tavrı öncelikle içinde yaşadığımız ulus devlet kimliği karşısında gösterebilmeli, İslami kimliğimizi gölgeleyecek her türlü aidiyetten beri olmalıyız! 

Uzunca bir zamandır kabartılan milliyetçilik, ırkçılık dalgasına paralel olarak Arap düşmanlığına, Afgan düşmanlığına ağırlık veriliyor. Laik batıcı milliyetçi devlet paradigmasının geçmişten beri modern toplum inşası ve Müslüman ümmetçiliği terk etmek adına yaygınlaştırdığı ulusal motifler tekrar, tekrar kullanılıyor. İsrail faktörünün şerri çok fazla görülmeksizin veya bu şerrin oluşum kaynağı olarak takdim edilen geçmişte sömürgecilerin yaydığı yalanlar iftiralar ilkesizce yaygınlaştırılabiliyor. Irkçılığın tavan yaptığı bu vasatta dindar çevreler arasında hatta üniversite öğrencileri arasında yerli milli söylemler arasında "pis Araplar", "Osmanlı'yı arkadan hançerleyen Araplar" ‘’miskin Afganlılar’’, ‘’Vatanını korumayan Suriyeliler’’ propagandalarının yoğunlaştırılması dikkatlerden kaçmamalı.

“Ey Muhammed! İşte bunun için insanları tevhide davet et ve sana emredildiği gibi dosdoğru ol. Onların keyiflerine uyma ve de ki: Ben Allah’ın kitaptan indirdiğine inandım ve bana aranızda adaleti gerçekleştirmem emredildi. Allah bizimde Rabbimiz sizin de Rabbinizdir. Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız da size aittir. Sizinle bizim aramızda hiçbir tartışmaya yer yoktur. Allah hepimizi bir araya toplayacaktır. Dönüş yalnız O’nadır” (Şura, 15)

“Zulmedenlere meyletmeyin; sonra size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostunuz yoktur, yardım göremezsiniz.” (Hud, 113) Ayetteki uyarılar ne kadar dehşetli: İş sadece sessizce İslam’ı yaşamak değildir.  Toplum huzuru adına çoğunluğun içinde bulunduğu zulümata, tuğyana seyirci kalmak da değildir. ‘Ben insanlara zulmetmiyorum’ gerekçesiyle övünmek de değildir. Zulme, tuğyana güç odaklarının yaydığı yalana ümmet düşmanlığına, Müslümanlara atılan iftiraya en ufak dahi meyletmenin dahi bedelinin ateş olacağına dair ihtar ediliyoruz! Müslüman davetten uzak durmayacak. Zalimi eleştirecek. Müslümanları zulüm sitemlerine, zalimlere ve tuğyana karşı uyaracak. Bunun sonucunun cehennem ateşi olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız. Batılıların (ulus devletlerin) güvenlik gerekçeleri, soğuk/sıcak savaş gerekçeleri, batılı modern algının ürettiği sosyoloji algısı, toplum modelleri devlet argümanları biz Müslümanların gerekçeleri olamaz.  Direkt veya dolaylı, kasıtlı veya kasıtsız nice zulümlere ortak olunduğunu görmemiz için bu ayetin yeniden ve gerçek anlamda yüreklerimize, ‘ama’sız, ‘niye’siz inzal olması şarttır.

Rabbimiz bizleri zulmetmekten de zulme meyletmekten de beri kılsın. Bizleri bahanelere, seküler gerekçelere ve dünyalık ihtiraslarına imanını ahlakını takvasını değişenlerden uzak tutsun bizleri kuranla Rasulullah’ın (sav) örnekliğiyle arınanlardan eylesin.

Modern cahili kültürün, liberalist yaşamın, egoist modern insan düşüncesinin, ırkçılığın kısaca çağımızın yaygın vebası olan gaflet ve dalalet hastalıklarının yaygınlaşmasının İslam dünyasına sirayet eden büyük bir illet ve büyük bir kötülük olduğunu hiçbir zaman aklımızdan çıkartmayalım. Bu tercihlerin bulaştığı kişilerin vicdan yoksunu merhametsiz habis birer rasyonalistler haline geldiklerini unutmayalım. Bu eğilimlerinin tezahürü olan en saçma fikirler veya safsatalar dahi tartışılmaya gerek duyulmadan kabul görebiliyor.  Akıl almaz iddialar, senaryolar, komplolar, üretilmiş milliyetçi karakterli ihanet masalları bile büyük bir hüsnü kabulle karşılanabiliyor. Hasta ruhlu biri ortaya bir yalan atıyor. Çok sayıda kişi bu yalanı tekrarlıyor. Adam bir markette alışveriş yaparken karşılaştığını iddia ettiği bir durumu son derece uyduruk bir şekilde twitter hesabından paylaşıyor. Arap gençlerin bonkörce alışveriş yapıp sonra kasada gösterdikleri kendilerine Türkiye Cumhuriyeti tarafından verilen bir kart sayesinde tutarın yaklaşık çeyreğini ödediklerini söylüyor. İlginç olan bu aptalca yalan binlerce kişi tarafından beğeniliyor. Bu naçizane biricik yalanı kullanarak meşhur paha biçilmez tezini deklare eden bazı sözüm ona Müslüman bunları ağzına pelesenk edebiliyor. Haberi araştırmak yok. Genelleme zaafına dikkat çekmek yok; onu duydu ya, bir yerlerde yazılmış ya, kimin yazdığı hiç önemli değil; ‘doğrudur de gitsin’ ataleti ve gafleti işte budur. Tam bir zillet halidir bu. Kuran’da rabbimizin ayetlerle yasakladığı ve çok ağır cezaya çarptıracağını haber verdiği  iftiranın, tecesssüsün, kötü zannın ve şüpheli (fasığın getirdiği yalan) haberler ile görüş beyan etmenin bizzat kendisidir bu hal.

Yüce rabbimiz Maide Suresinde “Günah ve düşmanlık üzerinde değil, iyilik ve takva üzerinde yardımlaşın.” (Maide 2) buyuruyor. İçinde yaşadığımız toplumda dindar çevrelerden veya diğer seküler kesimlerden muhacir düşmanlığı yapanlar, zalim severlik yapanlar, zalimlerden olduğu bilinen çevrelere ve devletlere destek verenler veya sözü dolaştırıp durarak onları kollayanlar, “Muhacir-Ensar” değerlerimizi tahfif edenler ve zalimlerle kol kola girenler yaptıklarından insanlar nezdinde de ve rabbimize karşı da sorumludurlar. Zulme zalime kişisel veya genel çıkarları yüzünden sessiz kalanlar takva ve iyilikte değil fucurat ve zulümde ortaklık edenlerin kendileridir. İftira haset yalan yarışında zalimlerle saf tutanlardır. Rabbimiz ayeti celilede müminlerin kardeş olduğu kabulüyle davrananları, kalbi mazlumlar için atanları takvaya ve birr’e yönlendiriyor ve onları övüyor. Müminlere dünyalık işlerde aralarındaki ahlakı bildiriyor ve ölçü koyuyor.

Kuran’da Müslümanların görevi; müstezaf kadınları, güçsüz erkekleri ve çocukları zalimlerden korumak, bu kardeşleri için mücadele etmek (Nisa 75) değil midir? "Ahseni takvim" olan (Kalem 2) insanın şeref ve onurunu, özgürlüğünü savunma sorumluluğumuz yok mudur? Muhacirleri sürelim diyenler tuğyan içinde negatif, şerli bir tutum nasıl benimsenebilir? Müslüman günah ve düşmanlık üzere yardımlaşamaz. İyilik ve takva üzere yardımlaşanlar kardeşlerinin haklarını savunmak zorundalar. Kitabı Kerim'i merkezine alamamış ve kavramları netleşmemiş Müslümanların siyasi yorumları ise vahyin siyasetine göre şekilleneceğine, iktidarda kalma pragmatizmine ve batılı siyaset ulusçu paradigma gözetilerek yapılamaz. Ekmek, geçim derdi üzerinden Allah Teâlâ’nın ‘’er Rezzak’’ ‘’Er Rahman’ esmasını ihlale yönelmek tevhid akidesini de ihlaldir ve men edilmiştir. Kaldı ki mülteciler konusunda da asla böyle bir açlık kaosu da hiç yaşanmamıştır ve yaşanmayacaktır. Vakıa o ki; bu kardeşlerimiz en atıl en kerih işlerde çalışarak rızıklarını kazanmak için çabalamaktalar. Onların tembel iş yapmaz bir hayatları yok ki. Onları kısıtlayan baskı ve dayatmalarıyla onları sıkıştıran ırkçı müfteriler güruhunun kendileridir. Muhacir kardeşlerimize yakıştırılmaya çalışılan iftiraları kabul etmek, bu sözleri dillendirmek açık bir iftiradır. Bühtandır.  Müslümanlar ulusçu/cahilî travmaları terk etmek zorundadırlar. Bu milli yerli kavmiyetçi dindarlığı zihinlerden arındırmak için ıslah faaliyetlerimiz arınmamız ve tevhidi netliği yakalamamız açısından çok önemlidir.

Rabbimiz günahlarımızı affetsin, ayaklarımızı İslam ve iman üzerinde sabit kılsın, kalbimizde ensar-muhacir dayanışma bilincini artırsın.