Milliyetçi Virüs Feci Kuşatıyor!

Irak Kürdistanı’nda yapılan referandum sadece bölgenin ve Türkiye siyasetinin hararetini artırmakla kalmamış, adeta İslami camia içinde yer alan pek çok tanıdık ismin dahi kimyasını bozmuş gibi!

HAKSÖZ-HABER

Barzani’nin gündemleştirdiği referanduma Türkiye’de İslami camiaya hitap eden yayın organlarında verilen tepkiler resmi söylemle tam bir mutabakat arzediyor. İktidarın tepesinden sadır olan keskin ve ölçüsüz tepkilere paralel olarak İslami duyarlılığa sahip olduğu bilinen kalemler de son derece düşündürücü, üzüntü verici şeyler dillendiriyorlar.

İslam kardeşliğine Kürtlerin ihanet ettiğini söylemeye ramak kaldığını düşündürten satırlar, iyi ki, ulus devletimiz varmış noktasına varması an meselesi sayılabilecek sözler okuyabiliyoruz.

Mesela 27 Eylül tarihli Star gazetesinde Sibel Eraslan’ın “’Müslüman zihni’ Kuzey Irak bahsinde etkin mi?” başlıklı yazısında yer alan şu cümlelere bakalım:

“…Benim derdim şu; demek ki ahir ömrümüzü adadığımız İslam Kardeşliği ancak güzel bir hayal imiş. Din birliği, kan birliğiyle baş edemez imiş. Demek Resulullahın ayağının altında ezdiği kan davası meğerse bitmemiş. Demek Kuranı Kerim'deki "kardeşsiniz" ayetleri, göklerden henüz yere inmemiş... Benimkisi, aldanmış insanlara has, derin bir hüzün... Biz kardeş olmayı bilemedik…”

Tamam bu eleştiriler, hayıflanmalar Ümmetin içinde bulunduğu zaafa işaret etme anlamında haklı olabilir ama bunu dillendirmek için seçilen konjonktür acaba ne kadar haklıdır? Neden bu sözleri tüm ülkeyi kuşatan, camilere dahi giren bayraklara yönelik olarak söylemiyoruz, neden bu eleştirileri dağlara taşlara kazınan Türklük vurguları için dillendirmiyoruz? Kardeşlik ancak Kürtler de “biz de illaki cahiliye asabiyesi çukuruna gireceğiz” diye tutturunca mı yara alıyor, bozuluyor? Öncesi yok mu? 

Doğrudan iktidar sahiplerini razı etmeye yönelen kalemler bu yazının konusu değil ama İslami camiaya hitap eden kalemlerde dahi rastlanan adaletsizlik düşündürücü oluyor.

Türklük vurgusunun altı kalınca çiziliyor mesela. Savaşsa savaş türünden meydan okumalar gırla gidiyor. Bugüne dek örttük, gizledik ama artık bizim de Türklüğümüzü vurgulamamızın zamanı geldi mealinde yazılara sıklıkla rastlamak mümkün.

İsmail Kılıçarslan’ın 26 Temmuz tarihli Yeni Şafak’ta yayınlanan “Türk olduğum için özür dilemeyeceğim” başlıklı yazısı ilk cümlesinden itibaren hararet düzeyi yüksek seyreden bu tür çıkışlardan biri olarak karşımızda. Şunları söylüyor:

“Vay arkadaş. Adam ‘Kürdüm’ deyince, ‘Kürt şehri, Kürt dili, Kürt halkı’ deyince hiç sıkıntı yok. Aralarında 1.000 yıllık Türk-Türkmen şehri Kerkük’ün de bulunduğu bir bölgede ‘ben bağımsız devlet olacağım’ deyince sorun yok. ‘Uluslararası toplumun desteği ve onayı var’ deyince mis.

Ben ‘Türküm’ deyince faşist oluyorum. Ben ‘Türk şehri, Türk dili, Türk halkı’ deyince ırkçı oluyorum. Ben ‘Kerkük’ü hangi hakla ve hangi akla hizmetle yemeye çalışıyorsun?’ deyince ‘pislik’ oluyorum. ‘Mesele uluslararası anlaşmalar falansa elimizde Kerkük’le ilgili kapı gibi anlaşmalar, deve dişi gibi haklar var’ deyince savaş yanlısı oluyorum.

Dur dur. Ben Türküm deyince aynı zamanda ‘Müslümanım’ da demiş oluyorum. Aynı zamanda ‘ümmetçiyim’ de demiş oluyorum….”

Ne kadar ilginç değil mi? İnsaf sahibi bir yazarın bu ülkede Türk olduğunu söyleyemediğinden, Türklüğünü gizlemek zorunda kaldığından yakınılabilmesi ilginç değil mi? Bu ülkenin okullarında, medyasında, siyasetinde sokağında sistematik biçimde ve kesintisiz sürdürülen ırkçı-ulusçu propagandaya rağmen bu yakınma gerçekten çok şaşırtıcı!

Yeni Şafak’ta 27 Eylül tarihinde yayınlanan “Son zamanların özeti” başlıklı yazısında İbrahim Tenekeci ise daha ilginç sözler sarfediyor:

“…Son zamanların özeti: Barış diye diye bizi öldürüyorlar. Halkların kardeşliği diye diye coğrafyamızın nüfus yapısıyla oynuyorlar. Emperyalist güçleri arkalarına alan teröristler, terörle mücadele bahanesiyle Sünni Arapları ve Türkmenleri sindirdi, dağıttı. Nice beldenin bin yıllık sakinleri yerlerinden edildi.

Benzer bir siyaset topraklarımızda da uygulandı, uygulanıyor maalesef. Hep yazdık ve uyardık. Gözümüzün önünde birçok şehrimizin etnik yapısı değiştirildi. Yol yapmakla yetindik.

Beş yıldır aynı hakikati haykırıyoruz: “Türkiye kuşatılıyor.” Gücümüzün yetmediği yerler ve durumlar elbette var. Fakat devlet aklı başkadır ve nerededir?

Fırsatlar ertelenmez. Ertelerseniz ne olur? Güney sınırlarımızda işte bunun cevabını yaşıyoruz…”

Şimdi Sayın Tenekeci’ye sormak gerekmez mi, “topraklarımızda da uygulanan bir siyaset olarak şehirlerimizin etnik yapısının değiştirilmesi” ifadesiyle kast edilen nedir? Burada şikayet edilen şeyi net biçimde teşrih masasına yatırdığımızda varacağımız yerin neresi olabileceği açık değil mi? Ve hakikaten Ümmet diyen, kardeşlik diyen birisine böyle cümleler kurmak yakışıyor mu?

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!