Bireysel ve toplumsal vasıflarımızı olduğu gibi siyasal ve hukuki vasıflarımızı da nelerle ve ne türden bir kıyasa tabi tuttuğumuz meselesi sahip olduğumuz değerler dünyasını belirginleştirmesi açısından son derece belirleyicidir. Refah ve güvenlik sorunlarını aşarken gözetmek zorunda olduğu adalet ve merhamet vasıflarını külli manada beka kaygılarını giderirken de merkeze almak durumu ve iddiasında olan siyasal bir gelenek için bu kıyas türü adeta bir hayat-memat meselesidir çünkü.
Aylardan beri sürdürülen “mağduriyet edebiyatı yapanlar FETÖ’nün işbirlikçileridir” propagandasını dün Ankara Cumhuriyet Başsavcısı yaptığı açıklamayla yerle yeksan etti, Ancak bu çirkin propagandanın sahipleri yollarına aynen devam ediyorlar, hem de hiç sıkılmadan. Oysa daha ilk elde 11.480 kişinin telefonuna tuzak programlar üzerinden ve iradeleri dışında Bylock programı yüklendiği tespit edildi. Şimdi hızla tahliye yolu açılacak bu kişiler için.
Şöyle bir durup düşünelim: Bylock’tan başka hiçbir delile gerek duymadan üstelik lehteki bütün delilleri ve şahitlikleri de görmezden gelerek mağdur edilen 11.480 ailenin şunca zamandır gasp edilen hak ve özgürlükleri nasıl telafi edilecek? Zaten on binlerle hatta yüz binlerle ifade edilen “mahrem ötesi mahrem sıfatlarla mücehhez kripto FETÖ’cü faal halde” türü şayia ve vesveselerle makul bir hukuki işleyişe kavuşmak nasıl mümkün olur?
Kazanımlar İtirazları Engelleyebilir mi?
Siyasal alanda tartışmalar, kutuplaşmalar her zaman vardı ve bundan sonra da olur. Ancak tartışmalar kronik muhalif cepheyi aşıp bizzat toplumun en geniş kesimlerini de içine almaya başlamışsa her zamankinden daha sağlam bir muhasebeye ihtiyaç var demektir. Evet, 15 Temmuz tartışmasız bir biçimde zaferle taçlanmış topyekûn bir hukuk mücadelesidir. Evet, FETÖ ve PKK gibi örgütler üzerinden Türkiye’yi yönetilemez ve kaos içine sürüklenecek bir ülkeye dönüştürme tuzaklarını bozmak hiç de kolay olmadı.
Elbette Amerika ve İsrail’le paralel hareket eden Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır’ın bölgeyi daha çok sömürülebilir şekilde dizayn etmeye giriştikleri gün gibi aşikârdır. Kudüs’ün özgürlüğü ve en azından 1967 sınırlarında olsun bir Filistin devletinin tanınması yolunda Türkiye’nin İslam İşbirliği Teşkilatı ve Birleşmiş Milletler’i belirli bir rotada tutma gayretlerinin büyük kazanımlar olduğunda hiç şüphe yok. Son olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Tunus, Çad ve Sudan’ı kapsayan Afrika seyahatinde gördüğü ilgi ve yapılan anlaşmalar geleceğe yönelik umutları beslediğini rahatlıkla ifade edebiliriz.
Bütün bunlara rağmen siyasal ve toplumsal alanı tedirgin eden, rahatsızlıkları büyüten hatta tepkilere sebep olan kimi gelişmeleri yok saymak mümkün değil. Sürekli olumsuzluklara vurgu yaparak olumlu gelişmeleri tahfif ve inkâra kalkışmanın kronik bir muhalefet hastalığı olduğu malumdur. Benzer bir durum iktidar cephesinde yaşanırsa mesela toplumu tedirgin edip endişeye sevk eden gelişmeleri sürekli bir şekilde algı operasyonu olarak değerlendirirse toplumsal desteğini hızla olmasa bile zaman içinde kaybeder elbette. Bu durumun daha kötüsü yanlışlara, eksiklere, tutarsızlıklara dikkat çekip itiraz eden hemen herkesi bozguncu ve düşman kategorisine itekleyip itibarsızlaştırma görülür. Son dönemin en önemli sıkıntısı muhalif değil farklı görüşlere dahi bozguncu ve düşman muamelesi yapılmasında kendisini göstermektedir.
CHP’nin Kendini İnkârı İyidir
AK Parti’yi şu kadar senedir iktidar kılan kimi vasıf ve icraatları hatırlatmak büyük bir kötülük, bu vasıf ve icraatlarda ısrar ederek kendini ve toplumsal tabanını inkâra girişmesi ise son derece iyi bir duruş olarak tanımlanıyor şimdilerde. Son olarak yayınlanan 696 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin meydana getirdiği tartışmaları ciddi bir biçimde analiz edilmelidir.
Sorun CHP veya HDP cephesinin kronik muhalefetini aşan, daha ötesi hem esas/muhteva hem de usul/teknik yönünden onlarca kusurla malul bir düzenlemeye duyulan itirazın göstergesidir. Her şeyden önce bütün sorunlarına rağmen Meclis’in bypass edilmesini alışkanlık haline getiren, hiçbir kanuni düzenlemeyi kamuoyunun bilgi ve görüşüne açmadan, sadece yanlış anlamalara değil bizzat yanlışlara yol açan bir KHK teamülüne neden rıza gösterilsin? Kanun, ülke ve toplumun bekasını hedefliyor olsa dahi hukuk usulü ve toplumsal rızaya dayanmak, en geniş mutabakatı gözetmek durumundadır.
Tepkisellik üzerinden hukuk formu oluşturmak hiçbir ülke ve toplum için sağlıklı bir mantığa ve geleceğe işaret etmez. Lakin gelin görün ki ‘tepkisellik’ KHK’lerin adeta ruhunu oluşturuyor. Başlıkta öne çıkardığımız iki örnek üzerinde kısaca duralım. 696 sayılı KHK’de geçen “darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında …. kişilerin bu karar, görev ve fiilleri nedeniyle hukuki, idari ve cezai sorumlulukları doğmaz” ifadesine neden gerek duyulduğunu Adalet Bakanı Abdulhamit Gül şöyle izah ediyor: “Duruşmalar sırasında şehit ailelerinin, gazilerimizin yaşadıkları var. Darbeci sanıklar, onlar (şehit ailelerini ve gazileri ‘yargılanacaksınız’ şeklinde) tehdit ediliyorlar. Moralleri bozuluyor. Bu yapılan devletin şehit aileleri ve gazilerimizle empati yapmasıdır.”
En az üçer beşer kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarıyla yargılanan darbeci sanıkların tehditlerinden yola çıkarak cezai askeri cuntaya direnen halk için cezai sorumsuzluk düzenlemesine gitmek tuhaf değil mi? Bizatihi darbeye karşı direnmenin kendisi milyonlarca insan tarafından ifa edilen bir hak ve sorumlulukken hangi merci böylesi bir yargılamaya imkân bulup teşebbüs edebilir?
Tek Tip kıyafet düzenlemesi de benzer bir tepkiselliğin tuhaflığını bünyesinde taşıyor. Bir ‘hero’ tişörtü veya çok havalı addedilen kravatlı takım elbiseli darbeci sanık profiliyle olmadık sonuçlara varıldı. Hükümlüler için bile ahlaki ve hukuki yönü tartışmalı ‘tek tip tulum’ dayatmasını tutuklular için de uygulamaya sokmak adaletin tecellisine zerre miktarı olsun hizmet etmez. Ancak bu talihsiz tercihin bir dönemin siyasal iradesini zihinlere hiç de birlikte anılmak istemeyeceği kötü sıfat ve çirkin modellere kazıyacağı besbellidir.
Hükümlü ve tutuklular için ellerine ayaklarına zincir vurulmamasını neredeyse bir şükür vesilesi olarak tasvir eden yaklaşımın çok boyutlu olarak tahlil edilmesi gerekir. Üstelik tek tip kıyafet kanununun gerekçelerini Guantanamo’dan hareket ederek izaha girişmek kadar bu uygulamaya itirazları “gayrı milli muhalefet” olarak yaftalamaya yeltenmek de korkunç bir ironidir. CHP’nin kendini var eden ilke ve teamülleri inkârı bütün yönleriyle iyi ve faydalı bir süreçtir. Peki, kendini inkâr süreci olarak beliren söylem ve pratikler AK Parti’ye istikamet belirlemeye başlarsa bu ülke ve toplumu bekleyen akıbet ne olur?
Yeni Akit