Yavuz Bahadıroğlu, Yeni Akit’te “İsmet Paşa Çok Dindarmış Canım!” başlığı ile yayınlanan yazısında birileri tarafından pompalanan İsmet İnönü’nün aslında dindar biri olduğu şehir efsanesini yorumladı:
Gazi Paşa’nın “çok dindar” olduğunu, geçenlerde Koronavirüsten ölen Haydar Baş’tan öğrenmiştik. Şimdi de İsmet Paşa’nın dindarlığı konuşuluyor.
O da hafız mı imiş, geceleri kan-ter içinde kalana kadar zikreder mi imiş, her gece teheccüde kalkar mı imiş, bilmiyorum. İlgilenmiyorum da: Herkesin inancı-ibadeti kendine... Zaman zaman bu tür söylentiler çıkarılmasını hiç anlamıyorum.
Buna hiç gerek yok. Kimsenin dindarlığı/dinsizliği kimseyi ilgilendirmez. Devlet yöneticilerinin inancı/inançsızlığı da kimseyi bağlamaz. Bunlar sorun değil.
Tabii eğer devlet yöneticisi, kendi inançsızlığını devlet imkânlarını da kullanarak yönettiği millete dayatmıyorsa…
Dayattığı an sorun çıkar!
Ve bu millete 14 Mayıs 1950 yılına kadar devlet imkânları, hukuk ve ideoloji kullanılarak bu millete “dinsizlik” dayatıldı…
Bunu ben söylemiyorum, CHP’nin Edirne Mebusu Mehmed Şeref (Aykut), “Kamalizm” isimli kitabının üçüncü sayfasında söylüyor:
“Kamalizm... yalnız yaşamak dinini aşılayan ve bütün prensipleri ekonomik temeller üzerine kuran bir dindir!”
1944’de basılan bir kitap da aynı iddiada bulunacaktı:
“Kemalizm Türk’ün dinidir” (Cumhuriyet Basımevi, İstanbul).
Birinci umde CHP Tokat Milletvekili Refik Ahmet Sevengil tarafından çoktan yazılmıştı:
“Allah’ı da, Sultan’la birlikte tahtından indirdik. Bizim mabetlerimiz fabrikalardır.”
“Ezan-ı Muhammedi” yasaklanmış, “yeni din”e bir minare bir de ezan uydurulmuştu:
“Motorların şarkısı olsun yeni bestemiz,
Yeni din ezanları, minareler yerine…
Bulutlara püsküren bacalarda okunsun.” (1934-1940 arasında Atatürk’ün gazetesi Hakimiyet-i Milliye’deyazar ve çevirmen olarak çalışan Yaşar Nabi Nayır’ın aynı gazetedeki bir şiiri).
“Yeni din”in “amentü”sünü yazma görevini, ne hikmetse bir gayrimüslim yüklenmişti (Safi imzasını kullanan Moiz Kohen).
“Mustafa Kemal’e, onun cengâver ordusuna, yüce kanunlarına, mücâhid analarına ve Türkiye için âhiret günü olmadığına îman ederim. Gâzi’nin Allâh’ın en sevgili kulu olduğuna kalbimin bütün hulûsu ile şehâdet ederim”.
Tabii bir de “ilmihal” lâzımdı: İlmihalsiz din mi olur?
Onu da Fransa’dan ithal ettiler. Abdullah Cevdet, Fransız ateist yazar Jean Meslier’in eserini “Sağduyu– Tanrısızlığın İlmihali” ismiyle Türkçeye çevirdi.
Eser, tek partinin talimatıyla 1928 yılında, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları arasında “Aklı Selim” adıyla yayımlandı (Devlet Matbaası, İstanbul, eski hurufat).
Kitabın ilk baskısından birini Dr. Abdullah Cevdet, Atatürk’e, Lâtin harfleriyle imzaladı. “En büyük acizden en büyük iktidara”: Abdullah Cevdet. İmza.29 Aralık 1928 (Atatürk’ün çeşitli yerlerin altını çizerek okuduğu bu kitap, Çankaya’daki Atatürk Müze Köşkü Kütüphanesinde 146 numarayla kayıtlıdır).
CHP’nin ideologlarından Dr. Abdullah Cevdet, dinsizlik konusunda bazı Fransızlarla zaten işbirliği halinde çalışıyordu. Meselâ bir Fransız gazetecinin “İslâm Dünyası Nasıl Kurtulur?” sorusuna şu cevabı vermişti: “Kur’ân’ı kapa, kadınları aç!” (Bkz: Abdullah Cevdet, Umum Müslümanlar Kongresi, İçtihad, s:4, sayfa:287, Eylül 1907).
Kitaptaki ana başlıklardan birkaçı:
“Bir Allah’a inanmak zarurî değildir, en makulü onu düşünmemektir”.
“Din bir sahafettir (zayıflık, bozukluk).”
“Allah’ın mevcudiyeti hakkında kanaat hâsıl etmek imkânsızdır”.
“Allah’ın mevcudiyeti ispat edilmemiştir”.
“Allah’a tapmak mevhuma (vehim) tapmaktır”.
“Cihan yaratılmamıştır.”
“İnsanın mevcudiyeti Allah’ın varlığını ispat etmez”.
“Din ile hurafat (hurafeler) arasında fark yoktur”.
“Allah’ın insanı cezalandırmağa hakkı yoktur”.
“Din, ahlâk ve fazilet için lâzım değildir”.
“Sofu bir hükümdar, bir memleket için belâdır.”
“Din, ahlâkı felce uğratır”.