Millî Din Anlayışı Bağlamında “Millîlik” ve “Ümmet” Kavramı

14 Nisan Cumartesi günü Özgür-Der Ankara şubesi, araştırmacı-yazar Ramazan Yazçiçek’i ağırladı.

Programın açılış konuşmasını Numan Günay yaptı.

“Millî Din Anlayışı bağlamında “Millîlik” ve “Ümmet” Kavramları” konulu programda araştırmacı-yazar Ramazan Yazçiçek’in kaydettiği önemli noktalar şu şekilde oldu:

-İslam, bir ideali ve hedefi gerçekleştirmek ister.

-Kur’an’ı Kerim, dünyayı sadece anlamak değil “değiştirmek” ve “geliştirmek” mesuliyetini inananlarından talep eder.

-Kur’an sadece tasvir edici değil yönlendirici ve de kural koyucudur.

-İslam, ezber bozan bir mesajla vahiy temellidir.

-Bütüncül bir ‘İslam’ okumasından uzaklaşanlar, zamanla tevilde tahrife gitmişlerdir.

-“Zihniyet değiştirmek atomu parçalamaktan zordur” denilmiştir. Burada temel mesele, vahyin telkini ve İslam’ın sınırları içinde değişime hazır olmaktır. Bu değişim, modern reform karakterli değil İslamî içtihat ruhu üzere olmalıdır.

-Konunun vahyin aydınlığında bütüncül anlaşılabilmesi için ilgili kavramların semantik analiziyle birlikte, ‘Türklerin İslamlaşma serüveni’, ‘Mürcie’ ve tasavvuf anlayışıyla ilgisi yönüyle de tetkik edilmesi gerekir

-Bilinmelidir ki her kavram kendi felsefi zemininde doğar ve gelişir: Doğal olarak kavramlar kendi felsefelerinin çocuklarıdır ve başka alanlara tarafsız olarak taşınmazlar; kasıtlarını da taşırlar.

-İlgili kavramlar, ulaştıkları yerleri kendi amaçları doğrultusunda değiştirip, dönüştürmeyi hedeflerler.

  -Kavramlar asli mecralarından uzaklaştıkça tasavvurlar bozulmuştur.

  -Kavramları asli mecralarına taşınması zarureti vardır.

  -Modern anlayış seküler, laik, maddeci bakış açısı ile vahyi dışarda bırakarak bir takım yeni kavramlar üretti.

  -İslami sol, demokrat Müslüman, antikapitalist Müslüman, liberal Müslüman gibi... Hatta Kur’an İslam’ı, Sünnet İslam’ı da bu kabil yanlış kullanımlardır. Ve dahası, “tevhidi Müslüman” kullanımının dahi buna örnek verilebileceğini düşünüyorum. Tevhidi olmayan; şirki olan Müslüman da mı olunabilir? sorusu bu bağlamda sorulması gerek bir sorudur. Bu terkiplerin her ne kadar bazen masumane; özellikle ayırt edici bir hassasiyete binaen kullanılsa dahi zaman içerisinde bozulmaya ciddi katkı sağladığı kaygısı taşıyorum.

-Bugün batı zihniyetinin hedefi Müslümanlar arasında ihtilaf çıkarmak dahi değildir. Çünkü Müslümanlar aralarında zaten yeterince ihtilaf üretiyorlar! Batı zihniyeti bizatihi Allah kelamı olan Kur’an’ı ve Resulullah (s.a.v)’ın peygamberliğini/ Sünnetini hedef almıştır. Bu da daha ziyade kavramlar üzerinden tahrifatla yapılabilecek bir ifsattır. Ve öyle de yapıyorlar…

-Velhasıl, Kur’an’ın tenziline engel olamayanlar evvelemirde Kur’an’ın hayata müdahalesine engel olmaya çalışmışlardır. Bunu gerçekleştirebilmenin yolunu, Kur’an’ı batıl doğrultusunda tevile tabi tutmakta görmektedirler…

-Kur’an, bölünmüş bir bilincin tezahürü olabilece kesrete dair her tür yaklaşımı reddeder. Kur'ân’ın hedefi hayatın toplamına dairdir.

-Hâsılı “eğri ağacın doğru gölgesi olmaz.” Doğru görmek istiyorsak doğru bakmak zorundayız.

 

KUTSAL IRK-ULUS DEVLET

-Irk ayrımı bakımından en ilgi çekici din Yahudilik’tir. Yahudi teolojisi, İsrâiloğulları’nı seçilmiş ırk olarak görür. Hâkim anlayışa göre ‘Yahudilik, mühtedi kabul etmez.’ Seçilmişlik fikri, Yahudiler açısından tanrısal bir vahiydir. Bu olgu, Yahudilerin tarih çizgisiyle de paralellik arz eder. Dinde tahrifat, çoğu kez peygamberlerin şahısları ilahlaştırılırken mesajlarının dikkate alınmaması şeklinde ortaya çıkmıştır. Bu tahrifat; Mısır, İran, Bizans krallarının kendilerini, Elohim/Eloah olarak tanımlamaları sonucunu doğurmuştur.

Yunanistan, Osmanlıdan koparılarak gerçekleşen ilk ulus devlettir.  Yunanistan, yaklaşık 400 yıl Osmanlı’nın bir sancağı olmuştur. Şimdi Kutlanan 29 Ekim 1923, bayram mı yoksa yas mı? Günahı-sevabıyla Osmanlı’da on küsur kavmi 600 yıl bir arada tutan amil, ümmet olma duygusuydu. Ulus devletle kavim öncelenirken birlik/ümmet dağılmış, güç-kuvvet gitmiştir.

.

                                          ÜMEYYECİLİK-ŞU’ÛBİYYE

-Ümeyyecilik, Şu’ûbiyye ve Türk Müslümanlığı paradigmaları birer dinsel ırkçılık örnekleridir ve İslam dışı tutumlardır. Bu düşüncelerin/projelerin ikisi tarihte kalmış biri günceldir. Bu yaklaşımlar, meşruiyetlerini dinde aramışlarsa da dinî olmaktan öte siyasal talepli olup kavmîyetçidirler.

-Emevi Devleti’nin sonunu getiren ancak Abbasilere de gün yüzü göstermeyen Şu’ûbiyye hareketinin insan kaynağını Mevâlî tabakası oluşturuyordu. Kısa sürede Mevâlî sınıfı, Melâmetîlik felsefesinin çekim alanına girmişti. Bu mistik hareket, daha sonra Babailer isyanıyla Selçuklu Devletinin sonunu hazırladı. Başarısızlıkla sonuçlanan isyan bakiyesinin Anadolu’da oluşturduğu senkretik, gnostik türev, bugün Türk Müslümanlığı paradigmasının kendisine ihale edildiği Alevîlik-Bektaşilikte devam etmektedir.

-İslâm, dinde ayrılığa düşmeği kınamış, bundan açıkça sakındırmıştır. Bununla birlikte ihtilaf, sosyal ve kaçınılmaz bir olgudur. Irkçı düşüncenin temel dinamiği, kendi ırkının asil sıra dışılığı iddiası olduğunu tekrarlayacak olursak bu sapmadan uzak durmanın yolu Kur'ân’ı doğru anlamak, onun aydınlığında yeniden hayat bulmaktır. İslâm, ırk/kabile taassubu yerine ümmet bağını, asabiyet/ırk değer ölçütünün yerine de takvayı koymaktadır.

-“İmanın mutlak olarak gerektirdiği yükümlülükler zamana bağlı olarak gerektirdiği yükümlülükler gibi değildir.”

-Tevhidi bilmek iman değildir. Tevhidi kavramak, yaşam haline gelmişse eğer imandır! Evet, doğru tektir, batıl ise çeşit çeşittir.

 

MİLLÎ DİN ARAYIŞI

-Bilindiği üzere İslâm’ın temel kaynaklarında ırkçılık açık bir biçimde reddedilmiştir. Buna karşılık ırkçılığın tarih boyunca İslâmî kılıflar altında zaman zaman ortaya çıkışına da rastlanmıştır.

Burada daha vahim olan, kavmiyetçiliğin kendisini din ile temellendiriyor olmasıdır. Tarihte ‘dinsel ırkçılık’ olarak nitelenebilecek olan Ümeyyecilik ve karşıtını doğurmakta gecikmediği Şu’ûbiyye akımı, ümmete musallat olan fikrî ve amelî virüs kaynaklarıdır. Buradan hareketle, “Türk Müslümanlığı” ifadesiyle ortaya çıkan eğilimin ‘Millî Bir Din’ arayışı hedefli olduğu bilinmelidir. “Türk Müslümanlığı” kavramı, Seküler forma sahip olduğu gibi aynı zamanda hastalıklı Batınî zeminden beslenmektedir. Bu yönüyle de kavramların referansları ve üzerinde yeşerdiği evreleri bütünlüklü olarak incelenmelidir. Hülasa, insanlığın kurtuluşu için reçete olmaktan öte sorun üretmekte olan ilgili kavramlar, Kur’an ve Sünnet ekseninde kıymetlendirilmelidir.

-Tasavvuf, Türklerin İslâmlaşma sürecinde önemli bir havza görevi üstlenmiştir.

-Eleştirel yaklaşımımızın özünde, ırkçı konumlanmaların kendilerini din ile temellendirilmeleri yatmaktadır. Buna, ırkçılığın dinselleştirilmesi problemi de diyebiliriz. Nitekim olguyu, “dinsel ırkçılık” diye kavramsallaştırmamız da bundandır. ‘Türk Müslümanlığı’ incelemesinde yöntem olarak dikkatten uzak tutulması gereken husus, tanımı doğuran olgunun oluşum ve gelişim evrelerinin; onu ortaya çıkaran sosyal tabanın tarihsel gerçekliği, temasta bulunduğu kültür çevreleriyle olan ilgisidir.

-Milli din anlayışı ya da Türk Müslümanlığı, Türkleştirilmiş İslâm anlayışıdır.

Bu anlayış İslâm’ı bir dolgu malzemesi gibi görür; siyasala konu olmayan hususları da mistik menkıbeler olarak zararsız bulur.

Milli din anlayışı, Cumhuriyetin ideolojik kodlarında; kurucu seküler ilkelerinde somut olarak gözlemek mümkünse de serüvenin, Osmanlı’nın son dönemlerinde İslâm’dan uzaklaşma macerasında ayak izlerini görmekteyiz.

-Milliyetçiliği, antiemperyalist, küreselleşmeye karşı görmek körlüktür.

-Emperyalizmi var eden siyasal kültür milliyetçiliği de doğurmuştur.

-Kurucu aklı aynı olan iki ayrı yönelimdirler.

 

ULUSÇU DİN’İN RÜKNÜ: MİLLÎ KIBLE SAKARYA, MİLLÎ KÂBE ÇANKAYA’DIR

-Türk Müslümanlığını ve Türkçe ibadeti gündeme getiren Cemal Kutay, sohbetlerinde Mustafa Kemal’i Türklerin peygamberi olarak göstermeye çalışmıştır. Kutay, sansasyonel kitabı “Atatürk’ün beraberinde götürdüğü hasret Türkçe ibadet anadilince kulluk hakkı” kitabında, eserin başlığından da anlaşıldığı gibi “Türkçe ibadeti” savunmakta ve vaktiyle bu söylem, arkasına farklı militarist güçleri de alarak adeta kışkırtan bir eda ile dayatılmaktaydı.

-Türkçülüğün esaslarını Türk olmayanların belirlediği gibi ibadet dilini de ibadet etmeyenlerin belirlemeye kalkışması bildik ucubeliklerdendir.

“Millî Kıblemiz Sakarya!”, terennümlerine, “Kâbe Arabın olsun, bize Çankaya yeter!” militarist nutukları eklenince, Türk Müslümanlığı talebinin İslâm’la ilgi düzeyi daha bir açık görülmektedir.

Kürt biri (Ziya Gökalp) Türkçülüğün esaslarını yazıyor/Türk biri (Kevakibi) Arapçılık yapıyor/ Ermeni biri (Manuel Hasretyan) ise Kürtçülük yapıyor! Yine aslı Kürt olan Cemal Kutay, Türkçe ibadeti Atatürkçülük âşıklığıyla dayatıyor!

-Türk Müslümanlığı nedir? Fethullah Gülen, ‘Türk Müslümanlığı’ anlayışının; ilgili ifadenin ilk sahibi kendisinin olduğunu Aksiyon dergisine verdiği bir röportajında söylüyordu.

Türk Müslümanlığı, popüler bir nitelik taşıyan; forma düşkün olmayan, esnek, dolayısıyla hayatı fazla germeyen halk dindarlığını besleyen estetize bir Millîyetçiliktir. Ve yine bu söylem, modern ve ulus devletin teminatı için siyasal İslâm’a karşı bir dalga kıran vazifesini deruhte etmeye yönelik kurgulanmaktadır. Nitekim Türk halkının doğasına uygun bir dindarlık tespitinde de hep siyasal sistemin iradesi ön planda tutulmuştur. Cumhuriyet ideolojisinin tesisinde ‘Türke özgü bir din’ arayışı, Türk ulus kimliğinin yeniden oluşturulması kaygıları, dil ve alfabe devrimlerinde hep ön planda olmuştur.

-Türk Müslümanlığı paradigması, ulusçu bir karaktere sahip ve siyasal İslâm’a yönelik tedbir/tepki amaçlı bir ideoloji olup kültürel formu Kur’anî ilkelere tercih özelliği taşır; Kitabi olmaktan ziyade folkloriktir.

 

MİLLÎ/MİLLET

Türkçede kavim, kabile veya belli bir topluluk anlamında kullanılan ‘millet’ kavramı, İslâm kültüründe daha farklı manalara gelmektedir. ‘Millet’ sözlükte, tutulan ve gidilen yol demektir. Bu yol eğri de olabilir doğru da. Bu anlamdan hareketle ‘millet’ kelimesi ‘din ve şeriat’ yerine kullanılmaktadır. Çoğulu ‘milel’dir. Millet, ‘söyleyip yazdırmak’ veya ‘ezbere yazmak’ anlamına gelen ‘imlal’ mastarıyla ilgili bir kelimedir. Ayrıca, ‘kavram, kelime’ anlamına gelen ‘milla, mille’ kelimesiyle ilgili olduğu da söylenmiştir.

Millî, milleti ilgilendiren, milletle ilgili olan demektir. Hatalı kullanım ise, ulusal demektir. Keza ulusal kavmi, millî olan ise dinidir. Ulusal arızi millî ise aslidir. O halde kavram kendi mecrasında ve kendi amaç ve hedefi zemininde kullanılmalıdır! İki yanlıştan bir doğru çıkmaz. Kendine rağmen kullanım, isteyenin istediği gibi mana vermesine sebep olur. İfsatta burada başlar.

 

ÜMMET

-Kur’ân-ı Kerim’de ‘ümmet’ kavramı farklı toplulukları da tanımlar. Söz gelimi, “Yerde debelenen hiçbir canlı ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi ümmetler olmasın…” ayetinde belirtildiği üzere hayvanlar ve kuşlar da birer ümmettir. Ve hatta Peygamberimiz(sav) bir hadisinde, köpeğin ve karıncanın da bir ümmet(topluluk) olduğunu belirtir.

-Hadis-i Şeriflerde de Ümmet kavramı sıkça geçer.

  “Bu ümmet(Muhammed ümmeti), diğer ümmetlere karşı üstün kılındı.”

  “…Siz sonuncu ümmetsiniz. Siz ümmetlerin en hayırlısı ve Allah yanında en değerli olanısınız.”

  “Ümmetimden bir grup, hak için muzaffer şekilde mücadeleye kıyamet gününe kadar devam edecektir.”

Daha farklı hadislerde de Ümmet’e dair mesajlar verilmektedir.

-“İslâm beldelerinde sınır olmaz” diyen Said Halim Paşa da, vatan tanımlaması yaparken yine ümmeti nazara vermektedir. “Müslümanın vatanı Allah’ın hükümlerinin uygulandığı yerdir” sözü ile üzerinde yaşanılan maddi vatan gibi evrensel manevi vatanın da bugün Batı kültürünün istilası altında olduğuna dikkatimizi çeker ve ikame edilmesi gereken inanç odaklı bir vahdeti salık verir.

-Siyasî ihtilaflar fıkhi farklılıkları tetiklemiş; fıkhî farklılıklar, kelamî ihtilaflara dönüşmüş; kelamî ihtilaflar ise akideye taşınmakta gecikmemiştir. Bu gerçek, çözümün imkânını da bize işaret ediyor aslında. Vahdet!

-İnançta tevhid, ümmette vahdet esastır.

-Ümmet, derdi vahdet olanların zikridir.

“Vahdet”, “tevhid” kelimesi ile aynı köktendir ve ikisi arasında kopmaz bir bağ vardır. Tevhid, birlemek; vahdet de birleşmek demektir. Vahdet zaruridir. Çünkü Kur’ân vahdeti emretmektedir. Sünnet vahdeti emretmektedir, akıl-ı selim ve de yaşanılan tecrübeler vahdeti emretmektedir!

-Filistinli küçük kızın olanca çığlığıyla, Arun Aleyküm (Allah’tan korkun/utanın) diye haykırışı Gazze’den, Irak’tan, Suriye’den, Doğu Guta’dan, Arakan’dan, Halepçe’den, Srebrenitsa’dan, Çeçenya’dan, Doğu Türkistan’dan gelen, Arun Aleyküm çığlıklarının muhatabını ötelerde aramadığımız, “bana, bize sesleniliyor” dediğimiz an, çözüm yakın olup vicdanımız hala diriliğini muhafaza ediyor demektir.

Unutulmamalıdır! Dinde fıkıh ahkâmda fıkıhtan öncelik arz eder.

    Aliya’nın ifadesini burada bir daha paylaşmak istiyorum:

         “Savaş ölünce değil, düşmana benzeyince kaybedilir.”

-Ümmet sürekliliği, milliyetçilikse kopuşu temsil etmektedir.

  -Bugün modern musibetle yaşanan büyük kopuşta, “Ben kimim? Sorusunda “kul” olmanın yerine “insanı” cevap olarak koyarken; Biz kimiz? Sorusunda “ümmet” yerine “ulusu” koymuş; “Mümin”i de “vatandaş” kılmaya çalışmıştır.

 -Şayet siz kavramlarınızı Kur’an’dan almaz ve hele Kur’an’a rağmen oluşturulan kavramlarınızı İslâm’a uygunlaştırmaya çalışırsanız varacağınız yer en iyimser olarak tahrif; ortaya çıkan şekli de Deizm’dir. Nihilist yok oluş, Deist durak, ateist son kaçınılmazdır gelecek kuşaklar için!

-Müslümanların “Din sorunu yoktur “Dinî” sorunları vardır. Bu, “Dini ihyâ” etmeğe kalkışmakla, “dinde ihyâ olmak” arasındaki temel farktır.

-Kavramların İslâmî bir bakışla yeniden inşası ve ihyası gereklidir.

-Kavram ve düşüncenin Allah ile kurulan ilişki yönüyle değerlendirilmesi gerekir…

Etkinlik-Eylem Haberleri

Bursa’da Suriye devrimi ve Gazze konuşuldu
"Sürünün İçinde Dijital Dünyaya Bakışlar"
Başakşehir’den Gazze direnişine bin selam!
Adana Özgür-Der’de “Emperyalizm ve Siyonizm İlişkisi” konferansı düzenlendi
Özgür-Der Gençliği “İslami Perspektiften Psikoloji” kitabını değerlendirdi