CHP'nin devletle, halkla ve diğer siyasi partilerle ilişkilerini anlayabilmek için biraz gerilere gitmek ve tek parti yönetimi altında kurulan 'şey'in ne olduğuna bakmak gerekiyor.
Kurulan 'şey' bir devletti. Ama bu devletin 'egemen'i halk değil bir 'zümre', zümrenin örgütsel yapısı da CHP idi. Dolayısıyla bu devlet bir 'milli devlet' olarak doğmadı; baştan beri bir zümre ve parti devletiydi.
Bu yüzden devletin adı 'rejim'dir onlar için; 'rejim' elden gider, 'rejim' tehlikededir, 'rejim'i korumak ve kollamak diye bir vazife vardır. Bazen de devletin adı 'cumhuriyet' olur; 'cumhuriyet' hiç bu kadar tehlikede olmamıştır, 'cumhuriyet düşmanları' vardır, vs.
Devlet ile 'rejim'in özdeştirilmesi son derece anlamlıdır. Çünkü kurulan devlet/rejim, aslında bir 'iktidar düzeneği'dir. Böyle bir sistematik içinde oluşturulan iktidar düzeneğine itiraz eden veya buna dahil olmak isteyenleri 'devlet/rejim düşmanı' ilan etmek pek tabiidir.
Bu 'iktidar düzeneği' Milli Mücadele sırasında ve sonrasında tek adam ve tek parti diktatoryasına karşı çıkanların tasfiyesiyle kurulmuştur. Aslında 'milli egemenlik' fikrine dayanan Milli Mücadele'nin zaferine tek parti anlayışı 'el koymuştur'. Sonra da sahte bir 'milli egemenlik' fikriyle, egemenliğin millete koklatılmadığı, bırakın halk egemenliğini, halkın Kızılay'a sokulmadığı bir 'rejim', tek parti rejimi kurulmuştur.
Akıl almaz tarih ve dil teorilerinin 'milli dogma' olarak benimsendiği, üniversitenin bir gecede yerle bir edildiği bir dönemin adıdır tek parti yönetimi. 1925'ten 1945'e hüküm süren bu rejim toplumu da siyaseti de dondurmuştur.
Neredeyse bütün devlet memurlarının CHP üyesi olduğu, CHP'nin parti ilkeleri olan 'altıok'un anayasa maddesi olarak devleti bağladığı, CHP genel başkanının cumhurbaşkanı, genel sekreterinin içişleri bakanı, il başkanlarının vali olduğu tek partili modelde 'devlet CHP'dir.
1945'te 'demokrasilerin zaferi'nin ardından ve Sovyetler'in baskı ve talepleri karşısında demokratik Batı'dan destek bulmak umuduyla çok partili yaşama geçince 'devlet ve CHP bütünleşmesi' her ikisi için de sorun oldu. Ne devlet CHP dışında bir siyasi partiyi bünyesine kabul edebildi, ne CHP devleti başka bir partiye 'yâr' etti. 'CHP devleti'nin bünyesine demokrasi uymuyordu, çünkü demokrasi halkı iktidara ortak ediyordu. Sonuçta devletle CHP'yi ayıran, ayrı düşüren 'demokrasi' ikisinin de hoşuna gitmedi. O yüzden demokrasiyi askıya alan her darbe girişimi CHP'yi mutlu etti ve o yüzden demokrasiyi zorunlu kılan küresel gelişmelere ve demokrasi taleplerini dillendiren küresel aktörlere hiç sıcak bakmadı ikisi de.
Kısaca, 'CHP devleti' demokratik dönüşümü kilitledi ve kilitlemeye devam ediyor. Neredeyse genel kanı: CHP'siz anayasa değiştirilemez, başörtüsü yasağı kaldırılamaz, Kürt sorunu çözülemez. Bütün temel sorunların çözüm biçimi üzerinde adeta bir CHP 'vetosu' var. Neden peki? Çünkü devletin sahibi CHP. 'Devlet biziz' derken haklıydılar. Devleti, bir zümre partisi olan CHP ele geçirmiş ve kendine göre formatlamıştı 1925 sonrası.
Bu devleti 'milletin devleti' yapmanın yolu elbette demokrasiden geçiyor, egemenliği CHP zümre ve sınıfından halka aktarmanın yolu demokrasi. Bunu halk da anladı, 'CHP devleti' de. Halk, ilk serbest seçimden itibaren hep demokrasiye daha yatkın gördüğü siyasi partilere oy verdi. 'Devletin sahipleri' de boş durmadılar; demokrasi devleti ellerinden çekip aldıkça darbe yaptılar. Ama darbelerin üzerine de oturamadılar! Demokrasi yoluyla halk devlete iyice el koymaya başlayınca, onlar da kendi devletlerini kurdular; 'derin devlet'i.
ZAMAN