MHP’nin 1 Kasım Korkusu

Bahçeli sadece MHP’nin 7 Haziran’daki performansının altında kalma ihtimalinin yüksekliğinden değil, aynı zamanda mevcut vasatın yeniden tek başına bir AK Parti iktidarını doğurabileceğinden de endişe ediyor.

Dr. Mustafa Altunoğlu / Anadolu Üniversitesi Öğretim Üyesi / Star

Haziran’da yapılan milletvekili seçimi hiçbir partiye tek başına hükümet kurma imkânı tanımadı. Partileri birbirleri ile işbirliğine memur kıldı. Bu sebeple seçim akşamından başlayarak ülkece farklı koalisyon senaryolarını esas alan tartışmalara şahit olduk. Bütün siyasi partiler, sivil toplum örgütlerinin temsilcileri, aydınlar ve kanaat önderleri eteklerindeki taşları döktüler. En uygun koalisyon seçeneğini belirlemeye ve hayata geçirmeye çalıştılar.

Hatırlayalım. Tartışmaya ilk katılanlardan biri MHP liderli Devlet Bahçeli’ydi. Seçim akşamı yaptığı değerlendirmede partisinin koalisyon seçenekleri ile ilgili genel eğilimini açıkça beyan etmişti. Ona göre seçmen MHP’ye ana muhalefet partisi görevi vermişti. Bu sebeple parlamentoda temsil hakkı kazanan MHP dışındaki diğer partiler aralarında anlaşarak bir koalisyon ortaklığı tesis etmeliydiler. Örneğin AK Parti ile HDP ya da HDP’yi de yanlarına alarak AK Parti ve CHP’nin bir araya gelmesi en uygun çözümdü. Ayrıca, söz konusu partiler arasında bir uzlaşma sağlanamaz ise, seçimleri yenilemekten çekinmemek gerekirdi.

Bahçeli, bir koalisyon hükümetine katılmama hususundaki kararlığını, 7 Haziran akşamından başlayarak bütün seçeneklerin tükendiği güne kadar sürdürdü. Yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığım ilk değerlendirmelerindeki pozisyonunda ısrar ederek kendisine yapılan bütün teklifleri reddetti. HDP ile adının bir biçimde yan yana yazılmasına sebep olabilecek her türlü seçeneği sert ve kesin bir dille öteledi. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun AK Parti iktidarına son vermek üzere işler kılmaya çalıştığı bloğa katılma teklifini, içinde HDP de yer alacağı için, elinin tersi ile itti. AK Parti ve MHP arasında gerçekleşmesi muhtemel bir koalisyon ortaklığını öne sürdüğü şartlar ile ihtimal dâhilinde olmaktan çıkardı. Dahası ne kurulacak bir azınlık hükümetini dışarıdan desteklemeyi ne de seçim hükümetine üye vermeyi kabul etti. Özetle, 7 Haziran sonrası yaşanan siyasî belirsizliği gidermeye yönelik her türlü seçeneğin boşa çıkmasına önemli oranda katkı sağladı.

Bahçeli’nin partisini koalisyon seçeneklerinin dışında tutmayı başarmasını tutarlı yahut ilkeli bir tavrın ürünü olarak görebiliriz. Lakin aynı şeyi yeniden seçime gitmek hususundaki görüşleri hakkında söyleyemeyiz. Zira, 7 Haziran akşamı bütün koalisyon ihtimallerinin boşa çıkması halinde yeni bir seçime gitmekten kaçınılmaması gerektiğini vurgulayan Bahçeli bir süredir bu kanaatte değil. Öyle ki, terör hadiselerinin arttığı bir vasatta seçimlerin yenilenmesinin faydadan çok zarar getireceğini iddia ederek seçim kararı alınmasını engellemek istedi. Ülke, kaçınılmaz bir biçimde seçime giderken, bir kez daha ‘hayır olamaz’ dedi.

7 Haziran’dan bugüne, Bahçeli, hep reaksiyoner bir hatta yer aldı. Kurucu ve uzlaşmaya dayalı bir siyasetten uzak durdu. Hep reddetti. İstemem, asla olmaz dedi. Olurunu göstermedi. Gösterdiğinde ise sorumluluk üstlenmedi. Bunun yerine, kendi tabiri ile söyleyelim, yörük sırtından kurban kesmeye çalıştı. Yahut siyaset karşıtı bir vaat ile karşımıza çıktı. Dahası konumlanma biçimine yönelik parti içinden ya da dışından gelen her türlü eleştiriyi, ‘ağzından bal damlayarak’ (!) ihanet içinde olmakla özdeşleştirerek karşıladı. Peki sebep?

Bahçeli’yi anlama kılavuzu

Hiçbirimiz Bahçeli’nin bütün teklifleri reddedişinin ardındaki sebepleri tam olarak bilmiyoruz. Parti tabanında koalisyon hükümeti kurmak üzere rakipleri ile uzlaşmasına şiddetle karşı çıkıldığına dair bir veri elimizde yok. Olsa tabanın sesine kulak verdi derdik. Aynı şekilde, partinin önde gelenlerinin ve yeni seçilen milletvekillerinin her türlü koalisyon seçeneğine şiddetle karşı çıktıklarına dair bir bilgi kamuoyuna yansımış değil. Yansımış olsa, Bahçeli parti içi dengeleri gözetti derdik.

Bahçeli’nin bütün bileşenleri ile partisine kulak verdiğini söyleyemiyorsak sebepler dairesinde başka bir açıklamaya ihtiyacımız var demektir. Bir siyasi parti olarak MHP’nin benimsediği tarihî misyon ve hedefleri anımsamak, bu ihtiyaca en azından başlangıç düzeyinde kolaylıkla cevap verecektir.

MHP’nin öncelikli misyonu devletin ve milletin bekasını temindir. Devletin ve milletin bekasına kasteden dâhili ve hârici düşmanlara karşı mücadele etmektir. Aslında şöyle de söylenebilir: MHP’nin varlığını daim kılabilmesi, gerçek ya da hayali bir düşman üretebilme kapasitesi ile doğrudan ilişkilidir.

Komünizm, MHP’nin kurulma evresinden başlayarak Soğuk Savaş’ın bitimine kadar devam eden uzun yıllar boyunca esas düşmandır. Soğuk Savaş sonrasında ise düşman değişen koşullara göre bazen Kürt hareketidir, bazen siyasal İslam’dır. AB’dir. ABD’dir. Ermenilerdir. Kâh tek başlarına kâh işbirliği yaparak bu aktörler, Türk’ün ebedi varlığını sonlandırmak ya da devletinin ve milletinin bütünlüğüne halel getirmek üzere iş başındadırlar.

Merak edenler, Bahçeli’nin herhangi bir basın bildirisine ya da TBMM’de yaptığı grup konuşmasına bakabilirler. Söz konusu mecralardaki okuma eylemleri sırasında, daha ilk anda her an batmaya hazır bir gemide seyahat etmekte olduğumuz hissi içinizi kaplar. Buram buram bir kötümserlik ile karşılaşırsınız. Neyse ki, MHP ve Bahçeli vardır. Bütün kötülüklere engel olmak üzere adamışlardır kendilerini. Fedakârlıkları ile size sığınılacak bir son liman, kale sunarlar. Uzatmayalım. MHP’nin bu geleneksel misyonu, 7 Haziran sonrasında yaşadığımız deneyimi anlamak için son derece ufuk açıcı bir çerçeve sunuyor bize. Şöyle de söylenebilir, Bahçeli’nin uzlaşmazlığının altında düşman bellediklerine karşı tepki verme güdüsü yer almaktadır.

Uzun zamandır Bahçeli’nin hedefine Recep Tayyip Erdoğan’ı ve HDP’yi yerleştirdiği gerçeğinden hareket edersek, her teklifi reddetmesine dair mâkul bir açıklama yapma şansına erişmiş oluruz. Çözüm Süreci’nin ana aktörleri olarak Erdoğan ve HDP, Bahçeli’ye göre bir büyük ihanetin içindedirler. Devletin ve milletin bütünlüğüne kastetmektedirler. Bu sebeple, ne AK Parti ile ne de HDP ile MHP’nin aynı kare içinde yer almasını ummak pek de gerçekçi değildir.

‘Alayına hayır’ın bedeli

Bahçeli’nin 7 Haziran sonrasında kurucu ve uzlaşmaya dayalı bir siyasetten ısrarla uzak durmasını, seçimlerde MHP’nin elde ettiği görece başarılı performansla da ilişkilendirebiliriz. Şöyle ki, seçimin ertesinde Bahçeli, seçim sonuçları ile birlikte milletin Türkiye’nin AKP’den ibaret olmadığının farkına vardığını, siyasetteki alternatifsizliğin rafa kaldırıldığını, MHP’nin de artık tek başına iktidara gelebileceğine dair ümitlerin arttığını vurgulamıştı. Tam da bu sebeple, ona göre, eğer mevcut koalisyon ihtimallerinden hiç biri gerçeklik kazanmaz ise seçime gitmekten kaçınılmamalıydı. Aslında, o, seçim sonuçlarının ortaya çıkardığı tablo netleşince, yatırımını bir sonraki seçime yapmayı tercih edeceğinin işaretlerini vermişti. Dolayısıyla MHP’nin bir koalisyon hükümeti içinde yer alarak kredisini tüketme ihtimaline karşılık, ana muhalefet görevi üstlenmesinin daha doğru olduğu varsayımından hareket etmekteydi. Bahçeli’nin bu tutumunda, 1999-2002 arasında yaşanan koalisyon deneyiminin kötü hatıralarının belirleyici olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Hepimiz biliyoruz ki, Bahçeli seçimlerin yenilenmesi ile ilgili kanaatinden bir süre sonra vazgeçti. Şimdilerde şiddetle yeni bir seçimin yapılmasına itiraz etmekle meşgul. İtirazlarını daha çok artan terör hadiselerinde temellendiriyor. Ona göre, artan terör hadiseleri ile birlikte erken seçimden fayda ummak artık mümkün değildir. Silahların gölgesinde seçim tekrar etmek, her şeyden önce, demokrasiye ihanettir. Çünkü seçim güvenliğini tam ve etkin bir biçimde sağlamak kolay olmayacaktır. Bahçeli’nin sunduğu bu gerekçeler yeni bir seçim yapılmasına itiraz etmek için yeterince ikna edici midir? Emin değilim. Çünkü 7 Haziran’dan beri sürdürdüğü reaksiyoner, negatif siyasî tavrın yol açtığı itibar kaybının nelere mâl olabileceğinin çok iyi farkında. Sadece MHP’nin 7 Haziran’daki performansının altında kalma ihtimalinin yüksekliğinden değil, aynı zamanda mevcut vasatın yeniden tek başına bir AK Parti iktidarını doğurabileceğinden de endişe ediyor. CHP ve HDP’nin birkaç ay içinde tekrar seçim yapılma eşiğine gelinmesine yönelik tepkilerine bakılırsa, MHP endişelenmekte haksız değil.

Türkeş’in itirazı

Buraya kadar Bahçeli’nin 7 Haziran sonrasında uzlaşmaz bir siyasi figür olarak öne çıkmasını iki temel sebebe dayalı olarak açıklamaya çalıştım. Bunlardan ilki MHP’nin geleneksel misyonu ile ilişkiliydi. Bahçeli’nin devlete ve millete zeval getireceğini vehmettiği her türlü düşüncenin ve aktörün karşısına dikilmeyi benimseyişinin uzlaşmazlığının ardındaki asli sebeplerden biri olduğunu öne sürdüm. İkinci olarak, 7 Haziran seçimlerinde elde edilen sonuca duyduğu güvenin Bahçeli’yi uzlaşmaz bir hatta yerleştirdiğini iddia ettim. Şüphesiz, burada altını çizdiklerim dışında daha pek çok sebep Bahçeli’nin uzlaşmaz tutumuna yön vermiş olabilir. Ancak bütün sebepleri burada ele alma şansımız yok.

Bitirirken son olarak şunu söylemek isterim, Bahçeli, belki devletin ve milletin âli menfaatlerini esas alarak siyaset yapmaktadır. Belki, partisinin tabanını şiddetten uzak tutmakla bir kardeş kavgasına mâni olmayı başarmıştır. MHP’yi marjinal bir parti olmaktan kurtarmış ve siyasi merkezin mütemmim cüzlerinden biri haline getirmiştir. Diyelim ki, daha başka bir sürü pozitif sıfat daha yazdık Bahçeli’nin hanesine. Bunu yapabiliriz. Ama 7 Haziran’dan beri ortaya koyduğu performansının, ne partisinin tabanından ne de geniş toplumsal kesimlerden büyük oranda kabul gördüğünü, göreceğini herhalde söyleyemeyiz. Bu bakımdan, seçim hükümeti içinde yer alma teklifini kabul eden Tuğrul Türkeş’in şahsında temsil imkânı bulan somut itirazı önemle bir kenara not etmek gerekir. Özcesi, mevcut koşullarda radikal bir dönüşüm yaşanmadığı sürece Bahçeli’nin muradına ermesi hiç de kolay olmayacaktır.

Yorum Analiz Haberleri

Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Dünyevileşme ve yalnızlık
Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın
Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?
Kemalizm’e has bu Laiklik Fransa’da bile yok!