MHP çizgisini ne yapmalı?

Ahmet Taşgetiren
Devlet Bahçeli'nin o munis dünyasından o müthiş öfkenin nasıl çıktığına her zaman hayret etmişimdir.
"Demokratik açılım" diye yola çıkılıp kısa süre içinde "Kürt açılımı" haline gelen malum hadisedeki öfke boyutu da hoş değil.

Kaldı ki Bahçeli'nin sergilediği tavrın bir başka riskli yanı, bundan böyle açılıma yönelik tüm eleştirilerin MHP söyleminin gölgesinde kalma, onunla paralel görünme ihtimali ve bu yüzden kaçınılmaz eleştirilerin bile ortaya konmama durumu.

Bunu MHP önemser mi bilinmez ama Kürt meselesinde MHP ile paralel düşme halinin, pek çok insan için, en azından sorunun çözümüne katkıyı engelleyeceği kaygısıyla, caydırıcı nitelik taşıdığını ifade etmeliyim.

Bununla birlikte, MHP'nin itirazı önemsiz midir, ihmal edilebilir bir siyasi çıkış mıdır diye sorulduğunda buna cevabın da 'hayır' olması gerektiğini düşünürüm.

Aynı şey, CHP'nin geliştireceği itiraz için söz konusudur.

Her iki partinin, genelde bugüne kadar Ankara'da şekillenen politikalara sahiplendikleri biliniyor. Bunun yine genelde "ulusalcı" bir çizgi olduğu da söylenebilir.

Bu iki siyasi çizginin, Türkiye'de bir toplumsal karşılığının bulunduğu da bir vakıadır.

Bunun tersinden ifadesi, bütünüyle olmasa da DTP'nin siyasi çizgisiyle somutlaşır.

Herkes, hükümetin Kürt sorununa çözüm ararken DTP ile görüşmesine özel önem vermiştir. Bu yüzden: Başbakan'ın DTP'lilerle görüşmesi-görüşmemesi, önemli bir siyasi hadise haline gelmiştir.

DTP'nin bütünüyle karşı çıktığı bir çözüm paketinin, Kürt seçmen nezdinde yeterince içselleştirilemeyeceği de genel kabul halindedir.

Peki, MHP ve CHP'nin bütünüyle karşı çıktığı bir çözüm paketi, toplumun bir başka kesiminde tepki oluşturmaz mı?

Yoksa bu tepkiyi önemsemek gerekmiyor mu?

Başbakan Erdoğan'ın, DTP ile görüşmeme kararından vazgeçip, şimdi de "İhanetle suçlandığı gerekçesiyle" MHP ile görüşmeme eğiliminde olduğuna dair iddialar var.

Bazen medyadaki yaygın yargılayıp biçmeler, siyasi yapılanmaların kolay ıskalanmasına sebep olabiliyor. MHP de zaman zaman böyle kolay harcanan partilerdendir. Bahçeli, "Gerekirse dağa çıkar, 25 yıl dolaşırız" gibi son derece yüksek perdeden bir savaş söylemine giderken, herhalde hesapsız bir atışta bulunma psikolojisinde değildir. Bu söylemiyle Bahçeli'nin hem bir toplum kesimindeki öfkeyi yansıttığını hem de böyle bir öfkeyi oluşturmak istediğini düşünmek lazım.

Onun için Bahçeli'yi yabana atmak, çözüm arayışında çok sağlıklı bir yaklaşım değildir.

Bahçeli, "12 kötü adam" söylemiyle, bir noktada hükümeti, görüşlerine başvurduğu gazetecilerle bütünleştirmiş olmaktadır.

Doğrusu bundan böyle, söz konusu gazeteci-yazarların soruna ilişkin değerlendirmeleri, teklifleri vs. sık sık "hükümetin kılavuzları" sadedinde gündeme gelip tartışılacaktır.

Çünkü kamuoyu, gazeteci-yazar seçiminde, 2005 yılında olduğu gibi nasıl bir kriterin uygulandığını bilmiyor.

Türkiye'de "Kürt sorunu" çeşit çeşittir, soruna ilişkin görüşler çeşit çeşittir ve çözüm sadedinde de gazeteci, yazar, bilim adamı niteliğinde sayısız isim vardır.

Bu durumda, görüşülenler:

-Görüşleri paylaşılanlar mıdır?

-Paylaşılan görüşlerini belirtmeleri için mi çağırılmışlardır?

-Onların bundan böyle medyaya yansıttığı görüşlerini hükümetin görüşleri olarak mı kabul etmek gerekecektir?

Çağırılmayanlar:

-Görüşlerine değer verilmediği için mi çağırılmamışlardır?

-Görüşleri benimsenmediği için mi çağrılmamışlardır?

Bu sorular, hükümetin bir görüşü, bir eğilimi, bir çözüm paketi bulunduğunu, dolayısıyla buna kamuoyu desteği sağlamaya çalıştığını, söz konusu gazeteci-yazarları da kendisine yakın bulduğu için görüştüğü kanaatinden kaynaklanır.

Acaba öyle midir?

Yoksa hükümetin sorunun çözümüne ilişkin herhangi bir projesi hiç mi mevcut değildir?

Ben, hep, AK Parti'nin sorunu "etnik zemin" ötesinde çözebilecek bir planı olmasını bekledim. Hep "Siz siz olun yeter" dedim.

Ama konu hep etnik alana doğru savruluyor ve istişare zeminleri de böyle oluşturuluyor. Demek bir "AK Parti görüşü mevcut değilmiş" diye mi düşünmeliyiz?

"Taş atan çocuklar sorunu"nu çözmek için etnik yaklaşım mı gerekiyordu, yoksa azıcık basiret ve insani duyarlılık mı?

İşte basiret devreye girdi ve çözüm ufku görüldü.

Dağdan inenlere iş bulmak!

Bu, çözümün olmazsa olmaz şartlarından sayılıyor.

Doğru, bu yapılmalı.

Peki ya Diyarbakır'ın, Şemdinli'nin kahvehanelerinde, İstanbul'un varoşlarında işsiz bekleyenlere ne olacak?

Onlar da iş bulmak için dağa mı çıkacaklar?

Ve biz de ondan sonra:

"Dağa çıkmak hiç bu kadar cazip olmamıştı" mı demek zorunda kalacağız?

Hasan Cemal, "Çetrefil meselelerin çözümünde gizlilik esas olmalıdır" diyor. Eski MİT müsteşarlarından Sönmez Köksal da "Sürecin gizlilik içinde yürütülmesi"ni öğütlüyor. Bu öğütler hükümete büyük risk yüklüyor. Bu gizli işler içinde deşifre olacak bir hadise, toplum nezdinde güveni sıfırlayıp, her şeyi sıfıra müncer edebilir.

BUGÜN