Bilemiyorum, Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantılarından gazete ve televizyonlara yansıyan yüz ifadeleri dikkatinizi çeker mi?..
Benim çeker.
Her seferinde o fotoğraf ve televizyon görüntülerine dikkatle bakarım. Sivil ve asker büyüklerimizin yüz çizgilerini inceler, o an iç dünyalarındaki esintileri okumaya çalışırım.
Bir tarafta siviller oturur.
Karşı sırada askerler.
Ortada da Cumhurbaşkanı.
Yani devletimizin tepesi...
Herkes dimdik, put gibidir.
Özellikle askerler, oturdukları yerde hiç kımıldamazlar. Yüzleri duvar gibidir, yüz hatları milim oynamaz. Hafif bir gülümseme ya da gevşeme belirtisi sayılabilecek bir hareket göze çarpmaz.
Sandalyelerindeki hazırol vaziyetlerini -ya da istiflerini- kameralar çalıştığı sürece hiç bozmazlar.
Kim bilir, büyük paşalar belki de yanlış anlaşılır, mimik ve jestlerde en ufak bir gevşeme örneğin 'Laiklikten taviz!' diye algılanır kaygısıyla böyle put gibi dururlar.
Aslında bu 'MGK yüzleri' bizim siyasetin aynası da sayılabilir.
Güleryüzlü değil, asık suratlı...
Katı, hiç gevşeyemeyen...
Pozitif değil negatif...
Gergin...
Kısır, hatta kabız...
Çözüm değil vıdı vıdı üreten...
Uzlaşmacı değil kavgacı...
Diyalog ve uzlaşma kültüründen, uygar tartışma adabından, tolerans ya da hoşgörü kültüründen doğru dürüst nasibini alamamış bir siyaset anlayışı...
Öyle değil mi?
Bir kitap çalışması nedeniyle yıllık izninim kalan son on yedi günlük bölümünü kullanırken, hiç gazete okumadım, televizyon seyretmedim. Salı günü hepsini birden yapmaya başladım.
Kafam ne kadar rahatmış.
Birikmiş gazeteleri okumaya, televizyonları seyretmeye koyulunca kendimi birden tımarhanede gibi hissettim, bunaldım.
Ne yazık ki öyle.
Bir bildiri yayınlanıyor, ırkçılığa kadar varan milliyetçi tamtamlar çalmaya başlıyor. Savaşçı, sivri diller, 'vatan hainleri'ni ilan ediyor, azgın bir söylemle... Genelkurmay'dan destek atışı gelirken, Başbakan da koroya katılılıyor.
Bilim dünyasından din ve muhafazakârlığı konu alan bir rapor çıkıyor, bakıyorsunuz, o da rayından saptırılarak katı kalıplar içinde, politik niyetlere yontularak kavga gürültü tartışılmaya başlamış...
İlle de benim doğrum...
Gerçek ille de benim tekelimde olacak...
Hayata aykırı bu!
Hayatta yok böyle bir şey. Gerçek bir değil bin yüzlü. Kafalar torna tezgahından çıkmış gibi tek tip olamaz. Toplumda kışla düzeni olanaksız. Farklılıklar tek tipe indirgenemez.
Toplumsal ve siyasal farklılıkların, birbiriyle çelişen, yarışan fikirlerin eninde sonunda aynı çatı altında, hoşgörü ve tahammül duygularıyla birlikte yaşamaları da engellenemez.
Demokrasi budur.
Özgürlük düzeni budur.
Hukuk devleti budur.
İnsan hakları düzeni budur.
Çağdaş uygarlığın bu evrensel değerlerine özellikle bu topraklarda sahip çıkmadan gerçek barış ve huzura kavuşmak imkansızdır.
Bunun için de 'barış dili'ne ihtiyacımız var.
'Savaş dili'ne değil.
Farklı düşünenleri, farklı davrananları gazete köşelerinde 'düşman', 'ajan', 'vatan haini', 'işbirlikçi' ilan etmek, barış ve demokrasiyle bağdaşmaz.
Sadece 'linç kültürü'nü besler.
Farklılıklara alışılacak.
Çare yok.
Biliyorum, gerçekler bazen acıdır.
Kabullenmek güçtür gerçekleri...
Ama tabuları, devletin resmi klişe ve ezberlerini sorgulamadan, eleştiri süzgecinden geçirmeden bu ülkede yol alamayız.
Her şeyi siyah beyaz, dost-düşman parantezine alarak sanki dünyanın sonuymuş gibi görme alışkanlığından kurtulmalıyız. Eğer barış ve demokrasi diye bir derdimiz varsa tabii...
Son bir soru:
2009'da da 'güleryüzlü siyaset'e hasret mi kalacağız?..
MİLLİYET