MGK toplantılarının yapıldığı günlerde medya üzerinden inşa edilen atmosfer öncelikle siyaset ve toplum üzerindeki tahakkümü mümkün kılan basıncın daha bir artırılmasını hedefliyordu. 28 Şubat darbe süreci çok büyük bir oranda bu toplantılara isnat edilen gerçek ya da sanal gerilimler vesile kılınarak icra edildi.
Sivil ve askerlerin ülkenin iç-dış güvenliğine dair en üst düzey kararlar aldığı toplantıları için ısrarla şöyle keskin bir karakter sunumu yapıldı: MGK’nın belkemiğini oluşturan komuta kademesi ciddi hazırlığı olan, geniş ufuk ve derin birikimleri olan, akıl ve bilimin rehberliğini en iyi şekilde kavramış müstesna kadrolardır. Sivil siyasi kadrolar ise derslerini çalışmamış, güvenlik ve devletin niteliği gibi konuların ciddiyetini yeterince kavrayamamış fakat Kurul’un asker üyeleri tarafından kendilerine sert bir biçimde iletilen tavsiye kararlarıyla toplumu terbiye etmeye mecbur ve memur kılınmış geçici kadrolardır.
Kurmay Zekası, Kurmaca Bir İmajdır
Ne yazık ki uzun yıllar sivillere niteliksizlik ve her şeyi yutkunma kabiliyeti askerlere ise şerefle mücehhez ilke abideleri ve külyutmaz bir karakter muamelesi yapılarak geçti. İradesi defalarca tanklarla çiğnenmiş, itiraz ve talepleri dipçiklerle bastırılmış Türkiye toplumunun safça devlet merkezli bu imaj çalışmalarına inanmış olduğunu iddia edemeyiz.
Korkutulmuş, ezilmiş ve kendini ifade etme imkânları gasp edilmiş geniş toplum kesimlerinin çekindiği asıl güç elbette medya değildi. Toplum ve siyaset asıl olarak medyanın temsil ettiği asker-sermaye-yargı oligarşisinin zalimce teamüllerin tekerrür etmek için her fırsatı kolladığını biliyor ve bundan çekiniyordu. Ama bu zalimce teamüllerin tasfiye edilmesi için siyasi mücadelenin vazgeçilmez bir sorumluluk olduğu da unutulmuyordu.
Ergenekon-Balyoz davaları ve 12 Eylül referandumu ile açılan kapı 28 Şubat darbecilerinin de yargılanmasını mümkün kıldı. Şimdi dönemin kudretli generalleri tutuklu yargılanıyor fakat aynı cephede beraber mücadele ettikleri sermaye ve medya çevreleri yeterince ilgi alaka göstermiyorlar. Çünkü bu meselenin dışında kalmak en önemli öncelik halini aldı.
İşte böylesi bir vasatta tutuklu yargılanan Çevik Bir ve beraberindeki generallerin 28 Şubat ve BÇG’ye dair emirleri MGK kararları çerçevesinde İsmail Hakkı Karadayı’dan aldıklarını söylemeleri üzerine bir ilk yaşandı. MGK tutanakları iki naib hâkime açıldı ve yapılan incelemeler doğrultusunda ilgili bölümler mahkemeye sunuldu. Tutanaklara yansıyan Hükümet-asker diyalogları ve bu arada Cumhurbaşkanı Demirel’in rolüne dair çok değerli ve yerinde değerlendirmeler yapıldı bu arada. Fakat bu haliyle bile tutanaklar üzerine daha söylenecek çok söz olduğu tartışma götürmez.
Hezeyan ve Kuşkuculuk
Benin bu tutanaklara dair en çok dikkatimi çeken diyalog Başbakan Erbakan ile DKK Oramiral Güven Erkaya arasında geçeniydi. Tutanaklara göre DKK Güven Erkaya aynen şöyle söylemiş: “Bayanlara para karşılığı tesettürlü kıyafet giydirilip Atatürk Bulvarında dolaştırılıyor.” Cevaben Başbakan Erbakan ise şöyle demiş: “Bu hanımın ismini ve adresini verebilir misiniz?” Malum olduğu üzere Oramiral Erkaya, Başbakan Erbakan’ın konutunda verdiği bir davette masada rakı olmamasına sinirlenmiş, yanına çağırdığı bir garsona para vererek dışarıdan rakı aldırtıp masadakiler de ikram etmesiyle meşhur bir isim.
MGK’da askeri kesimin önünde duran dosyalar, o ciddi ve asık suratlar, kurmay kadrolar tarafından üzerinde çalışılan raporlar, istihbarat analizleri filan denilen bir sürü hazırlıklar demek ki böyle akılsızca ve ahlaksızca cümleler kurmaya mani olamıyormuş en nihayetinde. On milyonlarca Müslümanın yüzlerce yıldır yaşadığı bir ülke gerçeğine kör ve sağır kesilmek herhalde bundan daha çarpıcı bir biçimde ispatlanamazdı. Para karşılığı tesettür, reklam için bulvarlarda arzı endam!
Bu hastalıklı kafa, bu sapkın ruh hali sadece Erkaya ile sınırlı olsa “çürük elma” filan deyip geçeceğiz. Ama bir de KKK Orgeneral Hikmet Köksal’ın hiç de Erkaya’yı aratmayan cümleler kurduğunu okuyunca bu durumun Kemalist ideoloji ve kadrolarda irsi ve kronik bir hastalık olduğunu iyice idrak ediyorsunuz. Org. Köksal MGK toplantısında şöyle diyor: Ben muhafazakâr sayılacak bir aileden geliyorum. Kendime göre Müslüman olduğumu sanıyorum. Ancak bunları gördükçe kendime acaba ben Müslüman mıyım diye sormak geliyor, içimden şüpheye düşüyorum.” Kendine göre Müslüman olduğunu sanan, içinden şüpheye düşen bu tür adamların sizce MGK toplantılarında mı yoksa psikiyatri kliniklerinde mi olması gerekirdi?
Demek ki merhum Erbakan MGK toplantılarında askerlerin tehdit ve baskılarından daha çok akıl ve mantık dışı söylemlerine karşı direnmiş. Siyasi mücadelesini daha çok bu akıl ve mantıkdışı zihinlerin tasfiyesine gücü yetmediği için kontrol altında tutulmasına teksif etmiş.