Mezhepçilik Eleştirisi Kılıfı Altında Mezhepçi Kışkırtma!

Baas sözcülüğüyle maruf kalem “Caferilere saldırı var” tezi üzerinden mezhepçiliğin şahını yapıyor!

HAKSÖZ-HABER

Alevilerden sonra Caferileri de bloklaştırmaya yönelik çabalar sürüyor. Erdoğan’ın sözleri üzerinden şimdi de Caferileri kışkırtmaya yönelik çabalar sarf eden takiyyeci kalemlerden birinin yazdıkları niyeti ortaya koyuyor. Radikal gazetesinin dış haberler yazarı Fehim Taştekin’in Monitor’de yayınlanan yazısı ilginç “bilgiler ve veriler” içeriyor.

Yazıda bir dizi desteksiz atış mevcut. Örneğin Caferilerin sayısı 700 bin ila 3 milyon arasında veriliyormuş. İddianın çarpıklığı ortada. Abartma kavramı ise bu sözü karşılamaya yetmiyor.   

Ama bundan daha dikkat çekeni ise aba altından sopa gösterme kurnazlığı. Caferi-Der Başkanı Sinan Kılıç, Başbakanı sözlerinden ötürü protesto edeceklermiş ama vazgeçmişler; nedeni şöyle açıklamışmış:

“Okmeydanı’ndaki atmosfer ve Burak Can’ın öldürülmesi gösterdi ki Türkiye tehlikeli sürece götürülmek isteniyor. Böyle bir ortamda sokak eylemleri provokatörlere malzeme verir. Kör kurşun bir evladımızı öldürürse Alevileri-Caferileri tutmamız mümkün olmaz. Cin şişeden çıkar, ülkemiz zarar görür.”

Demek ki neymiş, Alevileri-Caferileri tutamazlarmış, cin şişeden çıkarmış! Vay, vay, siz neymişsiniz öyle! Yani özetle, herkes korkmalı ve ayağını denk almalı, demek ki!

İşte bu tür “somut, objektif bilgiler ve veriler” eşliğinde devam eden bir yazı! İlginç mi, aslında pek sayılmaz! Esed katilini usta manevralarla savunma alışkanlığı gösteren bir kalemden ne beklenebilirse, o gözle okumakta yarar var. 

***

Merak edenler için sözünü ettiğimiz yazının tamamı:

Kırılan son testi: Caferiler

Fehim Taştekin / Al-Monitor

“Başbakan bu kez de onları kırdı.” Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yolsuzluk dosyalarının ifşa edilmesinden sorumlu tuttuğu Gülen Cemaati’ni hedef alırken Şiileri de rencide etti. Erdoğan, bir TV programında"Bunlar bir defa 3 tane önemli hasleti var, takiyye var, yalan var, iftira var, üçünün neticesi fitne var, fesat var, bunlar Şia’yı geçmiş vaziyette. Şia bunların eline su dökemez. Yalan hakeza” ifadelerini kullandı. Birçok haber sitesi bu sözlerin yarattığı tepkiyi bu başlıkla verdi. İncitilme sırası Caferilerdeydi.

Kendilerini 6. imam Cafer-i Sadık’a atfen Caferi olarak tanımlayan Türkiyeli Şiiler, şimdi özür bekliyor. Caferilerin sivil örgütleri Caferi-Der ve Caferi Alimler Birliği (CABİR), başbakanının bütün vatandaşların inançlarına eşit mesafede olması gerektiğini belirtip hukukun yöneticilerin inanç ayrımı yapmasını ve herhangi bir inanca hakaret etmesini suç saydığını hatırlattı. Caferi toplumunun meclisteki temsilcisi CHP İstanbul Milletvekili Ali Özgündüz, Başbakan’ın Şia mezhebini ‘tahkir’ ederek ‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik’ suçunu işlediğini belirterek “Erdoğan’ın kontrolden çıkmış bir halde ötekileştirici, ırkçı, mezhepçi yaklaşımı artık toplumsal barışımızı tehdit ediyor” diye çıkıştı.

Caferilerin İstanbul’da planladığı protesto gösterisi ise son anda iptal edildi. Caferi-Der Başkanı Sinan Kılıç nedenini Al Monitor’a şöyle anlattı: “Okmeydanı’ndaki atmosfer ve Burak Can’ın öldürülmesi gösterdi ki Türkiye tehlikeli sürece götürülmek isteniyor. Böyle bir ortamda sokak eylemleri provokatörlere malzeme verir. Kör kurşun bir evladımızı öldürürse Alevileri-Caferileri tutmamız mümkün olmaz. Cin şişeden çıkar, ülkemiz zarar görür.”

Caferi toplumundan gazeteci Mahmud Gök ise Al Monitor’a Caferilerin tepkisini şöyle aktardı: “Bu ülkenin asli unsuru olan Caferilerin üç kağıtçı, iftiracı ve yalancı olarak nitelendirilmesi çok yaraladı. Öfke var. Caferiler başbakanın tarif ettiği gibi bir topluluk asla olmadı. Aksine Caferiler nifak çıkmasın diye kendi haklarından feragat eden bir inanç topluluğu. Bu sözleri kasıtlı olarak söylediğini sanmıyorum; bunlar Şiiler hakkında kirli bilgilerin ve bilinçaltının yansıması.”

Evet, Erdoğan’ın “Dört hak mezhep var” öğretisiyle kodlanmış bilgi dağarcığı kontrolsüz sızıntı yaptığında sarsıcı olabiliyor. Erdoğan, İstanbul-Karacaahmet’te Cemevi yapma izni isteyen Alevileri "Cemevi, cümbüş evi, ne izni!" diye terslediğinde henüz İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanıydı. Daha sonra kendisine rağmen yapılan cemevine ‘ucube’ demişti. Siyaset kariyerinde gaflarla testi kırmaya devam etti. 2011’de kendisiyle ilgili kitaplara atfen “Ne Yahudiliğimiz, ne Ermeniliğimiz ne affedersiniz Rumluğumuz kaldı” sözleri ya da 2013′te Reyhanlı’daki saldırıdan Suriye rejimini sorumlu tutarken “53 Sünni vatandaşımız şehit edildi” ifadeleri bilinçaltının dışavurumuydu.

Son yıllarda aşure törenleriyle daha görünür hale gelen Caferilerin devletle sorunları olsa da iktidar erkiyle bu denli karşı karşıya gelmesi yeni bir durum sayılır. Halbuki, kısa bir süre öncesine kadar Türkiye farklı inanç gruplarını rahatlatacak demokratik açılımları tartışıyordu. 2011’de Alevi Çalıştayı’na Caferi toplumunun lideri Selahaddin Özgündüz de davet edilmişti. Hızlıca dışlayıcı ve mahkûm edici siyasete geri dönüldü. Kulak veren devletten tepeleyen devlete trajik bir ‘U’ dönüşü oldu. Mahmud Gök’ün tespitiyle “Resmi ideolojilerinin dışındaki diğer gruplar gibi Caferiler de haklarından mahrum. Ne camilerini rahatlıkla kullanabiliyorlar ne kendi dini eğitimlerini alabilecekleri bir yere sahipler ne de dini inançlarına göre tatil günleri var. Hükümet yok sayıyor.”

Dernekleşme serüveni

Caferilerin devletle imtihanını anlamak için makarayı biraz geriye saralım. Çoğunluğu Kars ve Iğdır gibi doğu illerindeki Azerilerden oluşan, son yıllarda batıda metropollere dağılan Caferilerin sayısı 700 bin ile 3 milyon arasında veriliyor. Daha önce cami kurma ve yaşatma dernekleri dışında sivil toplum örgütlenmesine gitmeyen Caferiler, 2006’da Caferi-Der ile yeni bir başlangıç yaptı. Yerel mahkeme ‘dini temelli dernek kurulamaz’ diyerek Caferi-Der’i kapatmış ama yüksek mahkeme 2004’te çıkartılan yeni dernekler yasası çerçevesinde kararı bozmuştu. Bu badirenin ardından Caferi toplumuna ait STK sayısı 20’yi aştı.

Caferilerin sorunlarının başında camilerin statüsü ve önyargılı eğitim müfredatı geliyor.

Caferiler, Sünni mezheplerin bile tamamını temsil etmeyip sadece Hanefiliğe göre işlerini yürüten Diyanet’in dayatmacı yaklaşımından rahatsız. Diyanet, Şii camilerinin kendisine bağlanmasını istiyor. Caferiler ise camiler ve imamların devlet otoritesinden bağımsız olması gerektiğine inanıyor. Türkiye’de 70’i İstanbul’da olmak üzere Caferilere ait 300 civarında cami ya da mescit var. Caferi nüfusunun yoğun olduğu İstanbul-Halkalı’da 55 bin metrekarelik bir alanda cami, kütüphane, tiyatro, kafeterya, radyo-televizyon stüdyolarını da içeren bir külliye inşa ediliyor. Sinan Kılıç’a göre cemaatin kendi imkanlarıyla yaptığı inşaata ne yerel idare ne de hükümet katkı sundu.

İran devrimiyle gelen değişim

Caferiler, Aleviler gibi devletin hep dışladığı unsurlarıydı. Ancak 1979 İran İslam Devrimi’ni izleyen 12 Eylül 1980 darbesinden sonra İmam Hatip Okulları ve Sünni cemaatlerin önünü açan devlet, Caferileri tehdit olarak görmeye başladı. Etnik bağlar nedeniyle yüzleri daha çok Azerbaycan’a dönüktü. Taklit mercii olarak da Kum değil Irak’taki Necef havzasına bağlıydı. Buna rağmen Caferiler, devletin gözünde İran etkisine açık bir topluluktu. Halbuki, İran devriminden en fazla etkilenenler Caferilerden ziyade Sünnilerdi. İran’ın nüfuz alanından kaçırma dürtüsü, Diyanet’in Caferi camilerini kontrol etme hevesini canlı tuttu. Mesut Yılmaz’ın başbakanlığı döneminde Diyanet, Caferi camilerini müştemilatıyla birlikte teslimini istedi. Selahaddin Özgündüz başkanlığındaki heyet, Yılmaz’la görüşüp kararnamenin geri çekilmesini sağladı. AKP döneminde Caferilerin rahat edeceği sanıldı. Açılımların getirdiği iyimserliği yok eden tuhaf şeyler yaşandı. İran’a casusluk yaptıkları iddiasıyla bazı insanların gözaltına alınması Caferileri huzursuz etti. Kılıç, bu operasyonları polis içindeki Gülenci yapılanmanın Şii alerjisine ve hükümetin müsamahalı tutumuna bağlıyor. Kılıç, Al Monitor’a “Son 3 yıldır iktidar yanlısı ve nereden beslendiği belirsiz medyada İran ajanıymışız gibi yayınlar yapıldı. Şikayette bulunuyoruz, bir arpa boyu yol alamıyoruz. Savcıların ifade edilmeyen kaygılardan dolayı soruşturmalar sonuca ulaşamıyor” diye yakındı.

Sünnileştirme politikası

Beri tarafta AKP hükümeti hem Caferi hem Alevilere adeta ‘Ya Sünnileşin ya da kendinizi başka bir din olarak tanımlayın’ şeklinde betimlenebilecek bir baskıyla ve ‘cami tektir’ vurgusuyla ibadethaneleri kontrol altına alma çabasına girişti. Kılıç’ın verdiği bilgilere göre Temmuz 2013’te Diyanet’in sunduğu taslakta yine tüm camilerin devri öngörülüyordu. Ancak yasa genel kurulda değişikliğe uğradı. böylece Caferi ve Alevilere ait ibadethanelerin devri gerçekleşmedi. Yine de fiili girişimler yaşanıyor. Çoğunlukla müftülükler vasıtasıyla Caferi camilerine şu tür teklifler yapılıyor: ‘Camiyi Diyanet’e bağlayalım, sizin seçtiğiniz imama maaş ödeyelim.’

Caferilerin bunu neden kabul etmediğini Kılıç şöyle anlattı: “Caferi camilerinin içinde bulunduğu sıkıntıları kullanarak Diyanet’e bağlamaya çalışıyorlar. Fakat inancımıza göre cami kamu otoritesinden bağımsız olmalı. İmamın adil olması buna bağlı. İmam devlet ya da kurumlardan emir alan bir konumda olamaz. Ayrıca Diyanet camilere Hanefi inancına göre hutbe gönderiyor. Oysa bizde hutbeler iki bölümden oluşuyor. Birinde genel dini meseleler, diğerinde toplumsal konular konuşulur.”

Açılım bir yere açılamadı

Caferiler, Alevi Çalıştayı’nda iki şey istemişti: “1- Diyanet’in yapısı değiştirilsin ve diğer ekollere de kürsü açılsın. Teşkilatta adil temsil olursa Caferiler de dini hizmetleri için bütçeden pay alabilir. 2- Şiilik okullarda doğru bir şekilde okutulsun. Caferilerin hazırlayacağı müfredat Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) denetiminden geçip müfredata girsin.”

Birinci talep kesinlikle karşılık bulmadı. Müfredat önerisi ise kabul edildiği halde bürokratik bahanelerle savuşturuldu. Caferilere göre MEB’in kendisinin hazırlayıp müfredata soktuğu Şiilikle ilgili bölüm ise eksik ve yanlış bilgiler içeriyor. Kılıç hükümetin bu konuda samimi olmadığını düşünüyor: “Hükümet soruna köklü çözüm anlayışı içerisinde değil. Politik davranıyor ve meseleleri geçiştiriyor. Ciddi olsalardı bir ay içerisinde bütün sorunları çözebilirdik.”

Siyasi dışlanmışlık

Caferiler siyaseten de kendilerini dışlanmış hissediyor. Meclis’te yer alamadıkları 8 yılın ardından 2011’de CHP ve MHP’den birer vekili meclis göndermeyi başardılar. Ama AKP’de hatırı sayılır hiçbir koltuğu işgal etmiyorlar. 2007’de dönemin TBMM Başkanı Bülent Arınç, 2010’da Erdoğan’ın Aşura törenlerine katılması önyargıların yıkılmasında önemli bir fırsat sunsa da siyasi dışlanmışlık sürdü. Hatta AKP söz verdiği halde 2011’de Caferilerin adayını İstanbul’da üçüncü bölgede seçilme şansının asla olmadığı 27. sıradan aday gösterdi. “Caferilere karşı ‘Milli Görüş’ çizgisini takip eden Milli Selamet Partisi, Refah Partisi ve Fazilet Partisi’nden daha fazla bir reddiye AKP döneminde oldu. Erdoğan belediye başkanıyken de talebe rağmen belediye meclisinde temsil edilmediler” diyen Kılıç, 30 Mart yerel seçimleri yaklaşırken de dışlayıcı çizginin değişeceğine inanmıyor: “Aleviler hakkında beslendikleri kaynaklar kirli. Tepkimizi gösterdikten sonra bizi arayan olmadı. Aranacağımızı da düşünmüyoruz. Çünkü başbakan kendi seçmenini konsolide etmeye çalışıyor. Toplumu saflaştıran ve ayrıştıran çok tehlikeli bir politika izliyor.”

Erdoğan’ın sözlerinin nüfusu 200 milyonu aşan Şii dünya ile yaşanan mezhepsel gerilimlerin tırmandığı bir döneme denk gelmesi de talihsizlik.

 

Yorum Analiz Haberleri

Camiler Ermeni, Rum ve Yahudilere de satılmış
Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Dünyevileşme ve yalnızlık
Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın
Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?