Selim Teke / Mecra
İbâdiyye Mezhebi
Umman denizi aşılıp, Arap yarımadasına doğru yaklaşıldığında Suudi Arabistan’ın güneydoğusunda bir kıyı ülkesi olarak Umman bizi karşılar. Tarih boyunca denizci bir halk olan Umman, bu gücü kullanarak eski dünyanın bilinen birçok köşesi ile bir ilişki kurmuş, bununla birlikte İslâm dinini de oralara yaymaya çalışmıştır. Fakat Umman’ın en dikkat çekici özelliği denizci bir millet olmaları değil, bugün Umman haricinde çok fazla yaşamayan ve İslam dünyasının diğer bölgelerinde çok da bilinmeyen bir mezhebe bağlı olmalarıdır: İbâdîyye.
- Bir Haricî kolu olan, üstelik Hariciliğin günümüzde yaşayan tek kolu olan İbâdîlik sadece Umman’da değil, Yemen ve Kuzey Afrika bölgesinde de müntesipleri olan bir mezheptir. Fakat mezhebin itikadî ve fikhî görüşleriyle bir devlet olarak teşekkül etmesi ancak Umman toprakları üzerinde mümkün olabilmiştir.
Hz. Ali ve Hz. Muaviye arasında vuku bulan Sıffin savaşında ortaya çıkan Haricilik, “hakem olayı”na bir tepki olarak vücuda geldi. Hz. Ali saflarındaki askerlerden bir kısmı, Hz. Ali’nin Hz. Muaviye’nin ordusu ile anlaşması ve aralarında Kur’an-ı Kerim’in hüküm vermesi için bir hakem seçmesine duydukları tepkiyle ordudan “huruc”(çıkmak) etti. Ortaya koydukları bu harekete nispetle anılan Hariciler, Hz. Ali’nin tüm çabalarına rağmen geri dönmeyi kabul etmeyince, Hz. Ali 658’de(H. 38) ordusunu hazırlayarak Haricilerin toplandığı yer olan Nehrevan’a yürüdü. 17 Temmuz 658’de başlayan savaşın sonunda Haricilerin büyük çoğunluğu öldürüldü.
Savaş alanından sağ kurtulan Hariciler Basra ve Şehrezûr gibi bölgelere kaçarken, Hz. Ali de 661’de Abdurrahman b. Mulcem el-Murüdi adlı bir Haricî tarafından şehit edilene kadar ikamet edeceği Kûfe’ye çekildi. Hz. Ali’nin şehadetinden sonra Hariciler, özellikle Yezid’in ölümüne kadar geçen süreçte, küçük çaplı kıyamların (ayaklanma) dışında önemli bir faaliyette bulunmadı. Fakat Yezid’in ölümünün ardından Basra’da ortaya çıkan hareketlilik, İbâdîliğin teşekkül edeceği ihtilaf alanını doğurdu. Yezid’in Basra’daki valisinin halk tarafından azledilmesinin ardından, o zamana kadar hapiste tutulan Hariciler serbest kaldı. Bununla birlikte, aynı dönemde dışarıdan gelen büyük bir Haricî kafilesinin de bu gruba katılmasıyla Basra, Hariciliğin teşekkül zamanındakine yakın sayıda bir kalabalığı bünyesinde barındırmaya başladı.
Bu büyük sayıdan ortaya çıkan kıyam isteğini konuşmak için Harici grubunun ileri gelenleri toplandığında, İbâdîliğin ana doktrinini oluşturacak bir ayrılık vuku buldu. Hariciliğin Ezârika kolunun kurucusu Nafî bin el-Ezrak sadece Harici olmayanlarla değil, aynı zamanda Harici olup kuud(ayaklanmamak, oturmak) edenlerle de savaşılması gerektiğini, onların malı ve canının Haricîlere helal olduğunu ileri sürdü. O gün ileri sürülen bu görüşten Haricîliğin beş ayrı kolu neşet etti; Nafi bin el Ezrak önderliğinde Ezârika, Necdet b. Uveymir önderliğinde Necedât, Abdulkerim b. el-Acred önderliğinde Acâride, Ziyad b. Asfar önderliğinde Sufriyye ve Abdullah b. İbâd liderliğinde İbâdîyye.
Abdullah b. İbâd öne sürülen bu fikrin karşısında, İbâdîyye’nin ana doktirini olan nimet küfrü (Kufr-u Ni'met) ve şirk küfrü (Kufr-u Şirk) anlayışını oluşturdu. Bu görüşe göre kuud edenler mutlak bir küfür içinde değildi, sadece nimeti inkar ederek Mü’min vasfını kaybetmişlerdi. Fakat bu onları kafir yapmamaktaydı, onlar hala Allah’a inanmaktaydı ancak yaptıkları hatalar dolayısıyla tövbe etmek zorundaydı.
- Bu görüşten yola çıkarak Abdullah b. İbâd, ayaklanmayanların günah işlemesine rağmen hala Müslüman olduklarını öne sürerek, onların canının ve malının Haricîlere helal olmadığını ifade etti. Haliyle Abdullah b. İbâd’ın yanında toplananlar Ezârika fırkasının başlattığı savaşa katılmadı ve Basra’da kalmaya devam etti.
Abdullah b. İbâd’ın adıyla İbâdîyye olarak bilinen mezhep, Umman ve Mağribe bu bölgelerden dağıldı. Özellikle 712 yılında Basra İbâdîlerinin imamı olan Ebû Ubeyde’nin, yetiştirilen ve bölge dışına İbâdîliği anlatmak için yollanan, "ilim taşıyıcıları " (hamalatu'l-ilm) olarak adlandırılan kişileri kullanarak başlattığı yayılım hareketinin, İbâdîyye’nin bu bölgelere ulaşmasında oldukça faydası oldu.
Umman’a taşıyıcılar vasıtasıyla ulaşan İbâdîyye, İbâdîlerin kurucu imamlardan biri olarak kabul ettiği Cabir b. Zeyd’in de Ummanlı olması vesilesiyle bu bölgede hızlıca kabul edildi. Hadramevt, Yemen ve başta Cezayir olmak üzere Mağrib'e de yayılan mezhep daha çok kabileler tarafından ilgi gördü. Yemen’in Hadremevt bölgesi Umman’a sınır bir bölge olması sebebiyle tarihin belli zamanlarında Umman’ın etkisinde kalarak Umman’da kurulan sultanlığın bir parçası olurken, Mağrib bölgesindeki İbâdîlik, küçük çaplı girişimler hariç tutulursa, bir iktidar alanı inşa edemedi.
Umman’da ise bağımsız bir alan kurabilen mezhep, bir devlet ortaya çıkarttı. İbâdîliğin Umman’da yayılmasıyla kurulan devlet ilk 300 yılını bir huzur dönemi olarak yaşadı.
Bu süreçte Umman özellikle Doğu’yla başlattığı ticari ilişkilerini güçlendirdi ve İslâm’ı bu bölgeye yayma çabalarına girişti. 16. yüzyıllara doğru Portekizlerin Umman’a varmasıyla bu topraklardaki Arap hâkimiyetini kırması da bir oldu. 150 sene sonra Portekizleri topraklarından kovarak bir devlet kuran Umman halkı 18'inci yüzyıllarda bir iç savaş yaşadı. 1744’te biten iç savaşın ardından, zaman zaman problemlerle karşılaşsa da, günümüze değin gelmeyi başarabilmiş bir devlet kuruldu. Umman’ın iniş ve çıkışlarla bezeli bu tarihsel seyri, İbâdîliği de belli miktarda değişime tabi tuttu.
İbâdîlere göre iman, içine amelleri de alan bir kavramdır. Bu sebeple, bir insanın işlediği bir haram veya yerine getirmediği bir emirden dolayı imanında eksiklikler meydana gelir. Fakat İbâdîler Haricilerden farklı olarak amelden dolayı doğacak iman sıkıntısının insanı küfre götüreceğini düşünmezler. Bu durumdaki bir insan hala Müslümandır ancak, cennete girebilmesi için bu günahlarından tövbe etmesi gerekir. Onlara göre Resulullah (s.a.v.) büyük günah (kebair) işleyenlere şefaat etmeyecektir, bu kişiler ancak sahih bir tövbeyle kurtuluşa erebilir.
- İbâdîliğin itikadî görüşleri genel itibariyle Ehl-i Sünnet ile çelişmese de kısmî farklılıklar mevcuttur. İbâdîyye alimleri, Ehl-i Sünnet alimlerin aksine Kur’an’ın mahluk olduğunu ve Allah’ın ahirette görülemeyeceğini ileri sürmüştür.
Fıkıhta Sünnî usûlünü takip eden İbâdîlerin, İmam meselesi dışında Ehl-i Sünnet’ten farklı çok fazla görüşü yoktur. İmam konusunda ise Sünnî anlayıştan imamın Kureyş’ten olması gerektiğini kabul etmeyerek koparlar. İbâdîlere göre birinin imam olması için onun soyunun Kureyş’e dayanmasına gerek yoktur. İmam seçiminde önemli olan şey onun alim, adil ve zahid bir profile sahip olmasıdır. İbâdîlere göre bu çerçeveye uyan bir imam için herhangi bir nesep davası güdülemez. İbâdîlikte imam halkın çoğunluğunun katılmasıyla, biat etme yöntemi ile seçilir.
İmamın seçimi iki aşamada gerçekleşir. Öncelikle halife tarafından görevlendirilmiş bir heyet ya da din alimlerinden müteşekkil bir grup tarafından bir imam seçilir. Seçilen bu imam halkın karşısına geçer ve onların kendisine biat etmesini ister. Biatın gerçekleşmediği durumda imam meşru bir halife olamaz. Her ne kadar İbâdîyye imamın seçilmesini çok önemli görse de, Umman’da halifelik bir müddet sonra saltanat sistemine evrilmiştir.
- İmamet konusunda, Ehl-i Sünnetten ayrıldığı diğer bir nokta ise imamın azli konusudur. İbâdîlere göre zalim ve İslamî kurallara riayet etmeyen bir imam halk tarafından azledilebilir.
İmamın görevden alınması durumunda halkın büyük bir sıkıntıya düşme ihtimali varsa bundan vazgeçilebilir ancak diğer durumlarda, adil ve sadık bir Mü’min olan yeni bir imam için mücadele şarttır. İbâdîyye İbâdetlerin uygulanması noktasında diğer fırkalardan; namazda elleri bağlamama, Kunut duasını okumama, büyük günah işleyen kişinin orucunun bozulması gibi küçük noktalarda ayrılır.
Haricilikten ayrılan bir kol olarak İbâdîyye’nin esasları sert bir algı oluştursa da, nüfusun %70’inin İbâdî olduğu günümüz Umman’ında İbâdîlik çok daha farklı yaşanmaktadır. Özellikle Sultân Kâbus’un başa geçmesinin ardından, onun başlattığı modernleşme hareketlerinin de etkisiyle, İbâdîlik “İslam’ın ılımlı mezhebi” olarak tanıtılmaya başlanmıştır. Günümüz Umman’ında yaşayan bir İbâdî, devlet politikalarınca “en ılımlı mezhep” olarak tanıtılan bir hizbe oldukça uygun bir şekilde, başka bir mezhebin müntesibine herhangi bir ayrımcılık yapmaz ve onu kendinden farklı görmez. Söz konusu tolerans sadece İslam dinine has değildir.
Umman devleti, farklı dinlere mensup bireylerin bir arada, uyumlu bir şekilde yaşaması için büyük bir gayret sarf etmektedir.
Her ne kadar Harici mezhepler içerisinde en mutedil yapıya sahip olan fırka İbâdîyye olsa da, hicri ilk asırlarda temel yapısını ortaya koyan İbâdîyye'nin bugün Umman'da ortaya konulan mezhep anlayışından oldukça farklı olduğu görülmektedir.