Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Estonya dönüşü yaptığı değerlendirmeler değindiği konular itibariyle epeyce geniş bir mahiyete sahipti. İmralı-Kandil-HDP’nin Kobani provokasyonları denkleminde Çözüm Süreci, ABD’nin PYD-PKK’ya yaptığı silah yardımının Suriye’nin geleceğine etkileri, İran ve Rusya’yla ilişkiler vs. üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan gazetecilere bir hayli detaylı değerlendirmeler yaptı.
Öteden beri hem iç hem de dış politikada sadece ‘dinci’ değil hassaten ‘Sünnici’ olmakla itham edilen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Irak ve Suriye bağlamında İran’ın üstlendiği misyona dair söylediği sözler üzerinde nedense pek durulmadı. İran’ın eleştirilere muhatap olması mı yanlıştı, İran’a mezhepçilik mi yakıştırılamıyordu yoksa Erdoğan’ın siyasi kimliği, konumu bu türden eleştirilere fazla ehemmiyet vermemeyi mi gerektiriyordu?
İran Batı’ya Başka, Ümmete Başka!
Şimdi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı değerlendirmeleri biraz kısaltarak aktaralım ve üzerinde duralım: “İran’ın bölgedeki etkinliği çok daha farklı bir konumda. Irak ve Suriye’ye yönelik etkinlikleri maalesef samimi bir yaklaşımla devam etmiyor. İran’ın yaklaşımında ne yazık ki şöyle bir durum görüyoruz. ‘Gel, burayı Türkiye-İran beraber çözelim.’ Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı sürecim içinde söyledik.
Ne yazık ki İran böyle bir yaklaşımın içerisine girmedi. Ama kendileri ile ikili görüştüğümüz zaman ‘Bunu beraber çözelim’ diyorlar. Adım atmaya gelince ne yazık ki, kendilerine has çalışma usulleri vardır, bu usullerle işi götürüyorlar. Bundan dolayı İran’la rahat bir çalışma zeminini bulamıyoruz. Mezhebi yaklaşımı çok öne çıkartıyorlar. Çünkü ben defaatle şunu bütün ileri gelenlere söylemişimdir: Gelin, Alevi, Sünni, bunu bir kenara koyalım. Biz her şeyden önce Müslümanız. Şu olaya Müslümanca bakalım. Sünni’nin Alevi’ye, Alevi’nin Sünni’ye ve Şia’nın üstünlüğü vesaire bunları konuşmayalım. Müslümanca buna bakalım.”
Erdoğan’ın konuşmasında bahsi geçen “İran’ın kendine has çalışma usulleri” orta doğuyu ve İran’ı biraz olsun bilenlerin aklına neleri getiriyor acaba? İran şimdiye kadar Türkiye’de, Irak’ta, Suriye’de, Lübnan’da veya Mısır’da kendine has addedilen hangi usullerle iş gördü? Şiileştirme, ajanlaştırma, dezenformasyon, istihbarat veya operasyonel kullanım gibi usullerden bahsediyor olmasın Cumhurbaşkanı Erdoğan? Kim şöyle bir iddiada bulunabilir mesela: İran, Suriye ve Irak’a insani, bilimsel, hukuki, kültürel yardım götürmek için çırpınıyor. Böyle bir söylem komikten öte bir saçmalık olarak sırıtır değil mi?
Daha bu aybaşında katil Esed’e ve zalim Baas rejimine övgüler düzdüğü için Ayetullah Hamaney’e “böyle bir dini lider olabilir mi?” diye sitemle seslenen de Erdoğan değil miydi? İşte ‘bütün ileri gelenlere söylemişimdir olaylara Şia-Sünni olarak değil Müslümanca bakalım” cümleleri niçin sarf edilmiştir hiç merak eden yok herhalde. Akıldan ve adalet duygusundan biraz olsun nasiplenen herkes için manzara şudur: İran hem Fars ulusçuluğunu hem de Şii fanatizmini merkeze alarak Suriye’de Baas cuntasını, Irak’ta Maliki despotizmini ayakta tutma mücadelesi veriyor. Bu sebeple Suriye’de Rusya’yla, Irak’ta ABD’yle ittifak kuruyor. Üstüne bir de bu despotik-zalimce diplomatik ilişkiler ağına ortak olmadığı için Türkiye’yi zayıf düşürmek üzere PKK-PYD üzerinden kanlı tezgâhlar kuruyor.
İran’ın bizzat Kudüs Ordusu, Devrim Muhafızları, Lübnan Hizbullahı, Afganistan ve Pakistan gibi ülkelerden toplayıp organize ettiği Şii savaşçılar eliyle Suriye ve Irak’ta işgal ve cinayetler hiç kimse için sır değil. Kudüs Ordusu Komutanı General Kasım Süleymani açıkça bütün cephelerde kendisine bağlı askeri birliklerle boy gösteriyor. İran Devrim Muhafızları Komutanı General Hişam Hoşneviş geçen yıl direnişçiler tarafından imar etmekle memur edildiği Halep’te öldürülmüştü. Muhammed Cemalizade ve Cebbar Dirivasi gibi generaller, özel kuvvetler mensubu subaylar, askerler katliam yapmak üzere geldikleri Suriye ve Irak’tan bayrağa sarılmış tabutlar içinde ülkeleri İran’a geri dönüyorlar. Bilenler bilir, İran’ın marifetleri Irak, Suriye ve Lübnan’dan ibaret değil elbette. Daha geçen ay Yemen'de İran tarafından eğitilip donatılan Ensarullah hareketi başkentte anlaşma imzalandıktan sonra dizginsiz bir kinle İhvan çizgisindeki Islah Partisi'nin merkezini yağmalıyordu fakat sınırları aşan bu fanatizmi de görmezden geliniyordu.
Neden acaba ABD, AB, Rusya gibi Türkiye’deki Kemalist sol, Aleviler, liberal kesimlerin de gündemine hiç girmiyor bu konu? Ya da ülkemizin vicdan ve adalet duygularını temsil etme iddiasındaki, mezhebi ya da etnik fitnelere karşı her zaman duyarlılık çağrıları yapmakla meşhur olmuş ağabeyleri, ablaları nasıl oluyor da İran’ın Suriye ve Irak’ta giriştiği işgal ve katliamlara ses veremiyorlar? Ayetullahların, Huccet-ül İslamların mektebinden yetişen askerlere, militanlara, suikastçılara da mı masumiyet isnat ediliyor yoksa?
Emperyalizme Teşne Olmaz, Mezhepçilik Yapmaz
Şöyle bir düşünelim; Suriye ve Irak’a İran ordusu değil de ABD veya İngiltere, Suudi Arabistan veya Ürdün orduları girmiş olsaydı Ali Bulaç, Atasoy Müftüoğlu, Cihan Aktaş, Yıldız Ramazanoğlu, Ahmet Faruk Ünsal gibi şöhretler kadrosunun bu kadar sistematik bir susma-susturma-örtme eylemi hiç mümkün olur muydu? Mezhepçilik yapmak, mezhep adına en kirli ve en sapkın siyasetlere soyunmak İran’a çok mu yakışıyor da üç buçuk yıldır Suriye’de, tam on yıldır da Irak’ta işlediği vahşetleri bizleri de bu filmi izlemeye davet ediyor İslamcı diye bilinen isimler.
Nasıl oluyor da Libya, Çeçenistan, Cezayir, Özbekistan gibi ülkelerden gelip Müslüman kardeşleriyle birlikte Esed rejimine, Maliki rejimine karşı savaşanlar otomatikman ‘yabancı savaşçı’ oluyor? Yine nasıl oluyor da Esed rejiminin, maliki rejimin bekası uğruna Suriye ve Irak’a İran’dan gelen Kudüs Ordusu ve Devrim muhafızları savaşçıları, Lübnan’dan gelen Hizbullah savaşçıları ‘yerel ve meşru savaşçı’ sayılıyorlar?
İran’ın Esed rejimi ve Maliki rejimi üzerinden inşa etmek istediği Suriye ve Irak manzarasında PKK-PYD’den ABD ve İngiltere’ye değin kurduğu ahlaksız ittifaklar, giriştiği en çirkin pazarlıklar ortada değil mi? Rusya’dan sonra ABD ve bazı AB ülkeleriyle geliştirdiği diplomatik-askeri ilişkiler emperyalizmle kucak kucağa bir İran fotoğrafı göstermesine rağmen nasıl oluyorsa kimseden tık yok.
Türkiye’de İslami camia arasında en basit ve tiksinti verici versiyonuyla tekrar edilen ‘sömürgeci Batılılar mezhep çatışması istiyor’ masalıyla gidilebilecek bir yol, alınabilecek bir mesafe yok. Ama kimi oğluna, kimi kızına, kimi gelinine-damadına kariyer planlaması yapmakla meşgul İslamcı aydınlar insanı bunaltan bu masallarla hem İran’ı hem de Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu’nu bir arada idare etme planı yapmakta ısrarcı davranıyor.