Mezheb, dini anlama ve hayata uygulama ihtiyacından ve yükümlülüğünden doğmuş bir bilgi demetidir; dinin dışında değildir, ama din de tek bir mezhebin, yalnızca onun içinde değildir. Din ilâhîdir, Allah tarafından vahyedilmiştir, mezheb ise o ilâhî olanın yanında, vahye muhatap olan müminlerin beşerî anlayışlarını, kavrayışlarını, yorumlarını ve uygulama formüllerini de ihtiva eder.
Vahyedilmiş metinleri okuyup anlama, yorumlama, bunlardan çözüm çıkarma imkanına fiilen sahip olmayan müminlerin kendilerine ait bir mezhepleri olmaz; mezhebi (ictihadı) olan alimlerden fetva alır, onların söylediklerini ve yazdıklarını okur, dinler, uygularlar. Eğer devamlı olarak bir alimin ictihadlarını (mezhebini) uygular, din bilgisini yalnız ondan alırlarsa 'şu mezhebe bağlı, tabi, şu mezhebden' diye bilinirler. Ama ictihad edemeyen müminlerin daima tek bir müctehidden bilgi ve fetva alma mecburiyetleri yoktur. Ya ehil olduğu için ictihadı ile amel eden veya ehil olmadığı için ehlinden fetva alarak kul olmaya çalışan mümin vazifesini yapmış sayılır.
İbâdetlere, hukuki ilişkilere, suçlar ve cezalare, siyasi ve ekonomik ilişkilere ait konular 'amele, fürû'a' dahildir; bir de inanç konuları vardır; bu inanç konularında da alimler arasında anlayış, yorum, görüş farkları meydana gelmişti; yani inanç (itikad) mezhebleri de vardır. İtikad mezhebleri önce ikiye ayrılmış, birine ehl-i sünnet ve hak mezheb, diğerine ehl-i bid'at ve hak olmayan mezheb denmiştir. Bu iki ana grup da kendi aralarında farklı alt gruplara bölünmüşler, ortaya birçok itikad mezhebi çıkmıştır. Araştırmalara göre bir milyar altıyüz milyon civarındaki müslümanın 200-300 milyonu ehl-i sünnet dışındaki mezheblere bağlıdırlar. Bu iki camia –aşırı giden azınlığı dışarda tutarsak genel olarak- birbirini İslam dairesinin dışında tutmazlar (tekfir etmezler), tamamı birbirini din kardeşi bilirler.
Amelde olsun itikadda olsun mezhebcilik, 'yalnız kendi mezhebini hak bilmek ve diğerlerini bu mezhebe davet etmek, kabul etmeyenleri dinden olmasa bile kardeşlikten, yakın ilgiden dışlamaktır'. İşte müminleri bölen de budur; yani mezhebler ve bunlara bağlı (mensup) olmak değildir, mezhebciliktir.
Mezhebciliğin iç ve dış siyasete yansıyan, siyaseti etkileyen tarafı bugün bizi daha ziyade ilgilendirmekte ve hasretini çektiğimiz 'İslam birliği'nin önünde güçlü bir engel olarak durmaktadır.
İran'dan Lübnan'a uzanan şeride hakim olma hedefini bir örnek olarak alalım; buraya tek başına şîa veya tek başına sünnîler hakim olmak istediklerinde –ki, bu mezhebciliktir- bu hedef, aralarında savaşa kadar varan tefrika ve ihtilafa sebep olmaktadır. Halbuki hem bu şeride hem de bütün stratejik bölgelere, ötekilerin şerrinden korunmak için 'ümmetin hakim olması' hedef olur ve bununla yetinilirse tefrika çıkmaz.
Tefrikanın tek sebebi elbette mezhebcilik değildir, ama bu yazıda önemli bir sebep olarak onu ele almış olduk.
Mezheb tabîîdir, ona karşı çıkmanın manası ve hikmeti yoktur, ama mezhebcilik tabîî değildir, İslam birliğini istiyorsak ona karşı mücadele etmemiz gerekir.
YENİ ŞAFAK