Yüce Allah’a hamd, resulüne selam olsun. Önceki yazımızda bazı hadis örnekleri üzerinde durmuş ve muteber hadis kaynaklarımızın başında gelen Buhari ve Müslim’in sahihlerinde mevzu hadis kriterlerinin yeterince uygulanmadığına dikkat çekmiştik. Bu yazımızda ise bunun nedenleri üzerinde durmaya çalışacağız. Bu sebeplerden bazılarını şöyle sıralayabiliriz;
1)Muhaddislerimizin, Hz. Peygamberin söylediği iddia edilen rivayetleri, Resulullah’ın (a.s.) kesin ve mutlak olan otoritesiyle özdeşleştirmeleri ve dolayısıyla rivayetleri neredeyse kutsayarak savunma psikolojisine girmeleri.
Öyle ki İmam Malik gibi rey ekolünden faydalanıp etkilenen bir zat bile; “Resulullah’ın (s.a.v.) hadisleri anlatıldığı esnada sesini yükselten, sesini Resulullah’ın sesinin üstüne çıkarmış gibidir” diyebilmektedir.[1] Zira onlar, şöyle düşünmekteydiler; Allah (c.c.) Resulullah’a itaati, kendisine itaat olarak göstermiş, ona isyanı da kendisine isyan saymıştır. Ayrıca ona Kur’an’ı beyan ve ta’lim sorumluluğunu yüklemiştir. Diğer yandan onun söyledikleri Kur’an’a da aykırı olamaz, zira o, elbette Kur’an’ı bizden çok daha iyi bilen ve Kur’an’ın kendisine indiği zattır.
Bundan dolayı Muhaddislerimiz bu iyi niyetlerle, rivayetleri Kur’an’a göre değerlendirmekten öte, Kur’an’ı rivayetlere göre değerlendirmeyi daha doğru bir usul ve takvaya yakışan bir tutum olarak değerlendirdiler.Fakat çok ciddi bir hata işliyorlardı. Zira karşılarında konuşan Resulullah (s.a.v.) değildi. Kendilerine peygamber şöyle dedi diyen kimselerin 100-200 yıl sonrasında, ağızdan ağıza yapılan aktarımlarından hareketle, rivayetleri naklediyorlardı. Bu nakledicilerin ise, meseleyi yeterince anlamama, unutma, karıştırma veya yanlış aktarma gibi, sayısız hatalara düşme ihtimali vardı. Dolayısıyla doğru olan Kur’an’ı rivayetlere göre anlamak değil, rivayetleri Kur’an’ın süzgecinden geçirmekti.
2-)Muteber hadis kitaplarının, mevzu hadis kriterlerinin ortaya çıkması ve kabul edilmesinden çok önce oluşturulmuş olması. (Buharinin 256, Müslimin 261, İbni Mace 273, Ebu Davud 275, Tirmizi 279, Nesei’nin de 303’te vefat ettiğini hatırlayalım.)[2] Nitekim mevzu hadisleri toplayan ilk yazarlar ve vefat ettikleri tarihler şunlardır; İbnü’l Kayserani 507, Ebü’l Ferec İbn’ül Cevzi 597, Suyuti 911.[3]
3-)Mevzu hadis kriterlerinin, büyük çoğunluğunun metin tenkidine yönelik olması,[4] buna karşılık kütübi sitte müelliflerinin, hadis kritiğinde sadece senet kritiğini kabul etmeleri ve yalnız bununla yetinmeleri.[5] Dolayısıyla metin tenkidine dönük, mevzu hadis kriterlerinin tümü doğal olarak devre dışı kalacaktır. Bu kriterlerin, tüm mevzu hadis kriterlerinin neredeyse yüzde doksanını teşkil ettiğini düşündüğümüzde ise, mesele daha iyi anlaşılacaktır.
4-) Mevzu hadis kriterlerinin yeterince uygulanmamasının en önemli sebeplerinden birisi de, muhaddislerin dine yanlış bir şey sokma endişesini daha az önemsemeleri, rivayetleri zayi etmeme endişesini ise çok fazla abartmalarıdır. Muhaddislerin bu durumlarını gösteren bazı hususları maddeler şeklinde örneklendirelim;
a-) Muhaddislerin bir bölümü, herhangi bir hadisi güvenilmez bulup terk etmek için muhaddislerin ittifak etmelerini şart koşmuşlardır. Nitekim İbni Salah; Nesei ve Ebu Davud’un da bu usule sahip oldukları nakledilmektedir.[6]
b-) Pek çok muhaddis, rivayetleri zayi etmemek adına derecelerini iyileştirmeye eğilimli olmuşlardır. Örneğin daha önce “zayıf” kategorisinde değerlendirilen hadislerin bir kısmı, daha sonra “Hasen” kategorisine alınmış ve böylece dereceleri yükselmiş ve zayıf kategorisinden çıkarılmışlardır. Aynı şekilde sahih ve hasen hadis bulunmadığında zayıf hadislerle de amel edilme çoğunlukla teşvik edilmiştir. Zira onlara göre insan aklının çıkardığı sonuçlara uymaktan ise, zayıf olsa da rivayetlere uymak daha makuldü. (Ahmet bin Hanbel, Ebu Davud ve Nesei’nin bu görüşte olduğunu ifade etmiştik.) Hâlbuki diğer müçtehitler de çıkardıkları sonuçları hevalarından değil, ayetlerin veya sabitleşmiş sünnettin işaretlerinden çıkarmaktaydılar.
c-)Yine muhaddisler usulcuların aksine, peygamberi (a.s.) sınırlı bir zaman diliminde gören, müslüman ve buluğa ermiş herkesi sahabe kategorisine dâhil etmişlerdir. Ayrıca sahabe diye nitelendirdikleri bu büyük kesimi, sadece adalet açısından değil, zapt açısından da sorgulamayı reddederek, rivayetleri korumayı ve kurtarmayı tercih ettiklerini ortaya koymuşlardır.
d-)Yanı sıra muhaddislerin çoğunlukla tercihleri, hadisleri kabul etme ve rivayetleri çoğaltmaya yönelik olmuştur.
Nitekim bir muhaddis, sözde kendisinden rivayet edilen bir hadis için, “ben bu hadisi rivayet etmedim“ dese bile, o hadis kendisinden yine de rivayet edilmektedir. İbni salah bu konuda aynen şöyle demektedir; “Birisi bir hadis rivayet edip de sonradan bu rivayet ettiği hadisi unutursa, onun bu unutması –Ebu Hanife’nin ashabının ve bir grubun hilafına- hadis ehli, fukaha ve kelamcıların cumhuruna göre bu hadisle amel etmeyi düşürmez.”[7] Tabi burada rivayet eden kişinin unuttuğuna hükmedilerek, yine de o hadis rivayet edilmeye devam edilmektedir.
Bu tür rivayetleri terk edenler de vardır. Ancak bunlar muhaddisler değil, büyük ekseriyetle fukahadan ehli reye mensup zatlardır. Bu zatlar ise elimizdeki muteber hadis eserlerinin hiç birini derlememiş ve hadis külliyatının kalitesinin artmasında da bir katkıları olmamıştır. Bu fukaha sadece kendi fıkhi içtihatlarında, bu hadisleri delil almaya yanaşmamışlardır. Nitekim İbni Salah’ın bu konu ile ilgili şu beyanı da, bu dediklerimizi desteklemektedir. İbni Salah; “Ebu Hanife’nin ashabından olan bu grup ise bunu düşürdüğü görüşünü tercih etmiştir ve Süleyman ibni Musa’nın Zühriden, onun Urve’den onun Aişe’den (r.a.), onun da resulullah’tan (s.a.v.) rivayet ettiği ”Kadın velisinin izni olmadan nikâhlanırsa, onun bu nikâhı batıldır.” Hadisini reddetmelerini buna dayandırmışlardır. [8]
Çünkü bu hadis hakkında ibni Cüreyc şöyle demiştir; Zühri ile karşılaştım. Bu hadisi ona sorduğumda onu tanıyamadı. (hatırlayamadı)”
Ayrıca Ahmet bin Hanbel’in şu beyanları da, Muhaddislerin rivayetleri çoğaltmakta ki genel duruşlarını ortaya koymaktadır; “El- Müsnette meşhur hadislere yöneldim ve insanları (ravileri) Allaha’a havale ettim. Eğer yalnızca bana göre sahih olanları alsaydım, El- Müsnette çok az hadis rivayet etmiş olacaktım. Ancak yavrucuğum, sen benim hadisteki metodumu biliyorsun. Ben zafiyet taşıyan hadise bile, onu reddeden sahih bir hadis yoksa muhalefet etmedim.”[9]
Yine muhaddislerin büyük çoğunluğu küçücük çocukların rivayet etmelerine dahi cevaz vermişlerdir. Nitekim Hatip el Bağdadi şöyle demektedir; “Biz bütün şeyhlerimizi bu görüş üzerine bulduk. Onlar, ulaştıkları yaşı ve temyiz hallerini sormaksızın, yanlarında olmayan çocuklara icaze verirlerdi. Hâlihazırda doğmamış olanlara icazet verdiklerini görmedik”[10]
Yanı sıra, metin tenkidine gidenleri hevalarını ilah edinme, aklını putlaştırma, Nebi (a.s.)’ın sünnetini reddetme ile suçlamaları,[11] da muhaddislerin hadis rivayetine ne kadar kilitlendiğini ortaya koymaktadır.
Diğer yandan, tedliste bulunanlardan,[12] rivayet ettiği hadis için ücret alanlardan dahi, hadis rivayet etmeye izin vermeleri de genelde muhaddislerin rivayetleri çoğaltmaya istekli olduklarının başka bir delilidir.
Hadis rivayet edenlerin, rivayetleri ciddi bir şekilde kritik etmeden öte, daha çok kurtarmaya kilitlendiklerinin başka birçok delili daha sayılabilir. Ama biz sözü uzatmamak adına, ibni Salah’ın “hadis ilimleri” kitabında, bu konuyla ilgili söylediklerini aynen aktarmakla yetineceğiz. İbni Salah;
Şimdiye kadar ki açıklamalarımızla zayıf hadis çeşitlerini açıklamaya dair vaadimizi yerine getirdik. Şimdi ise birkaç önemli meseleyi açıklayacağız:
- Zayıf bir isnatla ile rivayet edilmiş bir hadis gördüğünde, bu isnat ile zayıf olduğunu kastederek “bu zayıftır” diyebilirsin. Ama mücerret olarak bu isnadın zayıflığını göz önüne alıp hadisin metnini kastederek “bu zayıftır” deme hakkına sahip değilsin.[13] Çünkü kendisi gibilerle hadisin sübut bulduğu başka sahih bir senet ile rivayet edilmiş olabilir. Bunu söylemenin caizliği hadis imamlarından birinin, bu hadisin kendisiyle sübut bulacağı bir isnat ile rivayet edilmediğine veya zayıf bir hadis olduğuna dair hükmüne bağlıdır. Bu imam, hadisin zayıflık yönüne de açıklayarak buna benzer bir hüküm vermiş olmalıdır. Eğer zayıflık yönünü açıklamayarak mutlak olarak zayıf olduğuna dair hüküm vermişse bunda –inşallah- ilerde açıklayacağımız birkaç söz vardır. Bunu bil. Çünkü bu kendisinde çok hataya düşülen bir konudur. Allah en doğrusunu bilir.
- Hadis ehli ve başkalarının yanında, isnatlarda tesahül[14] yapmak ve Allah’ın sıfatları, helal- haram gibi şeriat ahkâmı dışındaki şeylerde mevzu hadisin dışındaki zayıf hadis çeşitlerini, zayıflığını beyan etmeye ihtimam göstermeksizin rivayet etmek caizdir. Mesela vaazlarda, kıssalarda amellerin fazileti ve diğer terğip (teşvik edici) ve terhip (sakındırıcı/korkutucu) konularında, şeriat ahkâmı ve inanç ilkeleriyle alakalı olmayan diğer konularda rivayet etmek caizdir. Bu gibi konularda tesahül gösterilmesi gerektiğine dair kendilerinden kesin görüş rivayet edilenlerden ikisi Abdurrahman ibni Mehdi ve Ahmet ibni Hanbel’dir. (Allah ikisinden de razı olsun.)
- İsnat olmaksızın zayıf bir hadisi rivayet etmek istediğinde “Resulullah’ın (s.a.v.) şöyle dedi” ve buna benzer, kendisinde Resulullah’ın (s.a.v.) bunu söylediğine dair kesin hüküm bulunan lafızları söyleme. Bu tür hadislerde “Resulullahtan (s.a.v.) şöyle şöyle rivayet edilmiştir” veya “ondan bize şöyle ulaşmıştır” veya “ondan varit olmuştur, ondan gelmiştir, bazıları ondan rivayet etmiştir” ve buna benzer lafızlar kullan. Sıhhatinde şüpheye düştüğün ve zayıf olduğundan kuşkulandığın bütün rivayetlerde hüküm böyledir. [15]
İbni Salah’ın, yukarıda söylediklerinden de anlaşıldığı gibi, Ehli hadis ekolü rivayetleri kurtarmak ve rivayete devam etmek için bütün şartları zorlamaktadır. Zira onlar Kur’an ve sabitleşmiş sünnetten yararlanarak ve akıl yoluyla, yeni sorunlara çözüm bulmanın, insanları yanlışa düşürebileceğini düşünmekteler. Dolayısıyla rivayetleri çoğaltma oranında, sorunların çözümüne katkı sunacak metinlere sahip olacaklarını düşünmekteler. Bu ise rivayetlerin kabulünde, metin tenkidini reddetmeye, sadece metin tenkidiyle yetinmeye, senette de müsamahakâr davranmaya ve bütün bu durumların hadisi kurtarmaması durumunda ise, rivayeti atmadan sadece beklemeye almaya onları yöneltmiştir.
Maalesef muhaddislerimizin bu hatalı yaklaşımları, muteber hadis kitaplarımıza pek çok zaaflı hadisin girmesine yol açmıştır. Nitekim geçen yazımızda Buhari ve Müslim’de geçen bu tür sorunlu rivayetlerden epeyce örnekler vermiştik.[16] İnşallah gelecek yazımızda kütüb-i site müelliflerinin özellikleri üzerinde duracağız.
Sözümüzün sonu yücelerin yücesi olan Allah’a hamdtır. İsabet ettiğimiz hususlar için Ona hamd eder, yanılgı ve yanlışlarımız için ise ondan mağfiret dileriz. Rabbimiz bize ve tüm müminlere hakkı hak bilip, ona tabi olmayı, batılı batıl bilip ondan korunmayı nasip buyursun.
[1] İbni Salah Şahrezori, Hadis İlimleri, S.334, Mütercim Yay.
[2] Prof. Dr. Talat Koçyiğit, S.294---300
[3] Prof. Dr. Ahmet Yücel, Hadis Usulü, S.215.
[4] Prof. Dr. Ahmet Yücel, Hadis Usulü, S.214. prof. Dr. İsmail Lütfü Çakan, Hadis usulü, S.138,139. DİA. C.29. S.495. Prof. Dr. Ahmet Keleş, Hadis Tarihi ve usulü Dersleri, S.187.
[5] Prof. Dr. Ahmet Yücel, Hadis Usulü, S.171. İbni Salah Şahrezori, Hadis İlimleri, S.15, Mütercim Yay.
[6] İbni Salah Şahrezori, Hadis İlimleri, S.47, Mütercim Yay.
[7] İbni Salah Şahrezori, Hadis İlimleri, S.152, Mütercim Yay.
[8]İbni Salah Şahrezori, Hadis İlimleri, S.152, Mütercim Yay.
[9] Prof. Muhammed Ebu Zehra, Mezhepler Tarihi, S.554, Çelik Yay.
[10]İbni Salah Şahrezori, Hadis İlimleri, S.210, Mütercim Yay.
[11] Prof. Dr. Ahmet Yücel, Hadis Usulü, S.173.
[12] İbni Salah Şahrezori, Hadis İlimleri, S.96, Mütercim Yay.
[13] Hâlbuki senetten hareketle bu metni resulullah (s.a.v.) söylemiştir denilmesinde bir mahzur görmedikleri açık. Ayrıca ehli hadisin, Kur’an’dan hareketle itiraz edenlere de, nebi (as.)’in sünnetini ret ediyorsun diyerek hakaret edip saldırdıkları da ortadadır.
[14] Tesahül: Lugat manası kolaylık gösterme, müsamaha ile hareket etme işi sıkı tutmamadır. Burada kastedilen ise vaazlarda, terğib ve terhib konularında mevzu hadislerin dışındaki hadisleri isnat belirtmeden aktarmadır. (Çev.)
[15] Dikkat edilirse hadisten şüphelenilse bile, hadis rivayet edilmeye devam edilmekte, sadece rivayetin mutlaklığı anlamına gelen bir lafzın kullanılmaması istenilmektedir. Halbuki zaten senedi ne kadar sağlam olursa olsun, bütün hadislerde zaten zannilik söz konusudur. Zira mütevatir haber sadece kesindir ve mütevatir olan hadiste yoktur. Sadece mütevatir sünnet vardır. Nitekim İbni Salahta mütevatir hadisin olmadığını söylemekte, sadece “kim benim yerime yalan söylerse”rivayetinin mütevatir kabul etmektedir. (İbni Salah Şahrezori, Hadis İlimleri, S.371, Mütercim Yay.)
[16]Abdulhakim Beyazyüz, Hadislerimize Mevzu Hadis Kriterleri Uygulandı mı? www.Haksözhaber.net