Mevcut Eğitim Sistemi Ufuk Daraltıyor

Islah-Haber'in yeni eğitim yılı soruşturmasına katılan eğitimci-psikolog Esra Saraç Ay'ın verdiği cevap...

Islah Haber’in “Eskisiyle Yenisiyle Türkiye’de Eğitim Sistemi” soruşturması devam ediyor. Soruşturmanın birinci bölümü olan “Eğitim Sisteminin Yapısal Açıdan Değerlendirmesi” başlığı altındaki sorulara Kocaeli Özgür-Der Girişimi yöneticilerinden eğitimci Esra Saraç Ay’ın cevabını ilginize sunuyoruz:

***

SORULAR

1- Türkiye yeni eğitim-öğretim dönemine 4+4+4 sistemi ile giriyor. Bu, çok yönlü bir değişimi içermektedir. Öncelikle bize bu yeni sistemin gerek içerik ve gerekse de biçimde genel olarak ne tür değişiklikler öngördüğünü anlatır mısınız?

2- Yeni sistemin form olarak içerdiği önemli değişikliklerden birisi de, 68 ay olan 1. sınıf eğitime başlama yaşının zorunluda 2 ay, veli isteğinde 3 ile 8 ay erkene çekilmesi olarak öngörülüyor. Bu sınırın belirlenmesinde bir karmaşanın olduğu da gözleniyor. Eğitim yılının daha da erkene çekilmesine neden ihtiyaç duyulmuş ve tam olarak neyi içermektedir? Bunun çocuklar üzerinde pedagojik açıdan ne tür etkilerinden söz edilebilir?

3- Bu düzenlemeyle eğitimde zorunluluk süresi 12 yıla çıkmış bulunmakta. Sistematik eğitimde zorunluluk ilkesini insan fıtratı açısından nasıl değerlendiriyorsunuz? Günümüzdeki genç kuşakların bünyesi bu yoğunluğu kaldırıyor mu?

4- 4+4+4 sisteminin yol açtığı sorunlar arasında iki tanesi dikkat çekiyor. Bunlardan biri öğretmenlerin önemli bir kısmının tayin sorunu iken ikincisi de okul statülerinin değişmesi ve öğrenci sayısının artmasıyla birlikte oluşacağı söylenen sabahçı-öğlenci problemleri, müstakil bina ihtiyacı, sıraların yetersizliği, öğrencilerin daha uzaktaki bir okula servisle gitmesini gerektiren fiziksel yetersizlik vb. sorunlar… Yeni sistemin bu anlamda istikrarını bozduğu öğretmen ve öğrencilerin durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

5- Öte yandan Türkiye’deki eğitim sisteminin yapısal olarak kronikleşmiş bir diğer sorunu da Tevhidi Tedrisat olarak karşımıza çıkıyor. 700 bin personeliyle MEB, Ankara’dan yönetilebilir durumda mıdır? Müfredatı ve yönetimi merkezden belirleyen MEB vesayeti beraberinde ne tür sıkıntılar getirmektedir?   

6- Mevcut Tevhidi Tedrisat kanunu ile beraber düşünüldüğünde “özel eğitim” ne kadar özel? Dershanelere, vakıf-dernek vb. de sertifikasyon verilmeli midir?

7- Farklı eğitim modelleri bağlamında Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde uygulanan “Ev okulu” sistemi söz konusu. Türkiye bu türden uygulamalara izin vermeli midir? Verdiği takdirde bu tip modellerin sürdürülebilirliği olduğunu düşünüyor musunuz?

8- Eğitimin uygulanmasında karşılaşılan bir diğer sorun da karma eğitim modelinde karşımıza çıkıyor. Bu uygulamaya karşı var olan tepki yalnızca dindarların ideolojik eğilimi ile açıklanabilir mi? Geçtiğimiz günlerde Marmara Üniversitesi’nden bir grup bilim adamı kız ve erkek öğrencilerde öğrenim sürecinin farklı işlediğini belirterek karma eğitim sistemini eleştirmişti. Kız ve erkeklerde öğrenim süreçleri farklı mı işlemektedir?

9- Yeni düzenlemeyle beraber İmam-Hatip Liselerinin önü açılırken ayrıca İHL’lerin Ortaokul bölümü de açıldı. Mesleki-teknik Liselerin Ortaokulu neden açılmadı? Açılmalı mı? İki çeşit ortaokulun anlamı nedir?

10- Yüksek öğrenimde kaldırılması öngörülen harç uygulamasıyla ilgili olarak da kamuoyunda serzenişler var.  Özellikle de uygulamanın birinci öğretim ile sınırlı olup ikinci öğretime yansımaması eleştiri konusu yapılmaktadır. Bu uygulamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

***

Esra Saraç Ay’ın cevabı:

EĞİTİM SİSTEMİ ÇOCUKLARIN PSİKOLOJİSİNİ BOZUYOR

Türkiye’de Ak Parti iktidarıyla birlikte eğitim alanında pek çok değişiklik yapıldı ve yapılmaya devam ediliyor. Bunun arkasındaki nedenleri irdelerken niyet okuma anlamına gelecek yorumlardan kaçınarak tespit ve eleştirileri sürdürmeliyiz.

Öncelikle şunu ifade etmek gerekiyor; Ak Parti iktidarı dönemince önceki hükümetlere nazaran sık sık yapılan özellikle sınav sistemindeki değişiklikler öğrencileri çok zorladı, kafa karıştırdı ve daha çok sermaye sahiplerinin işine geldi. Özel okullar, dershaneler, özel ders merkezleri, eğitim danışmanlığı yapan kişisel gelişim kurumları hem sayıca hem de ekonomik açıdan çok büyüdüler. Ailelerin eğitime ayırdığı bütçe gittikçe artarak temel ihtiyaçlar kategorisinde değerlendirilmeye başlandı. Bu durum hem çocuk ve gençler hem de ebeveynler üzerindeki psikolojik baskıyı arttırdı.

Anne-babalar kendilerini daha çok para kazanmaya mecbur hissediyorlar ve bunu çocuklarına ezici bir biçimde yansıtıyorlar.“Senin için bu kadar çalışıp şu kadar para harcıyoruz, sen de derslerine çalışıp bir üniversite kazanmalısın!” şeklinde özetlenebilecek bu baskı çocuklarda performans kaygısına ya da farklı savunma mekanizmaları geliştirerek umursamaz davranışlara neden olabiliyor. Eğitim sistemindeki çarpıklıklar nedeniyle çocukların öğrenmeleri, keşfetmeleri, düşünmeleri değil bilgi yüklenmeleri isteniyor. Bu da onların başarıdan gittikçe uzaklaşmalarına, bununla birlikte psikolojik ve sosyal problemlerin artmasına neden oluyor.

Çocuklar bu hengâmeye öyle bir kaptırılıyorlar ki kendilerini tanımak, hayatı anlamlandırmak, sosyal ilişkiler geliştirmek gibi becerilerden gittikçe uzaklaşıyorlar. Muhakeme becerileri gittikçe azalıyor. Ailelerinin beklentilerini net bir biçimde anlamış olsalar da bu beklentileri nasıl karşılayacaklarını, mesela nasıl ders çalışırlarsa sınavlarda başarılı olabileceklerini bilmiyorlar. Daha çok ders dinlemek ve daha çok test çözmek onlara başarının tek yolu gibi görünüyor. Anne-babalar da buna inanıyor. Ve özellikle meslekî altyapısı olmayan dershane rehberlik servisleri çocukları ve velileri bu minvalde teşvik ediyor. Hâlbuki her çocuk farklı öğrenir. Ve başarı bir üniversiteyi kazanmak demek değildir.

Mevcut durum pek çok yetersizlik ve olumsuzluğu barındırsa ve istenilen ölçüde olmasa da Ak Parti’nin Milli Eğitim politikalarının daha özgür, parasız, daha yaygın, bilgi depolamayı değil bilgiyi yorumlamayı önemseyen, düşünmeyi ve üretmeyi teşvik eden bir ideal yönünde ilerlediğini düşünüyorum. Burada şunu tartışmak gerekiyor; mevcut durum bu ideale ne kadar uygun veya bu ideal yönünde ilerlenirken hangi konular açık bırakılıyor?

DEVLET BİRBİRİNDEN FARKLI MİLYONLARCA ÇOCUĞUN AYNI OLDUĞUNU ZANNEDİYOR

Çocukların okula uygun olup olmadığını tartışıp, okul olgunluğu testleriyle yaşının küçük olmasının okula başlamasına engel teşkil edip etmeyeceğini (daha doğrusu kalem tutmaya, sınıfta 40 dakika oturmaya engel teşkil edip etmediğini) öğrenmeye çalışmayı çok anlamlı bulmuyorum. Bu noktada bence esas sorgulanması gereken eğitim sisteminin ve eğitimcilerin çocukların bilişsel becerilerini geliştirmeye uygun olup olmadığıdır. Bu hususta da olumsuz görüş beyan edeceğim; çocuklar okula başlayana kadar bilişsel becerilerini az ya da çok geliştirebiliyorken tektipçi, baskıcı, militarist eğitim biçim ve müfredatıyla karşılaşınca bilişsel ve psikolojik zararlar görmeye başlıyorlar. Bu zararı geçen sene de görüyorlardı, bu sene yine görecekler.

66 aylıklar için olduğu kadar 72 aylıklar için de 40 dakika boyunca aynı yerde sessizce oturmalarını istemek hiç pedagojik bir istek değil. Bakanlık bunu kısmen farketmiş olmalı ki 1. sınıf müfredatına oyunlar sokmaya çalışıyor. Ama o oyunlar o sistemin içinde hiç de şık durmuyor. Takım elbiseli, kravatlı kocaman adamların 5-6 yaş çocuklarıyla sek sek oynadığını düşünebiliyor musunuz? Üstelik çocuklarımızı emanet edeceğimiz bu öğretmenin sırf puanı hukuka yetmediği için sınıf öğretmenliği tercih ettiğini; sırf 3-5 matematik sorusunu daha hızlı çözebildiği için şu anda görev yapabildiğini; sırf sırtını devlete dayayıp daha rahat yaşamak istediği için bu bölümü yazdığını; sırf yarım gün çalışıp öğleden sonraları serbest kalmak için öğretmenlik tercih ettiğini düşünürsek, içimiz elverir mi? Elbette bütün öğretmenler böyle değildir ama bu tiplerin az olduğu da iddia edilemez.

Açıkçası bu, öğretmenlerin kabahati değil, tipik bir sistem sorunu. Sistem lise mezunu gençleri bu şekilde düşünmeye itiyor, eğitimciliği metalaştırıyor, sermayenin kucağına atıyor. Öte yandan düşünen, üreten, çocukları seven, eğitim işine gönül vermiş insanlara belli bir biçim ve müfredatı dayatarak sınıfında özgür olmasına izin vermiyor. Bu gibi öğretmenler de sınıfa girdiklerinde çocukların ihtiyaçlarına göre değil, devletin yönergelerine göre hareket etmek zorunda bırakılıyor. Devlet, hiç de bilimsel olmayan bir biçimde, her biri birbirinden son derece farklı olan milyonlarca çocuğun aynı şeye ihtiyacı olduğunu zannediyor.

Öğretmenin kişisel deneyim, bilgi ve becerileri sadece sınıfın sessizliğini korumak için kullanılabiliyor.

Her sabah aynı ezberi tekrar ederek okula giden, aynı kıyafetleri giyip“Hazır ol!”da duran, hizaya geçirilip “Marş marş!” sınıfına yürütülen, hizaya sokulmuş sıralarda hizaya sokulmuş bilgilere maruz bırakılan,“Sus!” deyince susması “Konuş!” deyince kendisinden beklenenleri konuşması istenilen bu çocuklar sonuç olarak mantıksızlığın ve militarizmin kucağında büyüyorlar. Ne okul ne de meslek tercihlerinde sağlıklı davranamıyor ve kendilerine özgü olan ne varsa yavaş yavaş yitiriyorlar. Özel bir çaba gösterilmediği sürece zarar görüyorlar. Bu şekilde yetiştirilmiş insanların öğretmen olmuş versiyonu da bir ezber tekrarından öteye gitmiyor ve maalesef çocukların yanına yakışmıyorlar.

AK PARTİ EĞİTİM SEKTÖRÜNÜ TEDAVİ ETMEYE ÇALIŞIYOR

Türkiye’de eğitim, Milli Eğitim Bakanlığıyla, eğitim fakülteleriyle, öğretmenleriyle, dershaneleri ve özel ders merkezleriyle ticari bir sektördür. Eğitimin biçim ve müfredatı tüm detaylarıyla hasbelkader ulus-devlet sınırları içinde kalmış tüm farklı coğrafya ve kültürlerde aynı olacak şekilde geliştirildiği ve bu dayatıldığı sürece eğitim bir sektör olarak kalmaya devam edecektir. İnsanlar puanları yettiği, çalışma koşullarını kendisine uygun bulduğu, elindeki diplomasını başka bir şekilde kullanma imkânı olmadığı gibi mecburi nedenlerle öğretmen olduğu sürece eğitim ticari bir sektör olarak kalmaya devam edecektir.

Eğitimin biçim ve müfredatı Milli Eğitim Bakanlığı onayından özgürleştirilmediği sürece yapılan değişiklikler yetersizdir, köksüzdür.

Bu köklü sorunla birlikte Ak Parti’nin yaptığı değişiklikler arasında kısmi olarak oldukça olumlu şeyler de var:

1. Eğitim sisteminin kesintili hale getirilmesi ve kapatılan İmam-Hatip okullarının açılması: Bir darbe ürünü olan kesintisiz eğitim, çocuklarını İslami kural ve değerlere göre yetiştirmek isteyen aileleri sınırlandırıyordu. Şimdi bu ailelere nispeten izin veriliyor. Ama bu sırada kapatılan diğer meslekî ortaokulların açılmaması bir olumsuzluktur. Ayrıca çocukların okullarda başlarını örtmelerinin hâlâ yasak olması bir olumsuzluktur. Ve en önemlisi de zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılmış olması eğitimin özgürleştirilmesi yönündeki başlıca engellerdendir, ailelere güvenmeyen devletin despotizmidir, çocuklarımızı en verimli çağlarında ellerimizden zorla almaları anlamına gelmektedir.

2. Seçmeli Derslerin Getirilmesi: Zorunlu eğitim sistemi içinde seçmeli ders bir teneffüs anlamına gelecektir. Eğer bu seçmeli dersleri gerçekten de öğretmen ya da yöneticiler değil de çocuklar ve aileleri seçecekse bu, özgürleşme yolunda önemli bir adım olacaktır. Ki seçmeli ders seçenekleri incelendiğinde çocukların bilişsel yeteneklerini geliştirebilecek, bilgi yüklemeyi değil düşünmeyi, keşfetmeyi sağlayacak nitelikte dersler görülmektedir.  Yazarlık ve Yazma Becerileri, Okuma Becerileri, Bilim Uygulamaları, Bilişim Teknolojileri ve Yazılım, Drama, Zekâ Oyunları, Görsel Sanatlar gibi seçmeli dersler -eğer içerikleri hakkıyla doldurulabildiyse- çocukların bilişsel yeteneklerini geliştirebilecekleri önemli imkânlar olarak görünmektedir. Öte yandan devletin şimdiye dek cephe aldığı Kürtçe, Kur’an-ı Kerim, Siyer gibi derslerin de seçmeli olarak müfredata konulması önemli bir adım. Burada şunu da ifade etmek gerekiyor ki, Kur’an-ı Kerim dersinde Kur’an’ın yüzünden okutulmasının öğretilecek olması ilkesel anlamda pek de bir anlam ifade etmiyor. Ayrıca Siyer dersinde nasıl bir peygamber algısının empoze edileceği, Temel Dini Bilgiler’de nasıl bir din algısı sunulacağı ayrı bir tartışma konusu. Bu derslerin isim olarak müfredata girmesi, yüzünü halka dönmekten öte bir anlam taşımıyor.

EĞİTİM SİSTEMİ UFUKLARIMIZI DARALTTI

Türkiye’de eğitim sistemi gerek biçim gerek de müfredat bakımından son derece militarist, tek tipçi ve dayatmacıdır. Ayrıca pedagojik açıdan son derece problemlidir. İşin kötü yanı bu ülkede yaşayan hemen herkes bu eğitim sisteminin tornasından geçtiği için olsa gerek muhalif kesimlerin bile ürettiği eğitim programları benzer özellikler gösteriyor. Örneğin biz İslamcılar çocuklarımız 9 ay boyunca seküler/laik bir eğitim aldıkları için yazları İslami eğitim almalarını istiyor ve yaz okullarına gönderiyoruz. Yaz okullarında eğitimler her ne kadar İslami içeriğe sahip olsa da biçim olarak çoğunlukla dayatmacı ve militarist görüntüler çiziyor. Tıpkı devlet okullarında olduğu gibi yaz okullarında da hizaya sokulmuş sıralarda öğrencilerin hizaya sokulmuş bir şekilde sessizce oturup hizaya sokulmuş bilgileri öğrenmelerini veya ezberlemelerini istiyoruz.

Devlet okullarda Atatürk ilkelerini “ezber”letirken biz İslam’ın şartlarını, kısa sûreleri vs. ezberletiyoruz. Okullarda pozitivist bilim formülleri üzerinde düşünülmeden öğretilirken biz İslami ilkeleri, hadisleri, ayetleri vs. yorumlamadan öğretmeye çalışıyoruz. Onlar çocukların keşfetmelerini, bilgi yoğunluğu az bile olsa içselleştirilerek özümsemelerini, düşünmelerini, tartışmalarını istemiyorlarken biz de yaz okullarında 5-6 haftalık süre boyunca belli bir ekolün İslam yorumunu, İslam Tarihini, Kur’an’ı yüzünden okumayı vs. öğretmeye çalışıyoruz. Müfredat farklı olsa bile tarz olarak ezberci ve dayatmacı oluyoruz. Hâlbuki çocukların Kur’an’ı veya İslam tarihini veya peygamberlerin isimlerini ezberlemeleri Allah katında nasıl bir değer ifade edebilir? Bunu sorgulamıyoruz. Olması gereken “bir çocuğun tuz çözeltisinin iyi bir iletken olduğunu bilmesi” değil, bunu hayatında kullanabilmesidir. Aynı şekilde “İsmail peygamberin Hz. İbrahim’in oğlu olduğunu bilmesi” değil İsmail gibi yaşamanın önemini keşfetmesidir.

ALTERNATİF EĞİTİM MODELLERİ OLUŞTURMALIYIZ

Resmi eğitim sistemini tartışırken kendi içimizdeki eğitim sistemleri de masaya yatırılmalı ve öncelikle kendi özgün modellerimizi ortaya koyabilmeliyiz.

Bu noktada ev okulları da gündeme gelmelidir. Dünyada 19. yy. sonları ve 20. yy. başlarında Steiner ve Montessori gibi kuramcılar farklı eğitim modelleri üzerinde çalışmışlar. Bu modeller, Türkiye’de daha çok anaokullarında şu yıllarda daha popüler. Bu Avrupalı düşünürler insan fıtratına çok daha uygun, gelişim noktasında da çok başarılı sistemler oluşturabilmişler. Farklı tarih ve coğrafyalarda yaşayan biz Müslümanlar da kendi kimliğimizle, kendi ilkelerimiz doğrultusunda, kendi sosyal yapı ve coğrafyamıza özgü eğitim modelleri oluşturabilmeli ve yine kendi ihtiyaçlarımız doğrultusunda mevcut eğitim sistemini eleştirerek talepler oluşturabilmeliyiz.

Ev okulları, gerek biçim gerek teknikler gerekse de müfredatlar konusunda kişilerin özgür oldukları bir sistemi öngörmektedir. Dileyen ebeveynler evlerini veya vakfedilen dernek gibi sivil ortamları bir okula dönüştürerek diledikleri eğitim modeli ve müfredatını, çocukların istek ve ihtiyaçlarına uyarlayarak özgürce uygulayabiliyorlar. Bu şekilde ebeveynler diledikleri hayatı çocuklarıyla birlikte yaşayabiliyor, çocuklarına daha farklı spor ve sanat gibi alanlarda aktivite imkânı sağlayabiliyor, en önemlisi de çocukların neşelerini kaybetmelerine izin vermemiş olabiliyorlar. Çünkü şu anda mevcut okul binaları çevre psikolojisi açısından incelendiğinde son derece rahatsız edici yapılardan oluşuyor. Çocuklar bu militarist yapıların içerisinde mutsuz oluyorlar. Sadece bu mutsuzluktan onları korumak için bile ev okulları desteklenmesi gereken bir projedir. Fakat bunu yapmak şu anda Türkiye’de devlet nezdinde yasallık ifade etmiyor.

DEVLET EĞİTİMDEN ELİNİ ÇEKMELİ

Yaşadığımız coğrafyada hüküm süren Kemalist rejim Althusser’in tanımıyla devletin ideolojik aygıtları olan okullar aracılığıyla varlığını korumuş ve güçlendirmiştir. Ötekileştirdiği sosyal gruplar üzerindeki tahakküm ve asimilasyon politikalarını da zorunlu eğitim sayesinde uygulayabilmiştir. Zorunlu eğitim sayesinde Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı, sistemin izin verdiği ölçüde “Müslüman”, gerektiğinde son derece seküler, kanının son damlasına kadar “Türk” ve “asker” bir toplum yetiştirme idealini yaşatabilmişlerdir. Ne var ki bu ideal günümüz koşullarında iflas etmek üzeredir. Zira eğitim felsefesini temelsiz bir ideolojiye dayandırmış olan Kemalizm, kendi kadrolarını üretememiş, değişen dünyaya kendini uyarlayamamış ve hep ideal hedef olarak gösterilen “Modern Avrupa”ya yetişmekte geç kalmıştır. Bu yüzden yetiştirebildiği nesil Avrupa’nın bilim ve tekniğinden ziyade kültür ve ahlakını almış, “asil kan”ını sağladığı “Türklük” algısı boş bir fanatizmden öteye geçememiş; geleneksel değerlerinin yerini futbol, eğlence ve moda almıştır. Ne yazık ki bu nesil hem Kemalistleri hem de kendi ailelerini hayal kırıklığına uğratmıştır.

Şimdi Ak Parti, bunca yıldır ötekileştirilmiş ve hor görülmüş geleneksel dindar kitlelerin temsilcisi olarak kendi idealleri doğrultusunda bir nesil yetiştirme çabası içine girmiştir. Devleti halka sırt çevirir pozisyondan kurtarmaya çalışmakta ve bu yönde bir takım değişiklikler yapmaktadır. Ak Parti iktidarı boyunca gerek eğitim gerekse de farklı alanlarda yapılan değişiklikler toplumla devletin barışmasını sağlamış olsa da İslami açıdan problemlidir. Ayrıca pedagojik faydaları tartışılmalıdır. Biz Müslümanlarsa bu değişikliklerden yeri geldikçe istifade ederken olumsuz yanlarını da ortaya koyabilmeliyiz. En önemlisi de kendi ilke ve değerlerimiz doğrultusunda çocuklarımızı eğitme talebimizden kesinlikle ödün vermemeli, azıyla yetinmemeliyiz. Kendi okullarımız açılana ve devlet eğitimden elini çekene kadar mücadelemizi sürdürmeliyiz.

 

Röportaj Haberleri

“Suriye’ye geri dönüş tartışması, empati yoksunu ve yersiz”
Türkiyeli bir mücahid ile Suriye devrimi üzerine…
"Solun bir kısmı mezhepçilikten bir kısmı da İslam düşmanlığından Esed'i destekliyor"
Suriye'nin korku hapishaneleri: Sednaya, Tedmur ve Suriye’nin yeni hafızası
"Suriye devrimi Türkiye'nin de zaferidir!"