Metrodan Taşan Cumhuriyet Coşkusu!

SİNAN ÖN

Ritüeller, herhangi bir inanca sahip olmadığını öne süren insanlar arasında da oldukça yaygın bir olgu. Tapınma, büyü, coşku ve vecd gibi hallerle gerçekleşen bu davranışlar, nitelikleri farklı olsa da nicellik olarak fazlasıyla hayatımızda yer alıyor.

Ritüelleri ile kişi, davranışlarını anlamlandırıp düzenleyerek varolma çabasına giriyor. Batıl ya da hak,  rasyonel ya da romantik olması burada fark etmiyor. İnsanlara hitap edecek düzeyde neyin doğru ya da yanlış olduğuna dair bir inanç, ancak kişinin kendi içsel dünyasında anlam buluyor.

Buradaki asıl sorun, yapılan bireysel ya da kitlesel davranışların insanların primatif dönemlerine ait davranışlardan ibaret olduğunu düşünmek! Çelişki ise bu primatif eylemleri yapanların, sedece diğerlerini primatif eylemlerde bulunuyor sanarak,kendilerini karanlıklardan aydınlığa çıkan ve diğerlerine de yol gösteren“çoban yıldızı” olarak görmeleri!

Buna belki de en yakın ve doğru örnek 29 Ekim kutlamaları oldu sanırım. Meydandaki “coşkularını” dizginleyemeyenler işi Metroda devam ettirmeye kalkınca, “karanlıkta” kalmış ötekiyle çatışmaları kaçınılmaz oldu! Primatif eylemlerini çoğunluk olmanın verdiği “hayvansal” içgüdü ile dışa vuran tipler işi taciz boyutuna kadar vardırdılar!

Nizam ve düzen, insan hayatında belirsizlikleri gidermek için bir ihtiyaçtır. Hukuk kuralları yanında, yazılı olmayan ancak binlerce yıldır süregelen töreler ve kültürel davranışlar sosyal düzenlere dâhildir ve olmalıdır. Her yerde ve zamanda kolluk güçlerinin kontrolüne ihtiyaç bırakmayacak törelerdir bunlar! Buna en çok aşırı güvenlikçi iktidardan şikâyetçi olan ve son zamanlarda  “demokrasi” kavramını dillerinden düşürmeyenlerin hassasiyet göstermeleri gerekmiyor mu?

Öyleyse nedir bu hassasiyet?  Kendileri gibi düşünmeyen, güç yetirebilecekleri birini taciz etmek mi?

Ritüeller insanoğlunun bilinçli olarak tercih ettiği ya da bilinçsiz olarak ifa ettiği veya sorgulamaya hacet duymadığı dogmalar olabilir. Birileri için “su içme ihtiyacı” gibi sıradanlaşmış bir alışkanlık haline de dönüşebilir!

Ancak bu Kemalistlerin Ritüelleri oldukça bilinçli, çünkü direk ötekini hedef alıyor ve toplumsal. Oysa hiçbir Müslüman örn; namaz kılarken diğerini taciz etmek gibi bir amaç taşımaz, onun derdi Rabbine kulluk vazifesini ifa etmektir. Hatta bu eylemi sıradanlaştırdığı ve salt alışkanlık şekline dönüştürdüğü için eleştirilecek kadar bireyseldir eylemi! Kaldı ki, Metroda namaz kılan bir Müslüman olsa idi bu kitlenin tepkisini düşünebiliyor musunuz?

Burada şu soruyu sormak gerekiyor;  bu insanlar neden kitleler halinde böyle Ritüeller icra ediyorlar?

Çünkü din, yaratıcı ile yaratılan arasındaki ilişki biçimidir. Bireylerin tek tek kabul ettiği dinin, 'birlik olun' mesajına uyan insanlar, beraber ibadet ederler. Yalnızca dinde değil; bu ilişki biçimine “şirk koşan” toplumlarda, dinlere ait bu formu benimserler. Çoğu inanç, aktivite, toplum sınıfı, eğlence gibi konularda ortak hareket eden insanlarda bir araya gelip benzerlerini yaparlar. Ritüellerin Cumhuriyet kutlamaları, Laiklik Resepsiyonları, Lgtb yürüyüşleri, futbol maçları ya da kitlesel konserler olması durumu değiştirmez! Verilen örneklerde yapılanları,” inandığı değerlere tapınma”olarak özetlemek mümkün!

Bu insanlar yaptıklarında bilinçli değil,yaptıkları eylemi şekilsel olarak “uydum kalabalığa”yapıyorlar, tarzında bir itiraz gelebilir. Olabilir bu mümkün!

Şekilcilik, gerçekleştirilen Ritüelin anlamını kavrayamama, bilinçsiz hareket etme olarak tarif edilebilir. Bazen bir toplumsal gruba kabul görmek için yapılabilir. Burada tapınmanın asıl maksadı, kutsalın rızasına ermek olması gerekirken, diğer grup üyeleri olabilir. Buna İslam “münafıklık” diyor.

Metrodaki tapınma hadisesinde, kimlerin münafıklık yapıp yapmadığını bilemeyiz. Bize ne aynı zamanda, “kutsalları” bilsin! Bununla birlikte bilinmeyen ve gizli şeylere toplum hayatında kuşkuyla bakılır. Hatta dedikodu, efsane ve hurafeler bu hususlardan doğar. Çünkü yasa yapmak ve ona uymak efsane yapmak ve inanmaktan daha zordur. İnsanlık tarihi boyunca vahyin sürekli arkaya atılması bunun en belirgin örneği sanırım.

Konumuza dönecek olursak; her şeyi ulu orta ve bu şekilde mi yapmalıyız? Bu durum inançlarımızdan mı yoksa insanları yargılama biçimlerimizden mi kaynaklanıyor? Yani bizim kültürel veya toplumsal olarak varoluşumuzu bir kişiyi yargılama, kabul etme ya da etmeme biçimimiz mi belirliyor? Sağlıklı bir toplum yapısı için bu tavrın ne kadar tehlikeli olduğunu 28 Şubat döneminde şahit olduk oysa!

Çağımızın bilgi kaynakları ile kişisel fikirler, davranışlar ve tutumlar kendine yabancılaşmış bir insan tipi çıkardı ortaya! Moda olan akımlar bize dengesiz bir biçimde hem bireysel olup farklı olmayı hem de toplumsal olup farksız olmayı aynı anda dikte ediyor! O Metroda birbirinden ve herkesten farklı olduğunu zanneden kimseler, aynı “vecd” halini yaşıyorlar! Buna “toplumsal bilinç” diyebilmek mümkün mü?

Bu yazıyı hazırlarken sosyal medyaya yeni bir video düştü! Yaşanan hadiseyi kendince protesto etmek, belki duyduğu öfkeyi dışa vurmak isteyen bir kişi Metroda boydan boya yürüyerek yüksek sesle inancını paylaşıyordu!

Oysa biz vasat bir ümmetin mensuplarıyız. Vasatlık ise pasiflik ya da ortalama olmak değil dengeli hareket etmek anlamına geliyor. “Onlar bizim öğretmenimiz değil!” Bu yüzden kültürel yahut dini, bireysel veya toplumsal;  ne yapıyorsak bilinçli yapmak zorundayız. Öfkeyle ya da duygusallıkla değil!

Çünkü ötekiyle temel meselemiz iletişim kanallarının açık olmaması ve hukuk kurallarının aynı oranda içselleştirilmemiş olması sanırım. Burada yine 29 Ekim ile alakalı bir dayatmayı hatırlatmakta fayda var. İsmi lazım değil X bir havayolu şirketi uçuş sırasında uçak mikrofonlarından malum şahsın; “az zamanda çok büyük işler yaptık” nakaratını yayınlıyor. Bitince uçaktaki yolculardan alkışlayanlar yanında tepkisiz kalanlar da var! Kendi hassasiyetlerini herkese dayatmaya çalışan, bu uçak şirketini ve kabin ekibinin faşist uygulamasını kınıyorum!

Artık vazgeçin bu ilkel Ritüellerden! İnsanları korkularından ya da grup aidiyetlerinden dolayı şekilsel olarak itaat münafıklığına mecbur bıraksanız da, inancınızın bir geleceği yok! Çünkü “hak” her zaman “batıla” galip gelicidir. İnşallah bunun bizim elimizle gerçekleşmesi duasıyla, Allah’a emanet olunuz.