Mesut Yılmazın tarafı

Fehmi Koru

Türkiye'de her gün olağanüstülükler ve gariplikler yaşanıyor. Taraf gazetesinin dün manşetinden duyurduğu bir habere göre, Genelkurmay Başkanlığı adına Türkiye siyasetini dönüştürme projesi kapsamında bir eylem planı hazırlanmış. Yüksek yargı kurumlarının hizaya getirilmesinden medyanın kullanılmasına, sivil toplum örgütleri ve kanaat önderlerinin yönlendirilmesinden muhaliflerin yıpratılmasına kadar bir dizi yöntem uygulanacakmış...

Bereket, Genelkurmay Başkanlığı “Komuta katı tarafından onaylanmış böyle bir evrak ve plan yok” diyen bir açıklama yaptı da, geçmişte kamuoyunun bilgisine giren 'andıçlar' türü, komuta kademesince de onaylanmış yeni bir çalışmanın söz konusu olmadığını öğrenmiş olduk.

Bir yanda Taraf gazetesinin haberine yansıyan düşünce tarzı, bir yanda Rize ilimizi TBMM'de temsil eden eski başbakanlardan Mesut Yılmaz'ın Avrupa Parlamentosu'nda düzenlenen bir panelde sarf ettiği sözler... Bu iki örnek ne durumda olduğumuzu açığa vuruyor.

Eski başbakan Yılmaz, Avrupalı muhataplarına, “Bütün samimiyetimle söylüyorum” ifadesini kullandıktan sonra şu görüşlerini aktarmış: “Türk generallerinde ülkeyi yönetmek diye bir ihtiras ve arzu söz konusu değildir. Kişisel olarak bu arzu içinde olanlar çıkmıştır, ancak kurum bunları elemiştir. Ordunun, Batı'nın anlayamamasından rahatsız olduğu iki endişesi var: Bölücülük ve dine dayalı devlet modeli. Bu iki tehlike ortadan kalksa, siyasi iktidar yeterli duyarlılığa sahip olsa ve askere gerekli güvenceyi verse, emin olun ki asker siyasete hiç karışmaz. Ama bu iki konu kanayan bir yara olmaya devam ettikçe askerlerin bu konuda kışlalarına dönmesi beklenemez, çünkü Türkiye Cumhuriyeti'nin devamını ancak bu iki hassas konunun tehlikeye girmemesinde görmektedirler. / Bu konuda aşırı duyarlılar ve bu duyarlılık sadece onlarda değil, toplumun büyük kesiminde vardır.”

Genelkurmay'ın komuta katınca sahiplenmediği proje ile Mesut Yılmaz'ın deneyimlerine dayanarak 'bütün samimiyeti ile' dile getirdikleri arasında bir uygunluk hemen fark ediliyor. Sahipsiz kalan belge Yılmaz'ın dillendirdiği endişelere bir cevap teşkil ediyor çünkü. Bölücülük ve dine dayalı devlet modeli endişesi duyan kurum, tehditleri bertaraf etmek üzere geçmişte nice 'andıçlara' konu olmuş toplumsal projeleri hayata geçirmeyi hakkı sayabiliyor.

Burada cevabı aranması gereken iki soru var: Türk Silâhlı Kuvvetleri'nde var olduğunu Mesut Yılmaz'dan bir kez daha işittiğimiz bu iki endişe gerçeklere mi dayanmaktadır, yoksa sanal mıdır? Bu bir. Bir de, yine Yılmaz'ın öngördüğü biçimde 'siyasi iktidar gerekli güvenceyi verse' asker siyasete karışmayacak mıdır?

Mesut Yılmaz bu ülkede uzunca bir süre başbakanlık yaptı, bu sebeple iki soruya cevabı onun devletlû dönemlerine bakarak verebiliriz. Askerler kendisinin irtica konusunda yeterli bir güvence olduğuna inandılar mı? İnandılarsa, bugün karşı karşıya kalınan gerilimlerin benzerleri Mesut Yılmaz ve onun gibiler başbakanlık koltuğunda oturuyorken de nasıl yaşandı? ANAP'ın iktidarda bulunduğu yıllarda 'dine dayalı devlet modeli' endişesinden herhalde söz edilemez. Buna rağmen yaşandı o gerilimler...

Bugün iktidarda Tayyip Erdoğan'ın başbakanlığını yaptığı Ak Parti hükümetinin bulunması 'dine dayalı devlet modeli' konusunda en büyük güvencedir. O güvenceyi bütün ilgili taraflara bizzat bu hükümet Avrupa Birliği (AB) yolunda en keskin ve sonuç getirici adımları atmakla vermiştir. Ak Parti Hükümeti'nin zorlamasıyla AB üyesi olacak Türkiye, aynı zamanda nasıl olur da 'dine dayalı devlet modeli' haline dönüşmekle suçlanabilir?

Avrupa Parlamentosu üyelerini şaşkınlıktan şaşkınlığa sürükleyen konuşmasından yukarıda alıntıladığım paragrafta gerçeklerle bağdaşmayan daha pek çok yön var; daha doğrusu muhakemesi ters Mesut Yılmaz'ın. Bu sebeple de vardığı sonucu ciddiye almak hayli zor.

Bu toplumun adam olmayacağına, illâ birilerinin vesayeti altında bulunması gerektiğine inanan bir politikacı profili çiziyor Mesut Yılmaz. Hiç değişmemiş.

Yeni Şafak gazetesi