Mes’uliyet Atakan’da Değil

Süleyman Seyfi Öğün, son günlerde çokça kitap okumasıyla gündeme gelen bir çocuğun, ihmal ve kifayetsizlik sonucu sosyal medyanın eline düşmesinin sonuçlarını değerlendiriyor.

Yeni Şafak / Süleyman Seyfi Öğün

Söyle Atakan, büyüyünce ne olacaksın? ….

Meşhûr Şakir Paşa’nın mahdûmu olan; Halikarnas Balıkçısı veyâ kısaca Balıkçı müstear ismiyle mâruf Cevat Şakir, sürgün olarak gittiği bodrum üzerinden Ege târih ve kültürüne âşık olmuştu. Bu sebeple, cezâsı bittikten sonra da geri dönmemiş, ömrünü Bodrum’da geçirmişti. Balıkçı enginar ile alâkalı çok hoş bir Ege âdeti anlatırmış. Egeli köylüler, enginar yetişirken, büyük olsun diye başına taş koyarlarmış. Enginarın, taşın ağırlığı ile baş verdiğine inanırlarmış. Yalnız bu iş sanıldığı kadar basit değilmiş. Biraz da kumar gibiymiş. Eğer enginarın kökleri zayıf kalırsa, taşın ağırlığı altında kalır, ezilir gidermiş. Yâni olacağı kadar bile olamazmış. Ama kökleri sağlamsa, murad hâsıl olur; taş, baş verdirirmiş,

Günlerdir Atakan fenomenini tâkip ederken aklıma gelen buydu. 10 yaşında bir çocuk kitaplara “dadanıyor”. Önüne gelen kitabı okuyor. Bilim, matematik, felsefe…5 ayda tam 250 kitap. Bu, aşağı yukarı 150 gün; 150 günde 250 kitap okumak; yâni neredeyse günde 2 kitap bitirmek demek..Okuduğunu söylediği kitaplar öyle lâlettayin çocuk kitapları da değil; herbiri demir leblebi. Meselâ Platon, Aristo, Rousseau, Kant gibi isimlerle liste uzuyor. Tabiî ki Atakan, 10 yaşındaki bir çocuktan beklenebileceği gibi kitap okumayı, kitapların satırlarında göz gezdirmekten ayırmayı bilmiyor. Okumak ile anlamak arasındaki farkı tanımıyor. Parça parça, iler tutar tarafı olmayan bilgiler kalmış aklında.. Onları lâlettayin söylüyor.

Bunlar çok normâl.. Çok belli ki Atakan okumaya, öğrenmeye meyilli bir çocuk. Düzgün cümleler de kurabiliyor. Yâni vâitkâr bir çocuk. Doğru ellerce ele alınsa, doğru bir yönlendirmeden geçse bir şeyler olabilir. Ama öyle olmuyor. Sosyal medyanın eline düşüyor. Birisi onu kitapçıda keşfediyor. Atakan, göz gezdirdiği kitaplardan aklında kalanları anlatmaya başlayınca birden bir dâhi çocuk muamelesi görüyor. Atakan Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi kitabını okumuş…Vavvvv…”Başka ne okudun Atakan?” Elcevap:” Aristokles’in Devleti kitabı.. Ama daha çok Eflâtun veyâ Platon olarak bilinir”…Çocuk saçmalayıp duruyor. Aristotales Aristokles, Platon Aristo oluyor. Buraya kadar çok normal. Ne yapsın çocuk? Doğru düzgün bir müdahale görmemiş. Kendisine istikâmet kazandıran birisi olmamış. Bu yüzden uçmaya devâm ediyor. “Spinoza’nın Ethica’sını da okuduğunu söylüyor. Yine müdahale yok..Derken, bunları da okudum” diyerek rafta gözüne çarpan bütün kitapların başlıklarını saymaya başlıyor. İşte normâl olmayanlar bunlar. Mes’uliyet yine Atakan da değil. Ona nasıl müdahale etmesi gerektiğini bilmeyen “büyüklerinde”.. Anne baba zâten çâresiz. Anlaşılıyor ki öğretmenleri de duruma vaziyet edememiş. Çocuğun sosyal medyanın eline düşmesi de bu ihmal ve kifayetsizliklerden. Sosyal medya ise onu konuşturuyor ve Atakan’ı bir dâhi çocuk profiline oturtuyor. Tabiî ki konuşmalar giderek deli saçmaları kıvâmına geliyor. Atakan kendisine gösterilen coşturucu ilgi ve sempatiyle kontrolünü iyice kaybediyor. Bir yerde “Tek yol anarşizm” diyen Atakan ,başka bir yerde ise tam da bir anarşistten bekleneceği gibi(!) ahlâk eğitiminin şart olduğunu söylüyor. Bir Allah’ın kulu çıkıp ,”Ya hû saçmalatmayın çocuğu” demiyor. Herkes pür mütebessim, hayranlıkla Atakan’ın saçmalamalarını seyrediyor. Atakan evvelâ psikiyatrist, sonra filozof ve nihâyet cumhurbaşkanı oluyor. Annesini kameralar önünde itip kakıyor, aşağılıyor. Etrâfın kendisine verdiği rolü hakkıyla oynamaya çalışıyor. Bir damlacık çocuğu seyirlik bir malzemeye dönüştürmüş durumdayız. Atakan bunun böyle devâm edeceğini zannediyor. Âilesi ise artık kontrol etmekte zorlandıkları bu çocuğun, sağladığı bu şöhret üzerinden iyibir eğitim kuruluşu tarafından sâhiplenmesi için didiniyor. Ama Atakan’ın istikbâli kararıyor. Bilemiyorum, eğer gerçekten bir cevheri varsa, Atakan’ın iyi bir eğitim ve öğretim görmesi gerekir. Ama, hâzin olan şu ki; Atakan artık ne eğitilebilir, ne de öğretilebilir bir durumda. Bir dâhi muamelesi gördüğü ve her saçmalaması ödüllendirildiği için savrulmuş gitmiş durumda. Bir müddet sonra ne sosyal ne de konvansiyonel medyanın alâkasını çekecek.Unutulup gidecek. Bu travmatik geçişlerin Atakan üzerindeki tesirlerini varın siz hesap edin.

Seneler evvel Oto Sanayii çarşısında şâhit olduğum bir hâdiseyi hiç unutmam ve hep gülerek hatırlarım. Sıcak bir yaz günüydü. Bir oto ustası, dükkânının önünde, içerideki işlerinin bitmesini bekleyen bir kaç müşterisiyle çene çalıyordu. Adamlar, aman işleri bozulmasın diye ustanın laflarını düzenli kafa hareketleriyle onaylıyorlardı. Usta da adamlara oğlunun ne kadar akıllı, başarılı ve becerikli olduğunu abarta abarta anlatıyordu. Çocuk bir dâhiydi(!). Bir ara söylediklerini ispatlaması için içeride çalışan oğlunu çağırdı. Çocuk elinde bir âlet, kan ter içinde geldi. Babası sordu .” Hadi bakalım söyle amcalarına; büyüyünce ne olacaksın?”..Çocuk hemen hazırola geçti ve yüksek perdeden cevâbı yapıştırdı:” Atom âlimi”..Usta tarafından rehin alınmış olan müşteriler , gönüllü gönülsüz “Maşaallah” çektiler. Baba mest olmuştu. “Afferim lan” dedi..Çocuk işinin başına dönerken keyiften ensesine bir tokat patlatmayı da ihmâl etmedi…. Ne dersiniz, o çocuk ne olmuştur?…

Yorum Analiz Haberleri

Devrim ile derinleşen kardeşlik: Suriye & Türkiye
Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...