Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi öğretim görevlisi Tarkan Zengin’in Star Açık Görüş’te yer verilen yorumu şöyle:
Meslek kuruluşları neden ve nasıl değişmeli?
Ülkemizde kamu kurumu niteliğinde olan meslek kuruluşları arasında en çok eleştirilenler, barolar, mimar ve mühendis odaları ile tabip odaları ve bunların birlikleridir. Ülkemizde faaliyet gösteren meslek kuruluşlarının, meslek ve meslek mensuplarını ilgilendirmeyen hususlarla ilgili marjinal sayılacak tutumlar sergilemeleri tartışılmalarına neden olmaktadır. Bu konuda çok sayıda örnek verilebilir. Son olarak İzmir’de yaşadığımız depreme ve kaçak içki üretilmesine yönelik yaptıkları açıklamalar bile bu kuruluşların yönetimlerinin ideolojik gözlüklerini çıkarmayacağını göstermektedir. Bu meslek kuruluşlarının daha önce yaptıklarına baktığımızda içinde yaşadığı toplumun töresine karşı olan, İslam’a ait değerlere düşmanca tavırlar sergileyen, milli meselelerde devletimizin değil başka devletlerin yanında saf tutan yönetimlerinin mesleki sorunlara ve meslek mensuplarının sorunlarına uzak oldukları görünmektedir.
İdeolojik aygıt olma ısrarı
Türk Tabipler Birliği (TTB) İzmir depremiyle ilgili sözde bir ‘Değerlendirme Raporu’nda yer verdiği bazı maddeler ideolojik aygıt olmaktan çıkmak istemediklerini gösteriyor. Devlet, millet ve sivil toplum örgütlerinin el ele vererek yaralarımızı sarmaya ve acılarımızı dindirmeye çalıştığı bir dönemde TTB sözde raporunda, “kurtarma alanlarında ve yaralı transportlarında fiziksel mesafe, maske ve hijyen kuralları gibi önlemlerin aksadığını”, “kurulmuş olan çadırlarda yağmur arklarının olmadığını” ve “depremle ilgili toplum bilinçlendirme çalışmalarının; deprem öncesi, anı ve sonrası yapılacaklara ilişkin eylem planlarının etkin biçimde hazır olmadığını” söylüyor. Mesela TTB’nin son önemli tespitini! ele alalım. Deprem olur olmaz devlet tüm imkanlarını seferber etmiş, binlerce görevli ve gönüllü yüreğini ortaya koymuş ve kısa sürede yaralar sarılmaya çalışılmışken “eylem planlarının hazır olmadığını” söylemek akıl tutulması değil de nedir? Terörle mücadeleye “halk sağlığı” gerekçesiyle karşı çıkan TTB, kurtarma alanlarında maske kullanılmadığını söyleyerek “halk sağlığı” konusunda ne kadar duyarlı! olduğunu gösteriyor. Devletimizin İzmir’de depremzedelerimizin geçici olarak barınacakları ve kısa süre sonra bitecek olan konteyner kentin yapım çalışmasına başladığından haberleri olmadığından “çadırlarda yağmur arklarının olmadığı” gibi önemli bir eksikliği! dile getiriyor.
TTB, 67 kişinin hayatını kaybettiği sahte içki sorununun nedeni olarak “alkollü içki fiyatlarının yüksekliği” tespitini yapıyor. TTB’ye göre “yasaklar, yüksek vergi artışları ve engellemeler merdiven altı üretimi tetikliyormuş.” Anlayacağınız kaçak içki üretenlerin hiç kabahati yokmuş. Sadece TTB değil TMMOB Kimya Mühendisleri Odası da benzer tespitler yaptı. Onlara göre de “alkollü içkilerdeki yüksek vergiler halkı öldürüyormuş.” Kimya Mühendisleri Odası, meslekleri ve meslek mensuplarıyla ilgisini kurmakta zorlanılan şu tespiti yapıyor: “Vatandaşlar el yakan rakıya erişemedikleri için, kendi rakılarını kendilerini üretmeye çalışıyorlar”. Onlara göre de kaçak içki üretenlerin suçları yokmuş. Bütün suç vergilerde.
Ülkemizde meslek kuruluşlarının tarihi sürecine baktığımızda 27 Haziran 1938 de kabul edilerek 1 Aralık 1938’de yürürlüğe giren 3499 sayılı Avukatlık Kanunu’nda barolar düzenlenmiş, Barolar Birliği ise 7 Temmuz 1969 tarihinde yürürlüğe giren 1136 sayılı Avukatlık Kanunu ile kurulmuştur. 1953 yılında Türk Tabipler Birliği Kanunu, 1954 yılında Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Kanunu ile Veteriner Hekimler Birliği Kanunu çıkarılmıştır. 1961 Anayasası, ilk kez Kamu Kurumu Niteliğinde Meslek Kuruluşu kavramını kullanmış, bu yapıların kuruluşunu, organlarının oluşumunu belirlemiştir.
Türkiye’nin bugün tartıştığı meslek kuruluşlarının anayasal statüsü, sivil toplumla ve demokrasiyle olan sorunlu ilişkisinin tarihî kökleri vardır. Meslek kuruluşları Tek Parti döneminin yaşam tarzı üzerinden milleti şekillendirmede kullandıkları ideolojik araçlardır. Meslek kuruluşları Tek Parti ideolojisine uygun “makbul vatandaş” yetiştirme projesinin sivil görünümlü ayaklarını oluşturmak için kurulmuştur. 1946’da çok partili hayata geçtikten sonra da korporatist zihniyet ve yapılanmalar yaşamaya devam etmiştir. 1961 Anayasasıyla kurulan bürokratik vesayet rejiminin ayaklarından birini de meslek kuruluşları, odalar ve sendikalar teşkil etmiştir.
Düzenleme neden yapılmalı?
Türkiye’de, tek parti döneminde tek parti ideolojisinin halka propagandasını yapacak yapılar oluşturdu. 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra yapılan 1961 Anayasası ile çoğunluğun seçtiği hükümete ortak olacak bir vesayet sistemi kuruldu. Oluşturulan bu vesayet sisteminin sivil ayakları olan “Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları” 27 Mayıs darbe anayasası marifetiyle hayata geçirildi. Türkiye, yakın zamanda Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçerek yeni bir döneme girdi. Bu yeni dönemde tek parti döneminin vesayet kurumu reflekslerini devam ettirmek isteyen bu yapıların demokratik dönüşümlerinin yapılması gerekir. Meslek kuruluşlarının antidemokratik yapıları ve anlayışları tasfiye edilmeden eski alışkanlarından kurtulmaları mümkün görünmemektedir. Tek parti döneminin bir ürünü olan ve ideolojik aygıtlara dönmüş olan meslek kuruluşlarının antidemokratik yapıları, mesleğe ve meslek mensuplarına ilişkin yeterince faaliyet yürütmemeleri, seçimlere katılımın az olması nedeniyle ideolojik olarak örgütlenen azınlık bir grubun yönetimleri ele geçirmeleri, zorunlu üyelik nedeniyle üyelerinin ne düşündüğüne önem vermeyen tutumları ve benzeri nedenlerle meslek kuruluşlarına ilişkin düzenleme yapmak zorunluluktur.
Meslek kuruluşlarında yasal değişiklikler yapılmasını “örgütlenme özgürlüğüne” müdahale olduğunu iddia eden bir kesim var. Oysa bu iddia son derece yanlıştır. Zira meslek kuruluşlarının şu andaki durumu örgütlenme özgürlüğüne aykırılık teşkil etmektedir. Çünkü örgütlenme özgürlüğünün gerçek bir özgürlük olabilmesi için iki yönlü olması zorunludur. Şahısların üye olma özgürlüğünün yanında üye olmama özgürlüğünün de olması gerekir. Ülkemizde meslek kuruluşlarına üye olmak zorunlu ancak üyelikten ayrılmak yasal olarak mümkün olsa da fiilen yasak. Üyelikten ayrılanlar özel sektörde mesleklerini icra edemiyorlar. Bu nedenle örgütlenme “özgürlüğüne” aykırılık teşkil eden bizzat meslek kuruluşlarının mevcut durumudur. Zorunlu üyeliğin kaldırılması gerçek bir örgütlenme özgürlüğünü getirecektir. Zira üye olmak ile üye olmamak özgürlüğü bir arada olursa eğer gerçek bir örgütlenme özgürlüğü olacaktır. Mesela sendikalarda birden fazla sendika ve konfederasyon var. İşçilerin ya da memurların istediği sendikaya üye olmak ya da üye olmamak gibi bir özgürlüğü var. Meslek kuruluşlarında da aynı yapı kurulabilir.
Demokratik çoğulculuk
Meslek kuruluşlarına ilişkin yapılması gereken ilk şey aynı unvanlar için çoklu kurulabilmesine imkân verilmedir. Barolarla ilgili yapılan düzenleme diğer meslek kuruluşları için de yapılmalıdır. Çok sayıda meslek kuruluşu kurulmasının önüne geçilmesi için örgütlenmede meslek mensuplarının en az yüzde 10’unu üye kaydetmiş olanlardan üye sayısı itibariyle birinci, ikinci ve üçüncü sıradaki meslek kuruluşlarına mevcut hakları kullanma imkânı verilebilir. Burada meslek kuruluşlarının mensupları ve diğer hizmetlerinde çeşitli belgeler vermesi zorunluluğu dikkate alınarak en çok üyeye sahip birinci, ikinci ve üçüncü sıradaki meslek kuruluşuna bu yetki verilebilir. Bu modelde demokratik çoğulculuk sağlanacaktır.
Meslek kuruluşlarını tartışırken bir ayrım yapmak gerekir. Burada özellikle diplomaya dayalı meslek kuruluşları (TBB, TMMOB, TTB) ile iş merkezli meslek kuruluşlarını (TOBB, TZOB, TESK) ayırmak gerekir. Meslek için diplomaları olmasına rağmen mesleğini icra edebilmek için barolara, tabipler birliğine, mimar ve mühendisler odasına üyelik mecburiyeti tartışmalı bir meseledir. Üniversiteden alınan diploma belli meslekleri icra etmek için yeterli sayılmıyor. Mesela bir mühendisin mesleğini yapabilmesi için üniversitenin ona mühendis diploması vermesi yeterli değil. Ya da tıp fakültesini bitirmiş bir hekimin mesleğini icra etmesi için önce tabipler odasına kayıtlı olması gerekir. Mesela bir öğretmenin ne devlette ne de özel sektörde çalışırken herhangi bir meslek kuruluşuna üye olma veya onay alma şartı yoktur. Öğretmenin özel sektörde de devlette de nasıl olacağına dair Milli Eğitim Bakanlığı karar verdiği gibi Hekimler içinde Sağlık Bakanlığı karar verebilir. Diplomaya dayalı meslekler olan hekim, mimar ve mühendislerin meslek kuruluşlarına ilişkin üyelik bakımından “gönüllülük” ve hukuki statü bakımından kamu kurumu niteliği kaldırılarak “özel hukuk tüzel kişiliği” kazandıracak bir hukuki düzenleme yapılmalıdır.