Osman Sert’in Karar gazetesinde yayımlanan yazısını (18 Aralık 2021) ilginize sunuyoruz:
Değeri düşen sadece TL mi?
Soruyu daha farklı sormak da mümkün. Hepimize, işi gücü bırakıp televizyon ekranlarında alt köşeyi ya da cep telefonlarımızdan döviz ekranlarını izleten değersizleşme sadece Türk Lirası’na mı mahsus, ya da bu yaşananlar neyin sonucu?
Artık gözümüzü kapatsak da kaçamadığımız bu değer kaybı toplamda hayatımızın tüm alanlarında uzun zamandır yaşanan insani bir değersizleşmenin mali ekranlara yansıması sadece.
Geçen hafta doktorların göç etmesinden hareketle insani kuraklaşmadan bahsedince farklı meslek ve toplum kesimlerinden tepkiler geldi, sadece doktorları mı görüyor gözleriniz diye.
Elbette değil. Doktorlar bugün en hissedilir ve görülür gruplardan olduğu için onlardan bahsetmiş olmak sadece onların yaşadığı bir süreçten geçtiğimiz anlamına gelmiyor.
Mühendislerden de imkânı olan ya bırakıp gidiyor ya da bilgisayar başında yabancı şirketlere çalışıyor. İsim verip borsada olan şirketler üzerinden konuşmayalım ama Türkiye’nin başta savunma ve teknoloji şirketlerinde olmak üzere onlarca, yüzlerce değil binlerce mühendis, yazılımcı kendilerine ve ailelerine emeklerinin karşılığı verecek bir hayat sunacak imkanların peşinden gidiyor.
Doktorlar, mühendisler, mimarlar ve hatta son asgari ücret zammı ile yıllarca eğitim gördükten sonra maddi gelirleri ‘asgari’ şartlara kadar gerilemiş tüm beyaz yakalı, memur kesim Türkiye’nin kendilerini ve çocuklarını daha da dar bir geleceğe hapsettiği psikolojisi içinde. Orta sınıf kendini değersiz hissediyor, mesele sadece para değil.
Türkiye’nin ekonomi yönetimi aslında uzun süredir bunu yapıyor. AK Parti, en zenginden alıp dar gelirlilere aktararak gelir adaleti sağlamak yerine sosyal sistemin motoru, dinamizmin temeli olan orta sınıftan alıp dar gelirlilere aktarmayı tercih etti. Bir dönem toplam gelirin yükselmesi orta ve orta-üst gelirlileri de göreceli bir refaha kavuşturdu. Ekonomik kalkınma durunca bu kesimin kaybı daha da net ortaya çıktı.
Büyük sermaye sahipleri birikimlerinin önemli bölümünü çoktan? dışarı çıkardı zaten. Yabancı yatırımcılardan ülkeye yatırım yapabilecekler de Berat Albayrak’ın kendilerine sunduğu imkân sayesinde merkez bankası rezervlerini alıp ülkeyi terk ettiler. Geriye, Türkiye’den ayrılma ihtimali olan bir tek orta ve orta-üst kesim kaldı. Onların sermayesi ise bizatihi kendileri.
Bu kesimin geri dönüşü de dışardan swift işlemi ile para transferi gibi olmayacak. Orta sınıfın çözülmesi ile hem dar gelirli kesimin daha müreffeh bir hayata kavuşması için gerekli dinamizmden, hem de sermayenin katma değeri yüksek üretim yapması için gerekli insan kaynağından yoksun bir döneme giriyoruz.
Mesele sadece para değil dedik ya. Akademisyenler uzun süredir ait oldukları üniversitelerde kendilerine bir değer verilmediğini düşünüyor. Ne yeni girecek akademik personelde ne de üniversitelerinin başına gelecek kişilerde ve hatta ne de uzmanı oldukları alanlarda öncelikleri belirlemekte etkililer. Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananlar meseleyi görünür kıldı ama diğer üniversitelerin çoğunda benzer bir ‘adam yerine konulmama’ süreci uzun süredir yaşanıyor.
Yargı dünyasında avukatlardan hâkim ve savcılara kadar hukuk insanları mesleki yaşamlarının en zor zamanlarından geçiyor. Birçok kıdemli avukat, kendisine değer vermeyen tecrübesiz hakimlerle muhatap olmamak için kenara çekilmiş durumda.
İyisiyle kötüsüyle yıllarını devlette hizmetle geçirmiş birçok bürokrat yerini liyakat kriteri ile değil siyasi bağlantılarla gelmiş kişilere bırakmış durumda. Bakanlıklarda yetkili makama gelen kifayetsiz yöneticiler kimi zaman mesleki tecrübe, birikim ya da öngörüleri ile yarışamayacağı bürokratları sert talimatlarla ezerek yoluna devam ediyor.
Aklı başında kurumların geliştirdiği görüşler ya kişisel siyasi maslahata ya da ekonomik bağlantılara uymadığı için geri dönüyor. Durum böyle olunca da kenara çekilip beklemek erdeme dönüşmüş durumda.
Kimi siyasetçilerin söylediği gibi ne ekonomi de ne de toplumsal yapıda birkaç günde, birkaç cümle ve adım ile çözülemeyecek sorunlar var önümüzde. İnsanlara geleceğe dair umut vermekle, sorunları gerektiği kadar ciddiye almak arasındaki denge sağlanamadığında sadece iktidarın değil muhalefetin de meselenin farkında olmadığı algısı doğuyor.
Gecenin karanlığında evinden çıkmak istemeyen, çocuklarını tedirgin gözlerle daha sabah ezanları okunmadan evden uğurlayan ve buna itiraz edenleri de Ankara’da kimse duymuyor, onlara değer vermiyor. İstanbul’da taksilerden şikâyet eden ve basit birkaç kararla adam yerine konulmayı bekleyenler de değersiz hissediyor. Seçtiği belediye başkanlarının kendilerini yönetmesini isteyen ve verdikleri oyun ‘sayılmasını’ isteyen Kürtlere de değer verilmiyor. Mahkemede beraat etmesine rağmen işine iade edilmeyen KHK’lılara da.
Kendinden başka herkesi ve her şeyi değersiz gören Erdoğan iktidarı günün sonunda partili partisiz herkesi, tüm kesimleri yatay kesen bir yoksullaşmada eşitledi. Bundan sonra gelecek olan her kimse; kendisini vazgeçilmez, kurtarıcı, tek alternatif olarak değil de vatandaşı değerli görmedikçe bu yaşadıklarımızdan ders almış olmayacağız.
Ulusal para birimimizin değerini eriten, milyonlarca insanı yarından korkar hale getiren ekonomideki yanlış adımlar değil sadece. İnsanın, bireyin, aklın, emeğin ve son kertede vicdanın değerini kaybetmesinin bayrağını taşıyor Türk Lirası.